KÖTÜ DURUM MU, DURUM KÖTÜ MÜ?



“Kendisi bilmese de yazıda çok büyük emeği olan sevgili Toprak Dede’miz Hayrettin Karaca için…”


BALIKSIZ SUYA OLTA SALLAMAYA GÖNDERİLMEK


Kuzey Kutbunda 22 derece sıcaklık ölçülmüş, buzlar eridiği için ilk kez kuzey geçiş yolu açılmış. Yine kötü durum denilip geçilecek gibi gözüküyor… Görünüşe bakılırsa, kötü durum diye diye felaket evlerimizin kapısına dayanmadıkça gerçek anlamda akıllar başa gelmeyecek. Kötü durum değil, durum kötü hem de çok kötü.

Petrol devleri ise, neden yellenen ineklere tıpa takılmıyor da bizim ekmeğimizle oynanıyor minvalinde fikriyat yerleştirmek için bilimsel açıklamalar yaptırıp duruyor. Geçtik petrol devlerini, o bilimsel açıklamaları yapanların tıpalanması gerektiği açık değil mi? “Ispanakta demir boldur” benzeri bir anlayış yerleştirmeye çalışıyorlar ama unutmasınlar ki, bir virgül hatası yapılmıştı ıspanakta ve yıllarca kimsenin aklına kontrol etmek gelmemişti. Çünkü hayati bir konu değildi. Fabrikalar fayrap çalışır, otomobiller tam gaz gider, baltalar hızarlar durmazken ve bunca duyarlı bilgin, epeyce de kafa yoran varken “İnekler tıpalanmalı” dolmasının yutturulması mümkün mü?

Çoğunluk ise “Bir şey olmaz abi” havalarında sürdürüyor hayatını. Suyu kesinlikle içilmez, havası asla solunmaz, yiyecekleri ağza konmaz, gök kubbenin altında durulmaz hale gelmedikçe uyaranlara kulak vermeyecek gibi gözüküyor bu sessiz çoğunluk. Yani iş işten tamamen geçmedikçe dönüp bakmayacak yok olan yaşam kaynaklarına, tükenmeye yüz tutmuş Dünyaya. Ancak o zaman duyulabilecektir “Yetkililer uyuyor mu?” haykırışları. Hayır uyumuyorlar, para uyutuyor hepsini, onlar da yetkisiz çoğunluğu… Bu yüzden hepsinin iyi bildiği “Kefenin cebi yok” sözü de “Mal sahibi mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi” kıssası da hiçbirinin umurunda olmuyor.

Yetkililer böyle de yetkisizler farklı mı? Çoğu zaman daha aldırmaz umursamaz ve kural tanımaz durumda, en sonunda en çok haykıracak olanlar. Çünkü yetkililer cam fanuslar yaptırıp içine girebilecekken yetkisizler bu olanaklara çok uzaklar. Yetkililerden daha suçludur yetkisizler. Aldırmazlıklarına umursamazlıklarına ve kural tanımazlıklarına rağmen yine de yetkisizlerin en büyük suçu ayağa kalkıp haykırma gücünü kullanmamaktır. Bıçak kemiğe dayanmadıkça bu yetkinin kullanılmadığına dair sayısız örnekle doludur tarih. Yetkisizler Dünyayı bu kadar umursamazken küçücük meseleleri en büyük dert gibi görüp paralıyorlar kendilerini. Cildim kurudu saçım kırıldı omega 3’üm az geldi gibi kozmetik haller baş sorunlarken Dünya fosseptik çukuruna dönmüş umursanmıyor bile.

Kimi filmler vardır neredeyse her karesi hatırlanır, kimilerindeki bir iki sahne kalır akılda, kimi filmlerden tek bir an bile yazılmazken belleğe daha izlenirken silinir gider hepsi. Tek sahnesi hatırımda kalmış bir filmde, sokaklarda yatıp kalkan ve doğru dürüst tedavi göremedikleri için gün sayan AIDS’li iki eroinman, terk edilmiş harap bir binanın izbe bir yerinde kaşığı enjektörü çıkarmış vuruş yapmaya hazırlanıyorlardı. Elindeki çakmakla kaşıktaki uyuşturucuyu ısıtmakta olan diğerine dönüp “Biliyor musun alüminyum kaşık kullanmamak lazım. Alüminyum erken bunama yapıyormuş…” diyordu. Sanki durumları yeterince kötü değilmiş gibi kötü bir duruma kafa yoruyordu filmdeki eroinman AIDS’liler.

Yalnız yetkililer uyumuyor, yetkisizler de uyuyor. Hatta daha fazla uyuyor… Kuzey geçişi açıldı, 22 derece ölçüldü, kış kışlığını yapmadı, yaz beynimizi kaynattı, doğal afetler görülmemiş şekilde sıklaşıp şiddetini artırdı gibi pek çok şey yaşanırken “Uyutuluyorlar…” bahanesini öne süremez kimse. Çünkü olan bitenlerin hepsi yetkisizlerin gözünün önünde yaşanıyor, her şeyi değilse bile herkesin yeterince öğrenmesi sağlanıyor… Buna uyutulmak denmez. Düpedüz “İşimize geldiği için ve felaket tepemize binmediği sürece uyumayı seviyoruz…”dur bunun adı. Bu mudur? Budur…

Tipik yetkisizlerden tanıdığım biri, kanser yapıyormuş diye cep telefonu bile almazken işi ve eviyle ilgisiz binasının tepesine cep şebekesi vericisi takılmasına izin verip kaç para kaptığını kasıla kasıla anlatıyor, kahkahalar arasında “Uyanığa bak…” karşılığını görüyordu. Yetkisizlerin en yaygın davranış biçimi bu mudur? Budur…

Konunun uyutulmakla ilgili kısmı tamamen farklı… Bunun için her zaman kullanılan yaygın yönteme başvuruldu yine ve gerekli uyku hapı piyasaya sürüldü. Kullanılan uyku hapının terkibi: Katılımcı olun, bilinçlenme ve bilinçlendirmedeki sorumluluğunuzu yerine getirin, çevrenizdekileri uyarın, gereksiz lambaları söndürün, yemekleri sıcakken buzdolabına koymayın, şarj aletiniz fişe takılı kalmasın, tıraş olurken diş fırçalarken musluğu açık bırakmayın vs… Bu hap yutturulan yetkisizler uyku halinde kaldıkları için, onca zaman titizlenerek tasarruf ettiklerinin dev tesislerce birkaç dakika içinde yutulduğunu da fark edemiyor, kendilerine aslında “Var sen oyalan, yeter ki uzak dur bizden” dendiğini de anlayamıyor. Uyku halindekilerde “Ne büyük iş başarıyoruz” duygusunu iyice pekiştirmenin öneminin farkında olan etkili yetkililer, ünlülere başrol verdikleri dev organizasyonlar düzenleyerek uyku hapının etkisini daha da artırıyor. “Gelin kurtarın bir kere daha dünyayı” çağrısıyla bir araya getirilen haplanmışlarla haplanmamışlar “Biz neyi kurtardık?” bile diyemeden dağılıp lamba söndürmeye musluk kapamaya gidiyor. Neyin ne olduğu, kimin ne yaptığı belli olmayan bu gösterilerde ne elde edildiği ise pek fazla dillendirilmiyor. Aslında koskoca bir hiç… Ayrıca, önemsiz sanılan detaylarla koltuğu kazanamamış bayat balık gibi bakan birinin Dünyayı kurtarmaya çalışmasından ne hayır gelir?

Dağda bayırda çömelip defi hacet giderirken sarkmakta olan şeyini yutmaya çalışan yılanların saldırısına uğrayan erkeklerle ilgili haberleri kanıksadık neredeyse. Yılanlar bir anlamda kör, daha doğrusu ısıya duyarlı bir görüşleri var. Sık kullanılan moda deyimle termal görüşe sahipler ve bu yüzden erkeklerin bacaklarının arasında sallananın koca gövdenin parçası olduğunu anlayamayıp neyi ısırdığını bilemeden dişine göre ufak bir av sayıp saldırıyorlar.

Bilmeyen yoktur herhalde, bu tür yılan saldırılarıyla ilgili epeyce fıkra türetilmiş durumda. Aleti yılan tarafından ısırılan can havliyle “Kurtar beni… Şu zehri emip tükür…” diyerek yardım istediğinde, arkadaşının şöyle bir bakıp “Çare yok öleceksin…” dediği anlatılır durur.

Yalnız burada farklı durum var. Yetkisizler yılan tarafından ısırılmayı umursamıyor, “Isırıldın” uyarısını duyanlar en çoğu fuzuli lamba yakmıyor, şarj aletini takılı bırakmıyor falan… Bütün bunlardan, yetkisizler tasarruf yapmasın dediğim çıkartılmamalıdır. Demem o ki, pek çok kişinin de belirttiği gibi, çare olmaktan çok uzak kalan yetkisizlerin bu çabaları, asıl sorumlu ve etkili yetkililerde neredeyse hiç görülmüyor. Onlar işlerini tıkır tıkır yürütmeye devam edip kasalarını tıka basa doldurmayı sürdürürken kabak başına patlayan daha da patlayacak olan yetkisizler lamba söndürüp musluk kapatarak Dünyayı kurtarmaya çalışıyor.

Dünyayı birkaç bin yılda bile değil son bir iki yüzyılda bu hale biz getirdik. Bilginlerin çok korktuğu o dönülmez noktaya gelmiş olabiliriz.

Altmışlı yıllardı... Canları sıkılan ve biraz eğlenmek isteyen iki gece bekçisi Aksaray’daki Lunapark’ın döner salıncağına binmek isterler. “Binmesine binelim de kim çalıştıracak?” sorusuna, diğerinden çok daha zeki olan cevap bulur. “Sen otur, ben çalıştırır koşar binerim…” der çok daha zeki olan. Fikir işe yaramıştır, dönmeye başlarlar, güzelce keyif yaparlar. Sıkılmaya başladıklarında o müthiş soru gelir akıllarına. “Kim durduracak bunu?”

Ne durduracak kimse vardır etrafta, ne de seslerini duyurabilecekleri biri, döne döne turşuya dönerler. Sabah gelenlerce bulunduklarında yarı baygın durumdadırlar. Çocukluğumda arkadaşların birinden duyduğum bu olay gerçek midir yoksa efsane midir bilemiyorum. “Binmesine bineriz de sonra nasıl ineceğiz?” sorusuna dair neler öğrendiklerini hep merak ettiğim için unutmamışımdır bu keyifli hikaayeyi.

Binmesine bindik bir kere, peki kim durduracak bu Dünyayı?

Dünyanın son kullanma tarihi geldi konusundan söz ederken kendimi tuhaf sıra dışı uçuk kaçık biri gibi hissetmeden edemiyorum.

Amerikan bilardosuna merak saldığım günlerde gittiğim salondaki tek boş masa 3 top olduğu için beklemektense çalışayım dedim ve üç topla Amerikandaki gibi vuruşlar yapmaya başladım. Bandın kenarındaki noktalardan birkaçını delik sayarak topları oralara göndermeye çalışıyordum. Tabii çok sürmedi “Bu manyak ne yapıyor böyle…” bakışlarının üzerime kilitlenmesi. Bıyık altından gülmeyi kahkahaya dönüştürmeye başlayanlara aldırmayıp antrenmanıma devam ediyordum ki, daha fazla dayanamayan biri “3 top bilardo öyle oynanmaz böyle oynanır” demek için yanımda bitivermişti.

Malum, 3 Top’la Amerikan arasındaki en temel fark; 3 Top’ta, vurduğun topu üçüncü topa çarptırırken, Amerikan’da vurduğun topla diğer topları birer ikişer deliklere sokmak gerekiyor. 3 topla nasıl Amerikan oynanır sorunsalına ayaküstü bulduğum çözüm; masada delik yoksa ben de topları sanal deliklere gönderirim olmuştu. Tabii kahkahalara katlanarak…

Sanal noktalara atış yapmam, vuruşlarımın gerçekliğini değiştirir mi?

Durum gerçekten kötü ve bu kötüleşmede çok büyük payı olanların yarattığı sonuçlar yalnızca kendilerini etkilemiyor, çok daha az sorumlu olanların tepesine de biniyor. Zehir kusan tesisin savurdukları binlerce kilometre ötedekilerin tepesine biniyor, kapısına yığılıyor. Hepimiz aynı gök kubbenin altındayız, aynı Dünyanın sakinleriyiz, aynı yolun yolcusuyuz. Henüz başka dünyamız yok, öteki dünya gideceğimiz tek yer.

Bursa’ya giderken Yalova’nın oralardaki bir virajı alamayınca yoldan çıkıp tarlaya girdikten sonra yumuşak toprağa gömülen arabasının durumunu görmek için dışarı çıkan sürücü “Verilmiş sadakam varmış, ucuz atlattım… En küçük hasar yok…” diye sevinirken acı bir fren sesinin ardından gelen büyük gümbürtü ve hengaameyle yerinden zıplamış. Şoku atlatıp olan biteni kavraması çok sürmemiş… Aynı yerde virajı alamama akıbetine uğramış bir başkasının yoldan çıkarak gelip aracına çarpacağını kırk yıl düşünse aklına getiremezdi. Birkaç saniye öncesine kadar sapasağlam olan arabasının arka tarafının hurdaya dönüşünü, patlattığı kahkahalar arasında sürekli anlatıp duruyor herkese.

Oysa biz Dünyalıların gülecek hali olmadığı apaçık ortada. Çünkü biz yetkisizlerin “Dünyayı düzelttirecek kaportacı bulamayabiliriz” düşüncesiyle uykuları kaçıyor. En azından bir kısmımızın...

Evet lüzumsuz lambaları söndürelim, cihazları beklemede bırakmayalım, suyu boşa akıtmayalım ama asıl gerçeği de görelim.

Altı yaşındaydım… Nusaybin istasyonuna bitişik lojmanlarda oturuyorduk. Baraj dediğimiz küçük bentte ve onu besleyen derede balık avlamak belli başlı eğlence gibiydi. Sıkça pazar günleri balığa gidilir, serpme ağla oltayla balık avlanılırdı. Lojmanların ortasından geçen küçük beton kanaldan akan suda balık avlamak kafama böylece yerleşmiş olmalı ki, oynayacak arkadaş bulamadığım bir gün toplu iğneyi bükerek yaptığım kancayı kınnapın ucuna bağlayarak olta yapmıştım. Lojmanların içinden geçen suyun genişliği kolum boyunda, derinliği ise ancak karışım kadardı ve ben yaptığım toplu iğneli oltayı o pırıl pırıl suya sarkıtmıştım. Balık yoktu suda, hiç olmamıştı, hiç görmemiştim… Bunun farkındaydım, yine de balık olmayan suya olta sallamıştım. Sadece oynuyordum fakat yaptığımın saçma olduğunun da farkındaydım. Bu anımın belleğimde yer etmesi barındırdığı saçmalık olsa gerek.

Lüzumsuz lambaları söndürerek, cihazları beklemede bırakmayarak, suyu boşa akıtmayarak ne yakalayacağımızın farkında mıyız? Avlanmaya gönderildiğimiz bu sularda değil büyük balıklar, tamamı hem de çok daha devasaları etkili yetkililerin kontrol ettikleri sularda. Yetkisizler, ellerine tutuşturulmuş topluiğne kancalı kınnapın farkında mı? Gereken balığın tutulacağı devasa ağlara dev oltalara ve tutan ellere bakma zamanı gelmedi mi?

Her şeye rağmen, ne kadar kötü duruma düşülürse düşülsün, ilk yapılması gereken, kendimizi hırpalamayı bırakarak “Demek ki bunu da yaşamam gerekiyormuş…” anlayışıyla sakinleşip çare bulmaya çözüm üretmeye çalışmaktır.

Bizim dışımızda, yaşamına son vermeyi, intiharı seçen akrepten başka örnek var mı bilmiyorum. Eğer kendimizi ateş çemberinin ortasında kalmış kendisini sokan akrep gibi hissedersek “Neden varız?” sorusunun tek cevabı olan “Yaşamak için”e ihanet edeceğiz demektir. En küçüğünden en büyüğüne bütün canlılar yaşamak için mücadele eder, karşılaştıkları bütün güçlükleri engelleri olumsuzlukları tehditleri aşmak için direnir, var olmak için son kırıntısına kadar kullanırlar enerjilerini. Sadece akrep ve sık sık akrepleşen bizler var olma nedenimize ihanet ederiz.

Karşılaştığımız kötü durum değil, gerçekten durum kötü.


Eyüp Şeker


***************************

TEMA Vakfı “2/B Arazileri Satılmasın” İmza Kampanyası Başlattı

“2/B Arazileri Satılmasın” İmza Kampanyası'na katılmak için:
.............
TEMA VAKFI:
....