GÜTME LÜTFUNDA BULUNANLARCA GÜZELCE GÜDÜLMEKTİR DEMOKRASİ
Bizi gütme lütfunda bulunanlar giriştikleri işlerin başında plan proje açıklamamakta neden ısrarlılar? Milleti koyun sayılamayan gerçek demokrasilerde işlerin yürüdüğü gibi çıksalar biz koyunların da karşına, “İşte plan, işte proje…” deseler, kuşkular, kafa karışıklıkları ortadan kalkacak, tepkiler en alt düzeye inecek, karşı çıkışlar projeyle sınırlı kalacak.
Ama yapılmıyor…
AKM’nin yenilenmesi projesi ısrarla ortaya çıkartılmadı. Neden?
"AVM yapacağız, kıyısına da salonlar falan konduracağız…" türünden bol cebellezili amaçlar mı gizlenmektedir sadece? Başka işler yok mu? Sanki var gibi gözüküyor.
Bir de başgüdücünün sıkça bahşettiği nutuklarında "Benim valim, benim kaymakamım, benim müdürüm, benim başkanım, benim AVM'em, benim köprüm, benim kültür sarayım, benim yolum …" ifadeleriyle sergilediği tek buyuruculuğunu korumaya çalışması da etkili tabii bu açıklamama tavırlarında.
Bu ikisi dışında amaç yok mu? Sanki var gibi gözüküyor.
“Siz karışmayın, biz yaparız…” davranışının belli bir amaç doğrultusunda sergilendiği belli. İyi de neden?
Bizi gütme lütfunda bulunanların asıl taktiği, karşı çıkan cepheleri, siyasi olsun olmasın her ortamdaki muhalifleri yıldırıp umursamazlığa sürüklemek gibi gözüküyor. Savaş Sanatları’nda vardır; karşı mevziiye sürekli teneke, sopa taş gibi gürültü patırtı çıkartan bir şeyler fırlatıp asla saldırıya geçmeyerek karşıdakilerde 'Saldırı değilmiş, oyalıyor, eğleniyorlar…' düşüncesini iyice pekiştirip gardlarını düşürerek tetikteliği bitirme taktiği. Sonunda hiç saldırı beklemez hale gelince de aniden harekete geçilip karşı cephe ele geçirilir…
Sürekli olarak projelerini önceden açıklamayarak bu tavırlarını kabul ettirmeye, dayatmaya çalışıyor bizi gütme lütfunda bulunanlar. Sonunda da hedefledikleri nihai vuruşu yapmaya soyunduklarında kimsenin sesini çıkartmayacağını umuyorlar. Amaçları bu, yoksa neden en başta açıklanmasın, neden ısrarla gizlensin kültür merkezi veya tiyatro yapım projeleri! Mübarekler sanki gizli füze üssü falan yapacaklar. Projeyi sanatçılar, mimarlar, mühendisler, sanatseverler, gazeteciler merak etmeyecekti de kim edecekti, yağ tacirleriyle, pasta cilacılar mı! Demek ki danteller karşılayamıyor beklentileri, nihai amaç bilinen caminin oldu bittiye getirilerek dikileceğinden kuşkulananlar merakla cevap arıyor. Başgüdücü tek güdücü olduğunu vurgulayacak sayısız ortam buluyor nasılsa, sanatla kültürle ilgili bir iki projede de varsın tek buyurucu olduğunu göstermesin yurdum koyunlarına. Ne olur yani, hiç olmazsa böyle konularda lütfedip esirgesin başgüdücülüğünü yurdum koyunlarından!
Bu alıştırma ve dayatma taktiklerinin arasında asılsız söylentiler yaymak da vardır belki de. Geçen gece bir taksi şoförüne "Neden Taksim Anıtı'nın etrafı paravanla çevrilmiş?" diye sorduğumda, "Polis söyledi, yıkıp cami yapacaklarmış" karşılığını verdi. Büyük ihtimalle kafa bulmuştur polis memuru ama asılsız söylentilerin bilerek yayılabileceği göz ardı edilebilir mi?
En sonunda çıkacak yine başgüdücü "Bunlar var ya bunlar…" diye başlayıp geçerliliğini haalaa koruyan, hatta bugün daha da belirgin hale gelen o günkü itiraz nedenlerini görmezden, göstermezden gelerek " Bunlar var ya bunlar, köprüye de karşı çıkmışlardı, şimdi üstünden geçiyorlar. Camii yapacağımızı bile iddia ettiler…" diye esip gürleyecek.
En başından beri süre gelen plansızlıklar yüzünden iyice çığırından çıkmış trafikte her gün saç baş yolmasına rağmen sorunun gerçek kaynağına inemeyip uyanmamaya devam eden, yaşı yaşanmışları görmüşlüğe gayet müsait bazı sanatçılar da korosuna katılacak “Köprüye de karşı çıkmışlardı…” diye başlayan başgüdücünün nakaratını sahnelerde seslendirecekler.
40 yıl önce köprüye karşı çıkmanın gerekçeleri bütün çıplaklığıyla karşımızda dururken, insanların kafasında günümüz iktidarıyla ilgili pek çok haklı kuşku varken, inşasına karar verilenlere dair plan projelerin açıklanmayışına hiçbir açıklama getirilmezken, kalabalıkların karşısına geçip "Gördünüz işte yapıldı… Hani yapılmazdı…" diye esip savurmak belki çok kişiye, özellikle de politikacılara yakışır ama bir sanatçıya yakışır mı?
"Neden en başında insanların kafasındaki kuşkuları gidermediniz?" tavrını koyması beklenebilir mi "Köprüden geçiyorlar ama…" kafasındakilerden!
Bir bilendir, filden güçlü hafızası vardır denilen Çoban Sülü orada, gidip sorsa ya.
Asılanları bile olsa da "Zap'a köprü yapılsın…" eylemini koyanlardan yaşayanlar anlatıyor, dinlese ya.
“Devlet Planlama Teşkilatı olarak hazırladığımız raporda, şehir bütün olarak planlanıp düzenlenmeden köprü yapılırsa Anadolu Yakası’nın yatak odasına dönüşeceğini belirmiştik” açıklaması o günün yetkilisince yapılıyor, görse ya.
Olmaz, ne de olsa slogan sever yurdum koyunlarıyız. Nemize gerek bilgi, atılan tirat yeter kimine, patlatılan nutuk da fazla kimisine.
Boğaziçi Köprüsü’ne karşı çıkışlardan iki itiraz öne çıkıyordu:
Üniversite gençlerinin başını çektiği grup "Kaynaklar eşit paylaştırılmıyor. Doğu çok ihmal edildi, çok yoksul kaldı. Köprünün öncelikle yapılacağı yer Zap'tır" diye haykırırken, DPT'nin de aralarında bulunduğu bilimsel çevreler "Plansız köprü yapımı trafiği içinden çıkılmaz hale getirecektir. Anadolu yakası yatak odası gibi kullanılırken, Avrupa yakası işyeri konumundadır. Bu durum değiştirilip şehir yeniden doğru planlanmadığı takdirde gelecekte trafik kaosu kaçınılmazdır" diyorlardı. Plan projeyle kaybedecek kadar vakti olmayan oy derdindeki güdücülerin köprünün yapımına karar vermesiyle gençler de gidip Zap'a, sonradan dinamitle havaya uçurulacak köprüyü yapmaya koyuldular.
Geçen zaman ve günümüzün reddedilmez gerçekleri bu iki itirazın ne kadar haklı ve yerinde olduğunu kafamıza kafamıza vurmakta. Doğu'nun durumu ve terör ortada, bu konuda açıklama gereksiz. Trafiğe gelirsek, tam anlamıyla kördüğüm; çözüm için yapılanlar bu kördüğümü artırmaktan başka işe yaramıyor. Çünkü bütünüyle şehir planlanmıyor, “Buraya alt geçit, şuraya tünel yapalım, oradaki yolu genişletelim…” çözümlerinden medet umuluyor. Tabii pansuman bile olamıyor devasa dertlere.
Yetmezmiş gibi, sanki taşıyıcılığı fazla geliyormuş gibi şehrin ana arterine Metrobüs konduruluyor. Aslında metrobüs özellikle bir açıdan çok iyi oldu; görmezden gelinen toplu taşıma ihtiyacı gerçeğinin net şekilde görülmesini sağladı. Yalnızca o güzergaahta değil, daha pek çok tarafta ihtiyaç var gerçek toplu taşıma çözümlerine.
Bütün bunlara rağmen bugün haalaa “Tiz buraya köprü yapıla…” buyruğu vermeye devam ediyor bizi gütme lütfunda bulunan başgüdücü.
O gün plan projeyle kaybedecek vakti olmayan oy derdindeki siyasiler, bugün her zamankinden daha fazla haklılığı ortaya çıkan itirazlara aldırmadan köprüyü hayata geçirdiler. Geçen onca yılda hiçbir şey değişmedi değişmiyor, yine plansız programsız "Tiz köprü yapıla…" buyruğunu veren baş güdücü kentin geleceğini belirlemekte.
Güya planlama merkezi kuruldu ama tenezzül mü edilmedi orada geliştirilen fikirlere, yoksa çalışanlarının bizi gütme lütfunda bulunanlardan az bildikleri mi ortaya çıktı, yoksa güdücülerin kafasına esti ve de kendilerine "Yetimin hakkını yedirmeyiz, dağılın bakayım…" mı dendi belli değil ve büyük tantanalarla açılışı yapılmasına rağmen çalıştırılmadı.
Kaldık mı yine 'Eşek izi yöntemi'ne. Daha garantili denilip yüzyıl öncesinde kaldı sandığımız ‘Eşeği salıp gittiğe yerden yolu geçirme’ yöntemi uygulanacak herhalde. Güzel iş, sal eşeği, geçir izinden yolu. Maaşı tazminatı falan da yok, oy peşinde de değil, arada bir anırsa da gıkı çıkmaz ha babam de babam yürür.
Bu arada “Hani ne oldu planlama daireniz? Neden kapatıldı?” diye sual eyleyenler nedense(!) duvarları buluyorlar karşılarında. Neden acaba!
Ve üçüncü köprü rahatlatır trafiği deniyor. Oysa bilim, akıl ve deneyim, "Bu düşünce kesinlikle doğru değildir, çok ama çok yanlıştır, hatta tamamen yanıltıcıdır. Her yeni köprü, özellikle de yeni bir bölgedeki yeni köprü kendi yükünü getirmekle kalmaz, yarattığı cazibeyle ilave trafik ve yapı yükünü fazlasıyla oluşturur" demektedir. Sen Nehri üzerindeki köprüleri örnek vermek gerçeği saptırmaktan başka şey değildir. Paris ve benzeri kentlerdeki uygulama, her caddeye denk gelen yere köprü yapılarak yolun devamlılığının sağlanmasıdır ve Boğaz'la uzaktan yakından ilgisi yoktur. Zira Boğaz gibi yerlerde tamamen tersi söz konusudur ve köprü, yollarını, binalarını, yerleşim yerlerini yaratmaktadır.
Peki ne olacak?
Ne olacak, metro kurtarıcı gibi gelip çok soluk aldırsa da trafik çok daha beter olacak. Bu kaçınılmaz, tabii eğer metro çok hızlı şekilde yayılıp uzatılmazsa, şehir, planlama çerçevesinde ciddiyetle yapılandırılmazsa.
Eğer bizi gütme lütfunda bulunanların ve de tabii ki başgüdücünün geçmişte söylediği, bilimsel çevrelerin ise hep söyleye geldiği sistem uygulanmaz ve önce metro sistemi iyice yaygınlaştırılmadan 3'üncü köprü inşa edilirse, hele de kuzeydeki oksijen ve yağmur kaynağı bakir alanlara yapılırsa, İstanbul yaşanırlığından çok fazla şey kaybedecek, kemikleşmiş trafik sorunu iyice çözülemez hale gelecektir.
Israrla görülmek istenmiyor araçları taşımanın işe yaramayacağı, insanları taşımak gerektiği.
Bu yakadan yükü alıcı yatırımlar onlarca yıl önce hayata geçirilmeliydi. Örneğin Sabiha Gökçen Havaalanı çok daha uzun yıllar önce yapılmalıydı. Bilim, akıl ve deneyim böyle diyor.
Birkaç yıl öncesine kadar bisiklete binmeye çalışıyor, çoğunlukla Yeşilköy, Florya taraflarına gidiyordum. Bu yolculukların her biri kelle koltukta sayılırdı. Bisiklet yolu zaten söz konusu değil, doğru dürüst yaya kaldırımı bile yok, nereden gideceksin? Uzun yıllar boyunca benim de olduğum gibi direksiyona geçenin kendisini yolların hakimi sanması ve yayaya, bisikletliye, motosikletliye dikkat edip geçiş hakkı tanımayı aklının ucundan geçirmemesi yüzünden yola inmek eceline susamakla eş anlamlı sayıldığından kaldırım diye bırakılan çukurlarla, hendeklerle, açık menfezlerle dolu tuhaf yerlerden gitmek zorunda kalıyordum.
Gelişmiş gelişmemiş bütün uygar ülkelerde bir yaya ayağını yola uzattığı anda bütün otomobillerin zınk diye durması TV'lerimizde eğlenceli gülünesi durum gibi gösteriliyor ama nedense etkili yetkili kimsenin aklına, aslında bizde de böyle olması gerektiği, vakit yitirilmeksizin hayata geçirilmesinin kaçınılmazlığı gelmiyor. Etkili yetkililer de haklı sanırım, nüfus planlaması için gerekiyor otomobillerin sağladığı kan gölü. Hasmını ya da tipini beğenmediğini ya da kaşının üstünde gözü olanı ya da dümenini kilitlemeye kalkanı tabancayla delik deşik edersen müebbet, müsait bir yerde kıstırıp çarparak öteki dünyaya gönderirsen birkaç ay bile yatmadan dışarı. Ya da emniyet şeridinde arızasıyla uğraşanı ya da yaya geçidinde ecelini arayanı ya da kaldırımda yürüyenleri ya da durakta bekleyenleri ya da görevdeki polisleri ya da okuldan çıkan öğrencileri ya da ya da uzar gider bu katliam listesi.
Evden çıkıp arka sokaklardan Ataköy’e gitmek işin en tehlikesiz tarafıydı. Kamping/Halk Plajı köprülü kavşağı alt yoluna ulaşmamla başlıyordu kelle koltuktalılık. Malum otomobil direksiyonundaki bizler, şehir içi yolları hep otoban gibi kullanır, sonra da en merkezi, en kalabalık yerlerdeki çok ölümlü kazaları duyar, sanki o gibi yerlerde hiç gazlamamışız gibi, “Ya orada trafik zor akar, bilmem kaç ölülü bu kaza nasıl olabilmiş! Muhakkak yolu birkaç yüz metre boş bulunca manyak gibi topuklamıştır…” diye şaşar kalırız ya, işte bu reddedilmez gerçeğin yansımalarıyla yüzleşirdim Sahil Yolunda.
Öncelikle bir noktayı belirtmeliyim; Sahil yolunun sağ tarafından, yani gidiş yönündeki kaldırımdan Yeşilköy’e gidilemiyor. Çünkü Hava Harp Okulu karşısındaki köprünün yaya kaldırımları yok. Daha doğrusu köprü korkuluklarıyla çelik yol bariyerleri arasında yürüyerek zar zor geçilebilen yarım metre kadar bir boşluk bırakılmış. Bisikletle geçmek mümkün değil, sırtlayıp geçilirse belki. O da çelik bariyerleri tutan çelik dikmelere dizlerini bacaklarını vura çarpa ancak. Köprüye kadar gelip kalakalınca oraya kadarki kaldırımların berbatlığına bile razı oluyor insan.
Kenti planlayan ve yapılandıranların aklına asla yayalar, bisikletliler gelmiyor. Şehirler, otomobiller ve binalar için ya, insanlar kimin umurunda. Yeni planlar, projeler yapılırken insanın kesinlikle göz önünde bulundurulmadığı tartışılmaz. Bu yüzden yürüyüşü, bisikleti teşvik edici hiçbir şey yapılmıyor. Sadece fantezi eseri gibi duran birtakım mesire alanı gibi yerlerde mostralık yürüyüş ve bisiklet yolları yapılıyor. Kente doğru uzansa bile devamlılığı, sürekliliği söz konusu değil bisiklet yollarının ya da bisiklete, engellilere uygun kaldırımların.
Karşıyı görmedim, duyuyorum bisiklet/yürüyüş yollarını ama zaten kastettiğim öyle yerler değil. Bisikletle Altıyol'dan Kadıköy İskelesine, oradan vapurla Eminönü'ne geçip Tahtakale'deki, Unkapanı'ndaki dükkanına ezilme kaygısı yaşamadan gidebilmekten söz ediyorum. Kast ettiğim kaldırımlar/bisiklet yolları karşıya yapılmışsa bilemem, alkışlarım, bu taraflarda hiçbir yerde söz konusu olmadığını biliyorum. Yurdum koyunlarını Çiroz Plajı'nda, Bostancı sahilinde bisikletle dolaştırmak marifet değildir ve şehir trafiği sorununa zerre katkı yapmaz. İnsan ne zaman Bakırköy'den Zeytinburnu'ndaki veya Laleli'deki işyerine ölüm tehlikesi yaşamadan rahatça gider, o zaman şehirde bisiklet yolu veya hiç olmazsa bisiklete tehlikesizce binilebilen, engellilerin sorunsuzca kullanabildikleri kaldırımlar var derim.
Tabii bununla da bitmiyor, yayalara, bisikletlilere, engellilere saygılı otomobil sürücülerine dönüşmemiz de gerekiyor. Hepimiz iyice farkındayız; her sürücü, yolu sadece kendisinin sandığından boş gördüğünde gazlar, yola inebilecek yayaları veya kenardan kenardan gitmekte olan bisikletliyi hiç aklına getirmez, aldırmaz. Dahası neredeyse haddini bilmezlik olarak algılar otomobil dışındaki yol sakinlerini. Bizler için tek gerçek vardır; yollar otomobiller içindir. Bizi gütme lütfunda bulunanların kafalarının farklı olacağı düşünülebilir mi? Tabii ki hayır. Bu yüzden planlanan ve yapılan her şey otomobiller, binalar düşünülerek tasarlanır, kimsenin aklına insan gelmez. Oysa insanın, yaşamını iyileştirmek ve güzelleştirmek amacıyla geliştirdiği araçlardır otomobiller, binalar, yollar, köprüler, kentler. Geldiğimiz hastalıklı yapıda bu araçlar insanların yaşamını kötüleştirmekten başka sonuç vermemektedirler.
Yanlışlığın araçlardan değil, doğru kullanamamaktan kaynaklandığını anlamadığımız sürece bu sıkıntılar yaşanmaya devam edecektir. Geldiğimiz bu noktada bizler bu araçlar için yaşar haldeyiz, oysa bu araçlar bizler için olmalıydılar. Çünkü bu amaçla tasarlanıp geliştirildiler.
Evdeki kaşığa, çatala, tornavidaya, kanepeye tapınmak aklımızın ucundan geçmez ama arabalarına tapınan yığınlar halindeyiz ve bunlar için bin bir sıkıntıya katlanmaktayız.
Otomobiller her şeyimiz ve her şeyi onlara göre ve onlar için tasarlayıp yapıyoruz. Kaldırımlar adet yerini bulsun diye yapılıyor. Elden gelse kesinlikle yapılmayacaklar. Hele de engelliler için yapıldığı söylenenler "Var mı var" denilmesi için. O güzelim Eskişehir gerçeğine rağmen köklü ve gerçekten işe yarar kaldırımların varlığına inanmak çok zor. Çünkü kafalarımız değişmekten çok uzaklar. Önce kafalar değişmediği sürece de kaldırımlar düzelmez. Yapılsa bile işe yaramaz, amaçları doğrultusunda kullanılmazlar. Önce kafalarımızda yapmalıyız kaldırımları. Örnek verdiğim Hava Harp Okulu karşısındaki kaldırımsız köprüden otomobille sayısız kez geçmeme rağmen farkında değildim ve olamazdım, fark etsem bile umursamazdım. Çünkü yollar otomobiller içindi; böyle olmadığını görmem için yürüyerek veya bisikletle geçmeye kalkışmam gerekiyordu. Aslında şehir dışı gibi duran oralara gitmeye gerek yok, en merkezi yerlerdeki kaldırımlarımızın çoğu felaket durumda.
Hal böyle olunca Halk Plajı köprüsünün altından geçip sahil tarafındaki kaldırımdan gitmeyi yeğliyordum Yeşilköy civarlarına. Bir keresinde Sirkeci’ye gideyim dedim, kelle koltuktalılık neymiş asıl o gün belledim. Gözümü karartıp yola inmeye kalktım, iki dakikada feleğim şaştı, kaldırıma zor attım kendimi. Sağdan soldan ele geçirilen her santimetre otomobil tanrılarına sunulduğundan birçok yerde hemen hiç kaldırım kalmamış. O yürüyüş ve gezi bölgelerine, o yeşillik alanlara aldanmasın kimse, yol boyunca çok yerde kaldırım hiç yoktur ya da cambazlık gerektirecek kadar dardır. Şimdi birileri ayağa fırlayacak "Yüzüne gözüne dursun. Her yerde kaldırım var, ne yok'u…" diye parlayacaktır. Gidip biraz eşelese "Yolda belli genişliği sağlamamız gerekiyordu, o yüzden bazı yerlerde kaldırımları daralttık…" gerçeğiyle yüzleşecektir. Biraz daralttık dediklerinin pek çoğunda 15-20 santimlik bir kaldırım taşı genişliğinde kaldırım kaldığından eminim hiç söz etmeyeceklerdir. Buna kaldırım denir mi! Kim bilir, vardır bir bildikleri ki, diyorlar.
Bizi gütme lütfunda bulunanlar, hiçbir ortamda hiç göz önünde bulundurmadıkları, dolayısıyla da sorunlarına çare ve çözüm üretmedikleri yurdum koyunlarına mı söyleyeceklerdi Kültür Sarayı'nın yerine ne yapacaklarını? Başka işleri mi yok. Onların derdi otomobiller, binalar, hanlar hamamlar, yalılar, villalar, AVM'ler.
Hal böyleyken birtakım projelerden söz edildiğinde itirazlar, karşı çıkışlar daha yaygın, daha güçlü oluyor tabii.
Karşı çıkanlar ve itirazcılar cephesinde de büyük bir yanlış hakim. Her şeye sadece karşı çıkmak, öneri ve çözüm getirmemek vahim bir hata. Bu yaklaşımdaki asıl tehlike, yaptırım gücünü yitirmek, itiraz mekanizmasını işe yaramaz hale getirmektir. Ve zaten yılgınlık, bıkkınlık getirmiş durumda bu "İstemeyiz, dokunamazsınız…" yaklaşımları. Daha kötüsü, gerçek iyi niyetlilerin usanıp kaçmasına, girişimde bulunmaktan uzak durmasına sebep oluyor ve meydan tamamen, yılmak, çekinmek bilmeyen şeytan iş bitiricilere kalıyor itirazlı ortamlar.
Ya da el sürülemediği için tarihi yapılar bir bir yıkılıp gidiyor. Tabii bir de başgüdücü "Kan kusturuyorlar…" halleriyle yargıya bindirme fırsatını ele geçirdiğini düşünüyor.
Hiçbir çözüm getirmez, hiçbir karşı öneri sunmaz, sadece ve sadece karşı çıkarsan, bir gün gelir ne düşüncelerini anlatacak ne de arkanda duracak kimseyi bulamazsın. Oysa her şeyi para olarak görenlerin, gözü paradan başka şey görmeyenlerin, birtakım değer ve kavramları koruyanlarca kontrol edilmesi gerekir. Bu dengenin sağlanması kaçınılmazdır.
Önerecek bir 'Zap'a Köprü'n yoksa, "Yatak odasına döner" diyemiyorsan o anda kazansan bile kaybedilmesine sebep olursun.
Fikir belirtecek bilgiye sahip olmadığımdan konunun bilimsel ve teknik boyutunu bir kenara bırakırsam Kız Kulesi iyi bir örnektir: Eğer yapılıp onarılmasaydı, yani sadece karşı çıkanların dediği olsaydı, bugün orası bir harabeden başka şey değildi.
Yapımına asla göz yumulmaması gereken Park otel ise, ben tek güdücüyüm, yasa da takmam kural da dinlemem diyenlerin yol vermesiyle bir mezbelelik olarak başına kaldı kentin. Spor veya kültür kompleksi ya da istasyon gibi kamu yararına bir yapı olsa hadi neyse, özel mülkiyette bir otel projesi devasa habis bir ur gibi yapıştı kaldı oraya. Demokrasinin gerçekten işlediği bir ülkede kim böyle bir şeye kalkışabilir, kim sokağı bile inşaat alanına katmaya cesaret edebilir! Geçtik yargılanmayı, deli diye hemen tımarhaneye tıkarlar yapmaya kalkışanları, göz yumanları.
Zaten asıl suçlunun yapmaya kalkışanlar değil, kitabına uydurmaya çalışıp yapımına göz yumanlar olduğu tartışılmazdır. Adamını bulsa, kılıfını uydurabilse kim gidip Taksim Meydanı'nın göbeğine ya da Kız Kulesi'nin bitişiğine ya da Ayasofya'nın, Sultanahmet'in karşısına binanın kralını dikmez! Dikmem diyen biraz zor bulunur. Aslında şanslı saymalıyız kendimizi, bunlara kalkışılacak kadar ipin ucu kaçmadı hiç olmazsa diye düşünüyordum ki, dün gece Konstantin'in Sarayı'nın satılığa çıkartıldığını okudum. Kültür Sarayı'na tarihi eser muamelesi yapanlar bu konuda ne yaptılar, neler yapmaktalar bilemiyorum. Ama insan "Oha falan oldum" oluyor yani.
Sistem düzgün çalışsa, denetim ve itiraz mekanizmaları yerinde ve iyi işlese o Park otel mezbeleliği ve yapımları az ya da çok tamamlanabilen kuralsız yasasız nice bina birer hançer gibi saplanabilir miydi kente? Ne yazık ki saplandı…
Sıkıysa git de İsviçre'de yap, inşasına karar verilen yapının projesini gizlemeye kalk bakalım. O saniye "Tükürük yağmuruna nerede tutulsunlar?" referandumu düzenlenir.
Ya kurallar doğru konulur, ya da doğru işletilir. Güdücülerin insafına, keyfine bırakmanın, meydanı çıkar peşindekilere terk etmenin, düzensizlik, kaos ve çirkinlik getirmesi kaçınılmazdır. Zaten yaşanılan da bundan ibarettir.
Daha kötüsü, sistem iyiye gitmesi gerekirken her geçen gün daha da beterleşiyor ve artık projeler bile açıklanmıyor. Şeyden her halde, hızla demokratikleşmektendir. Demokratikleştik ya ne gerek var projelerin açıklanmasına, herkes kendi işine baksın, güdücüler gerekeni ve iyisini yapar di mi yani.
Bu yüzden diyorum ki, gerçek demokrasi, gütme lütfunda bulunanlarca güzelce güdülmektir.
Eyüp ŞEKER
19-25-26-28 Ocak 2010
/*/*/*/*/*/*/

Bülent ÇELİK
http://www2.gazetevatan.com/bulentcelik/
Gazetevatan
.