GÖRECELİDİR MÜZİK

DURMAYI BİLEBİLİR İNSAN

Yeter be…

Derdi neyse, alıp veremediği kiminleyse; yapamıyor hakaret etmeden, geçemiyor horlamadan, duramıyor küçümsemeden…

Hakaret etmeden anlatsa ne kaybeder!

Tam bir alternatif fırsatı belirdi diye düşünülürken, tam umut olarak görülmeye başlayan Kemal Kılıçdaroğlu dört bir yana koşturup insanları kazanmaya çalışırken, sabotajcı gibi ortalığa atlayıp hakaret yağdırmanın manası nedir?

Ne sessizlikleri anlıyor, ne de verilen desteklerdeki hatırlatmaların, uyarıların farkında… Durmayı da bilmiyor… Sırası mıydı? Hadi yaptı diyelim, muhasebesini niye yapmaz! Niye sağına soluna bakmaz, neden, ne getirdi ne götürdü demez ve niye sürdürür hakareti ısrarla!

Hadi işin bu yanını kaçırdı diyelim…

Bu çirkin üsluba göre 'Emmoğlu'nu yorumlayan Fatih Erkoç fena halde yavşaklaşmış ve caza ve sanata ve güzelliğe ve estetiğe çok fena zarar vermiştir. Oysa bana göre caz müziğiyle milyonlar arasında güzel bir köprü kurmuştur. Çok da iyi etmiştir ve en az, klasikleri pop tarzında yorumlayanlar kadar yararlıdır yaklaşımı.

Tek belirleyici türler değildir, aynı zamanda görecelidir müzik sevgisi. Yer ve zaman sevdiriverir hiç sevilmeyeni veya bir an bir yerde sevilen yeniden sevilmezleşiverir uzaklaşıldığında oradan.

Ne yapılacak, insanların beyni mi hizaya sokulacak hakaretlerle? Neyle nasıl engel olunacak hissedilenlere? Araya duvar üstüne duvar örmekten başka şey getirmeyecektir bu çirkin tavırlar.

Halksız müzik, kitap, film, tiyatro, gazete, TV ve en önemlisi iktidar, neye yarar? Halkı yakalayamayanların, insanlarla kucaklaşamayanların kaçınılmaz kaderidir kenara itilmek, kıyıda köşede kalmak, birbirini alkışlamakla yetinmek, hatta avunmak. Tamam, üst düzey sanatın farkı yoktur üst seviyedeki bilimden, herkesin anlaması beklenemez ama bu demek değildir ki iyi sanat geniş kitlelerce sevilemez. Sevdirmenin yolları da sır değildir, hatta çok basittir çoğu zaman.

Halkı yakalamaktan fazlasıyla uzak, küçümseyici ve horlayıcı tavırlılar nasıl beklerler halkın kendilerini desteklemesini, nasıl umarlar anlaşılmayı?

Hakaretler, aşağılamalar, küçümsemeler fena halde bıktırdı.

Düzeylilere(!), seviyelilere(!) defalarca söylendi, işe yaramayacağını biliyorum, en iyisi şöyle dile getireyim: "Ben ne bok olduğumu biliyorum, siz ne bok yediğinizin farkında mısınız?"

Haalaa anlamıyorlarsa, yakadan düşmeyi akıl etmelidirler.

Çünkü bütün krediler çoktan tükendi.


Eyüp ŞEKER

.

NE ETSİN BİZİ UZAYLI?

KÖLELİKLE TAVUKLUK, AVCILIKLA EFENDİLİK, KONUKLUKLA KONUKSEVERLİK


Uzaylıların gelip Dünyamıza el koyacağı, bizlerin de canına okuyacağı yaklaşımı hep ilgi görmüştür. Birileri bir gün ziyaretimize gelinceye kadar da fazlasıyla taraftar bulmaya devam edecektir bu düşünce ve o güne dek emin olamayacağız neyle karşılaşacağımızdan.


Aslında çok sağlam bir dayanağı vardır bu inancın; gittiği yerlerin canına okuyan beyaz adam.


İyi de, buraya gelebilecek teknolojiye ulaşmış bir uygarlığın mensuplarının başka işleri güçleri kalmadı mı ki canına okumak için Dünya’nın başına çökecekler. Spor olsun diye canına okumayacaklarsa, son kullanma tarihi iyice yaklaşmış bir Dünyaya el koyup ne yapacaklar?


Buraya gelebilecek olanların Dünyadan başka seçenekleri de var demektir.


Gelebilmeleri demek, enerji elde etmede hiçbir güçlükleri kalmamış yani sınırsızca enerjiye sahipler demektir.


Sınırsız enerjiye sahip olmak demek, hemen her şeyi üretip yapabiliyor olmak demektir.


Kısacası, kendi güneşlerini çoktan yaratmış, sınırsız enerjilerini istedikleri gibi kullanıyorlar demektir.


Bu düzeye erişmiş bir uygarlık için toprağın altındaki hangi maden, üstündeki hangi kaynak değerli olabilir? Öyle sanıyorum hiç biri…


Geriye kalanlar arasında dehşetengiz bir seçenek de var; bizlere tavuk muamelesi yapan, en değerli besin kaynakları insan eti olan bir türdürler. Tavuk muamelesi çektikleri peşinde Dünya’ya sökün etmelerine dayanan bir iddia hepsinden dayanaksız ve saçma kalacaktır. Sınırsız enerjiye erişmiş bir uygarlık için tamamen sentetik olarak tasarlanıp üretilen hangi besin hayaldir, erişilmezdir? Tavuk muamelesi çektikleri bizler için onca yolu kat edip de ne yapacaklar, oturur yaparlar en lezzetlisinden en besleyicisine her türlü gıdalarını.


Enerji sorunları kalmamış çok gelişkin uygarlık söz konusuysa, maden, besin türü yaklaşımlar geçersizleşiyor. Geriye yere sağlam basan tek seçenek kalıyor; bilimsel amaçlı veya turistik ziyaret.


Bir de, işimize yaramadığı için farkında olmadığımız, bizler için anlamsız bir kaynağın/varlığın, onlar için çok önemli, değerli olabileceği ihtimali söz konusu tabii. Bilmediğimiz, farkında olmadığımız böyle bir kaynağı öğrenmedikçe de tehdit barındırıp barındırmadığını öğrenemeyeceğiz demektir.


Bizlere istekleri dışında zarar verebilecekleri en akıla yatkın gerekçedir. Taşıdıkları mikroorganizmalar bizler için ölümcülse tehdit oluşturacaklardır ama kesinlikle bunu öngörerek hazırlıklı geleceklerdir. Çünkü Dünyamızdakiler de başka yerlere gidip gelirken aynı aşırı titizliği gösteriyor. Çünkü akıl bunu gerektirir.


Yoksa bizlerden bir alıp verecekleri olmayacaktır.


Geldiler diyelim, ne yapacaklar?


Yiyecek ve zenginlik kaynağı olarak mı yaralanacaklar Dünyadan? Geçiniz…


Altın platin gibi değerli madenler için geleceklerini öne sürmek fazlasıyla çocukça, hatta ilkelce kalıyor. Zira buraya gelebilecek teknolojik düzeye erişenler her türlü maddeyi türlü yollardan elde etmeyi çoktan öğrenmişler ve doğal kaynaklarla uğraşmayı çoktan terk etmişler demektir. Geçiniz…


Dünyaya el koyup bakirleştirerek kendileri için yepyeni bir dünya yapılandırma seçeneği var bir de.


Peki, bizleri ne yapacaklar? Milyarlarca insanı gömseler ayrı bela, yakıp yok etseler ayrı dert; Dünyayı bizlerden arındırma seçeneklerin her biri doğal yapıya çok aşırı sert darbeler vurmak demektir. Bu düşünce hepsinden çılgınca… Tabii nadasa bırakmak da göz ardı edilemez; gelir zararlıları temizler, tekrar verimli ve mümbit hale gelmesini beklerler. Bunun için de aynı alternatifsizlik durumu geçerli, yani bulabildikleri, ulaşabildikleri tek yaşanabilir yer olması gerekir Dünya'nın.

Peki, biz gitseydik bizimki gibi bir gezegeni tercih eder miydik? Tek şartla seçerdik; diğerlerinin hepsi ulaşmamızın imkansız olduğu yerlerdeyseler ve gecikmeksizin başka bir dünyaya yerleşmek tek seçeneğimiz haline gelmişse.


Onlar da sadece bir nedenle seçeceklerdir Dünyayı; tek atımlık barutları vardır ve ancak buraya gelmelerine yetiyordur.


Büyük ihtimalle enerji ve hız sorunları olmayacaktır. Ve yine büyük ihtimalle ömür içinde gerçekleştirebileceklerdir yolculuğu. Ve zaten, ömür içinde gerçekleştirilemeyen yolculuklar yaşayan canlılar tarafından yapılmayacaktır.


Buraya gelebileceklerine göre Evrende birçok yere veya en azından Galaksimiz içindeki pek çok gezegene gidebilirler, neden burayı seçsinler? Her geçen gün biraz daha itiş kakış hale gelen bu dünyanın ne gibi bir çekiciliği olabilir çok gelişkin uygarlıklar için?


Aslında evrende bizler virüsler gibiyiz şu anda.


Birkaç Yy öncesine kadar bir yerdeki virüsün Dünyanın öbür ucuna gitmesi pek mümkün değildi. Tek taşıyıcıları, kıtalararası gidebilen göçmen kuşlar veya balıklardı. Ne zaman ki çok uygun bir taşıyıcı olarak bir takım yerlere gidebilen insan sahneye çıktı, virüsler için nerdeyse imkansız olan gerçekleşti ve o güne dek karşılaşmamışlarda yaşamsal tehdit oluşturmaya başladılar.


Ulaşabilirlik açısından mikroorganizmalar gibiydik ve yakınımızdakiler dışındaki yerlere erişme yeteneğimiz yoktu. Ne zaman ki uygun araçlar ortaya çıktı o zaman gidebilmeye ve taşıyabildiklerimizi taşımaya başladık.


Tıpkı, onları taşıyan insanları taşıyan uçaklar ortaya çıktığında, imkansız olan yerlere ulaşmaya başlayan çiçek gibi SARS gibi.


Araçlarımız henüz ortaya çıkmadığından virüsler gibiyiz şu anda uzayda.


Araçlarına erişmiş türlerin dolaşıp dolaşamadığını ise bilmiyoruz.


Önce onlar mı gelecek yoksa biz mi gideceğiz, bunu da bilmiyoruz.


Ve o güne kadar bilmediğimiz yeni tehdit nedenlerini öğrenmemişsek, köle mi, tavuk mu, yoksa konuksever mi olacağımızı bilemeyeceğiz.


Konukluk ve konukseverlikten uzak karşılaşmalarda, önce biz gitmişsek, avcılık, efendilik şansımız yüksek olurken, biz gidemeden gelenlere karşı av ve köle durumunda kalabileceğimiz ihtimalinin yüksekliği açıktır.


Bir şey daha çok açıktır; eğer insan Evren'de asla dolaşamayacaksa Evren zaten yok demektir, bir gün oralara gidebilecekse eğer Evren var demektir ve ama bu Dünyadakiler ama başkasındakiler gideceklerdir bir uçtan diğerine ve zaten gitme gücüne erişmişler dolaşabiliyorlardır dolaşabildikleri yerlerde.


Büyük ihtimalle burada yanıtlayamayacağımız “Neden varız?” sorusunun yanıtını oralara erişmeye başladığımızda yanıtlayabileceğiz ya da yanıtlamaya yaklaştığımızı kavrayacağız.


Çünkü bu muazzam sorunun yanıtı için bu Dünya çok ama çok küçük.


Eyüp Şeker


22 Mayıs / 2 Temmuz 2010