ŞANINA ŞAN KATTIN


Çok esaslı avcısın; yakalayıp kafese tıktığın, gözüne kan bürümüş 30 vahşi canavarı kurşuna dizdirirken manga komutanlığı da kesinlikle sana düşer.

Şanına da yakışır, hem de çok...

İndir gitsin kılıcı.




                Eyüp Şeker



TAK-ŞAK OLMAK YA DA OLMAMAK, İŞTE BÜTÜN MESELE BU

Eski donanma komutanı Nusret Güner: Savcı bana şantaj yaptı



HER SAZAN AYMAYI TADACAKTIR. AYNALI SAZANLAR GECİKEBİLİR.

Nilgün Cerrahoğlu (Cumhuriyet): ERDOĞAN 'DEVLET BENİM' DİYOR



Devlet benim!” diyen “Güneş Kral” gibi artık başbakan.
Ağzından çıkan söz, söz değil “kanun” niteliğinde!
Ne derse o!
Hele bir sorgulamaya kalkın!
Kızlı erkekli kalınan “özel evlere”, örneğin devlet nasıl müdahale edecek, özel mülke, özel alana hangi yasalar kapsamında acaba karışacak? 
Herkesin merak ettiği soru bu.
Finlandiya seferi arifesinde bir gazeteci Başbakan’a naçizane bu soruyu yöneltmeye kalktı, anında ağzının payını aldı: 
Müstakil özel evlerde bir kız ya da bir genç aynı evde kalması ne denli uygun olabilir? Siz uygun buluyorsanız, size hayırlı olsun” dedi Başbakan. 
Bundan daha belden aşağı vuran bir yanıt olabilir mi?
Basın mensubu ne yapsın? Boynu kıldan ince. Başbakan’ı frenleyecek hiçbir güç kalmadığı için karşısında ileri geri konuşuyor, dilediğini söylüyor ve dilediğini dayatıyor. 
Tak” emrediyor; devlet erkânı “şak” yapıyor. “
Valiliklerin (özel olana müdahale için) ne gibi bir yetkisi var” diye üsteliyor gazeteci.
Düzenlemeden sonra gerekli yetkiyi alırlar!” yanıtıyla karşılık veriyor AKP lideri. 
İşte bu kadar!

‘Anayasa ile devlete verilen görev’

Bu durumda Erdoğan’ın tercihleri yasaların üstüne çıkıyor. Düzenlemeler onun istekleri doğrultusunda yapılıyor/yapılabiliyor. Kanunda, hukukta, anayasada karşılığı var mı gibi sorular ince teferruat oluyor. 
Şimdi her gerekçe istenilen düzenleme için kalkan edinilecek. 
Adana Valisi Hüseyin Avni Coş, durumdan vazife çıkartıp hemen “Başbakan talimat verir, ben yaparım” dedi: “Gençliğin korunması, gençliğin kötü alışkanlıklardan korunması anayasa ile devlete verilmiş görevler arasındadır! 
Bireysel özgürlüklerimiz diğer deyişle ortadan kalkıyor.
Özel yaşam ve kamu arasında her türlü ayrım bertaraf ediliyor. 
Devlet “özel”e, “özel” olana her gerekçeyle müdahale yetkisini kendinde buluyor. 
Kişi hak ve özgürlükleri bir kez baş kriter olmaktan çıktıktan sonra, müdahale için her mazaret öne sürülebilir. 
Dikta rejimleriyle, özgür demokratik rejimleri birbirinden ayıran en önemli üç fark buradadır: 
1- Liderin sözünün kanun olması… 
2- Özel yaşamın özel olmaktan çıkıp devletin müdahale alanına girmesi…
3- Liderin partisinin “devlet” haline gelmesi.

Erdoğan’a boşuna ‘Sultan’ demiyorlar

Hasan Cemal tüm bunlar olurken altını çizerek “Erdoğan diktatör değildir” diye yazmış. 
Diktatör değil, padişahtır!” demek mi istiyor acaba diye düşündüm. 
Güçleri anayasayla kısıtlanamayan padişahlar döneminde de durum böyleydi çünkü. 
Yedi düvel boşu boşuna Erdoğan’a “Sultan” demiyor!
Konu gerçekte burada Hasan Cemal hiç değil ama okun bu kadar yaydan çıktığı bir dönemde insanın, Erdoğan’a “demokrasi bağlamında” hâlâ ısrarla kredi açan bir yazı okuması, kimyasını etkiliyor.
Nazlı Ilıcak hiç olmazssa bugün açıkça artık; “Geçmişte AKP’ye oy vermiş olmaktan utanıyorum. Bunlar (evlerin denetlenmesi bağlamında) hukuk dışı işlemlerdir” diyerek yakınıyor.
Yetmez ama evet”çilerin en ön saftaki temsilcilerinden Cemal, hâlâ ortada top çevirmekte mahsur görmüyor. 
Geçmişteki “yetmez ama evet”inden pişman değilmiş de “Demokratik değerler konusunda Erdoğan yarın doğru yolu bulursa, onu gene desteklermiş!” de, Erdoğan’ın Türkiye’yi din devleti yapmak ajandası yokmuş da vs. vs... 

Elçi de ‘Humeyni İranı’na’ benzetti 

Bundan üç gün önce İran’ın Ankara Büyükelçisi Ali Rıza Bikdeli konuştu. Hürriyet’e verdiği röportajda AKP Türkiyesi ile Humeyni İranı arasında paralellik kurdu ve “İran’da Humeyni, Türkiye’de AKP İslama meylin yolunu açtı” dedi. 
İranlı büyükelçi diplomatik dille bu kadarını söyledi. Büyükelçi Bikdeli’nin açıklamaları tam Meclis’e giren “türban zaferi” ve Erdoğan’ın dini gerekçelerle yaşam tarzına her gün yeni bir müdahaleyi dayattığı bir döneme denk geldi.
İran’da da her şey “tesettür/türban” ve okullarda kızlarla erkekleri ayırmakla başlamıştı. 
Şeriat sonra geldi.
Referanslar bir kez “din”e kaymasın, durdurmak mümkün değildir. 
Türban, okullar, yurtlar, evler derken.. bakmışsınız sıra, misal, toplu ulaşım araçlarına gelmiş. 
Türkiye devasa bir “bayan yanı” otobüsü olup çıkmış! 
Biz yıllardır “Türkiye İranlaşıyor”derken hep “laikçilik”le suçlandık. 
Vehim üretmekle, paranoya beslemekle itham edildik.
Tehlikenin farkında mısınız?” dediğimizde alaya alındık. 
Az kaldı. Yalnız Nazlı Ilıcak değil, hepsi utanacak.  





İLERİ DEMOKRASİDE İLERİ HUKUKA YAN BAKANA BEDELİ AĞIR ÖDETİLİR

“Bu gazinin en kısa zamanda öldürülebilmesi için AKP’ye oy verin”

KAPAYIN ÇENENİZİ, YOLUN AŞIĞI ‘ÇEVRECİNİN DANİSKASI’NDAN İYİ Mİ BİLECEKSİNİZ

Osman İkiz (Stockholm / Cumhuriyet):  VAH HALİMİZE

Kuzey kutup bölgesindeki araştırmalarını tamamlayıp bir ay önce Stockholm’de toplanan BM İklim Paneli’ne yetişmiş, gördüklerini görsel malzemelerle anlatıyor. Anlattıkları bildiğim şeyler ama yine de heyecanlanıyorum. Buzullar eriyor, Rusya’nın step bölgelerinde buzların çözülmesinden dolayı topraktan metan gazı çıkıp atmosfere yayılıyor. Buz üstünde yaşamaya alışkın kutup ayıları, yaşam alanları yok olduğundan karada biçare dolaşıyor, ne kendini doyurabiliyor ne de yavrularını. Trajedi bu kadar değil. Anne ayı açlıktan ölme aşamasına gelince yavrusunu yemek zorunda kalıyor. Doç.Tom Arnbom tanıklık ettiği bütün bu olayları görüntülemiş. Televizyon ekranlarında yüzlerce kez gördüğümüz görüntüler belki ama canlı tanıktan dinlemek daha sarsıcı. Uzmanlar İklim Paneli’nde sonuç bildirgesi üzerinde çalışırken çevreci sivil toplum kuruluşlarının uzmanları da yan salonlarda seminerler veriyor. Tom Arnbom, en büyük çevreci kuruluş olan Dünya Doğayı Koruma Vakfı’nın temsilcisi. Metan gazının, karbondioksitten 23 kat daha etkili olduğunu söyleyince, dinleyenlerden bazılarından korkuyu yansıtan, hayret sesleri geldi. Oysa bu da yazıldı ve pek çok kişi tarafından biliniyor. Demek henüz duymayanlar da varmış. İnsanın isyan edesi geliyor. Dünyanın en önemli sorunu konuşuluyor ve öyle anlaşılıyor ki sorunun ne kadar ciddi olduğu sanki tam olarak kavranmamış. İnsanlarda bir akıl tutulması var. İnsanlık tıpkı bugün kutup ayılarının düştüğü durumla yüz yüze gelebilir. Muhtemelen de gelecek. Kendi yaşam sürelerinde böyle bir felaketle karşılaşmayacaklarını düşündüklerinden dolayı mı acaba duyarsızlar? Acaba bu akıl tutulmasına bir virüs mü yol açtı? Bu virüsü uzaylılar mı attı? İnsanın aklına her türlü absürd soru geliyor elbette insanların duyarsızlığını görünce. Oysa gelmekte olan felaketi ortalama bir insan zekâsının bile kavraması gerekiyor. Ama hırs ve iktidar kavgasıyla, medyanın insanları ahmaklaştıran yayınları ortaya böyle bir manzara çıkardı. Tom Arnbom, buzulların erimesi, iklim değişikliğinin ve gelmekte olan felaketin en belirgin işareti ama kimsenin aldırdığı yok diye belirttikten sonra kuzey kutbunun yeni bir iktidar ve çıkar çatışmasına sahne olduğunu anlatıyor: “Ruslar kuzeyde denizin dört bin küsur metre derinliğine bayraklarını dikti. Petrol ve maden şirketleri de denizin dibindeki kaynaklar için ellerini ovuşturmakta.” Yani iklim değişikliği, alınması gereken önlemler, yaşam biçimini değiştirmenin zorunluğu kimsenin umurunda değil. Peki, iklim değişikliği demek, dünyanın önce ısınacağı sonra da buzul dönemine geçileceği anlamına geliyor. Bu süreçte neler yaşanacak?: “Sıcaklık arttıkça direnci az olan yaşlılar, bebekler yaşamını yitirecek. Kuraklık ve seller olağan hale gelecek. Bu da insanların göç etmesine yol açacak. Göçler başka sorunlara yol açacak. Yeni hastalıklar ortaya çıkacak. Ve insanlık akla gelmedik daha birçok sorunla yüz yüze gelecek.” Yani bir insanlık kırımı yaşanacağı belli ama insanlar galiba bu konuda konuşulanları duymak, felaketleri düşünmek istemiyor. Bir konunun fazla konuşulmasının insanlar üzerinde yorucu etki yarattığında doğruluk payı var mutlaka. Edebiyatçılar da bunu tartışmaya başladı. ABD’de felaket senaryoları üzerine çok sayıda film yapıldı, roman yazıldı. Bazı romancılar iklim değişikliği, küresel ısınma, felaket falan demeden yazmaya özen gösterdiklerini söylüyorlar. Nedeni de bu sözcüklerin okur üzerinde itici etki yaratması. Bayağı ilginç bir saptama. Tom Arnbom da aynı görüşte. Sorulmadıkça olası felaketlerden söz etmiyor. Politikaya da girmemeye özen gösteriyor. Dayanamayıp İsveçli politikacıların tutumunu soruyorum. Sadece gülüyor. Politikacı esnafı kendini tüketmiş, demokrasinin kötü figüranlarından başka bir şey değil galiba. Bakın size birkaç gün öncesinden taze bir örnek. Çevre Partisi’nden Milletvekili Mats Pertoft, çevre bakanlığının yerine getirmesi için nasıl bir önerge verdi: Kış aylarında kullanılan çivili otomobil lastiklerinden çıkan tozların hamileler ve çocuklar için hayati tehlike yaratması nedeniyle Norveç’te olduğu gibi, İsveç’te de kullanımının vergilendirilmesini talep etti. Parayı ver çivili lastiği kullan, çocuklara, hamilelere ne olursa olsun. Bunu talep eden de çevreci bir milletvekili. Akıl tutulması bu olsa gerek. Vah halimize.




BİR YANDA KAZILAN KUYULAR, BİR YANDA MUTLU MU MUTLU KUZULAR

DAVA TAŞI NEDİR?

Melih Aşık (Milliyet): DAVA TAŞI NEDİR?

Balyoz kararları kamuda türbanın serbest bırakılmasıyla aynı günlere denk geldi... Ön planda bir demokratikleşme söylemi pazarlanıyorsa da... Arka planda başka bir mücadelenin sürdürüldüğü kolayca görülüyor. Başbakan salı günü grup toplantısında diyor ki:

- Biz, öyle bir davanın mensuplarıyız ki bu dava adeta iğne ile kuyu kazılarak bu günlere ulaşmıştır.... Başımızı asla öne eğmeyecek, dava taşını gediğine koyana kadar mücadeleye devam edeceğiz.

* * *

Acaba bu dava taşı nedir? Ne zaman, ne şekilde gediğine konulacak?

Halen AKP milletvekili olan, geçmişte Tayyip Erdoğan’ın arkadaşı olup onun danışmanlığını da yapan Mehmet Metiner, 6 Temmuz 2003 tarihli Radikal gazetesinde diyor ki:

“Hiç kuşkusuz amacımız İslami bir devlet kurmaktı ve bu devlet eliyle toplumu İslamileştirmekti. İran’daki gibi bir devrimle de olsa, Pakistan’daki gibi bir askeri darbeyle de olsa fark etmezdi, yeter ki halkın çoğunluğunun Müslüman olduğu bu ülkede İslami bir devlet kurulsundu. Ama bizler Türkiye’de diğer ülkelerden farklı olarak bunun ancak parti yoluyla gerçekleşebileceğine inanıyorduk.”

Mehmet Metiner’in bu sözleri dava taşı konusunda da fikir veriyor sanırız...



DEVRİM Kİ, NE DEVRİM; YASAKLADIĞINA ÖZGÜRLÜK GETİRME DEVRİMİ:

Hüseyin Çelik'in bir marifeti daha ortaya çıktı

BİR BİLMECEM VAR KOYUNLAR



Sıcak suya atılanlar kaçarken, yavaş yavaş ısıtılan sudakilere ne olur?


          Eyüp Şeker



TURBOSU "YETMEZ AMA EVET" OLAN BAŞGÜDÜCÜNÜN TRAMVAYI

Uğur Dündar
ugur.dundar@ugurdundar.com.tr




O hal­de AKP bu pa­ket­le­ri aça­rak ne­re­ye ko­şu­yor?Me­ğer ney­miş?
AKP yan­daş­la­rı­nın ye­re gö­ğe sığ­dı­ra­ma­dık­la­rı “de­mok­ra­si (!) pa­ke­ti­”, CHP’­nin da­ha ön­ce Mec­li­s’­e sun­du­ğu ya­sa öne­ri­le­ri­nin çok kö­tü bir kop­ya­sıy­mış!
CHP Ge­nel Baş­ka­nı Ke­mal Kı­lıç­da­roğ­lu, ön­ce­ki gün ka­me­ra­la­rın kar­şı­sı­na geç­ti ve ha­zır­la­dık­la­rı pa­ke­tin içe­ri­ği­ni mad­de mad­de açık­la­dı.
Son­ra da bun­la­rın tü­mü­nün AKP oy­la­rıy­la red­de­dil­di­ği­ni söy­le­di.
Ara­nız­da şa­şı­ran var mı­dır, bil­mi­yo­rum.
Ama ben hiç şa­şır­ma­dım.
Zi­ra AK­P’­nin çağ­daş de­mok­ra­si pe­şin­de koş­tu­ğu­nu san­mı­yo­rum.
Çün­kü Baş­ba­ka­n’­ın yıl­lar ön­ce “De­mok­ra­si bir tram­vay­dır! Gi­de­ce­ği­niz ye­re ka­dar gi­der ora­da iner­si­niz!” de­di­ği­ni da­ha dün­müş gi­bi ha­tır­lı­yo­rum.
* * *
So­ru­nun ce­va­bı­nı AKP İs­tan­bul İl Baş­ka­nı Aziz Ba­buş­çu yaz ay­la­rın­da şöy­le ver­miş­ti:
“Ö­nü­müz­de­ki 10 yıl çok fark­lı ola­cak. Çün­kü bu 10 yıl­da ih­ya ve in­şa dö­ne­mi baş­la­ya­cak! Ge­ri­de ka­lan 10 yıl­da pay­da­şı­mız olan li­be­ral­ler bi­le ‘ih­ya ve in­şa­’ dö­ne­min­de kar­şı sa­fı­mız­da yer ala­cak!”
Pe­ki Aziz Ba­buş­cu “ih­ya­” ve “in­şa­” di­ye­rek ne­yi kast et­miş­ti?
Ta­raf­sız yo­rum­cu­la­ra gö­re “Ye­ni­den Os­man­lı­”yı!..
De­ği­şi­min ta­ri­hi­ni bi­le ver­miş­ti:
2023’ü, ya­ni Cum­hu­ri­ye­tin 100. yı­lı­nı işa­ret et­miş­ti!
Da­ha ne de­sin?
* * *
“Ye­ni dev­let dü­ze­ni na­sıl ola­cak?” so­ru­su­na ce­vap da es­ki Mil­li Eği­tim Ba­ka­nı Ömer Din­çe­r’­den yıl­lar ön­ce gel­miş­ti: (Bi­lim ve Hik­met Der­gi­si-1995)
“İs­lam bir ya­şam tar­zı­dır, bü­tün alan­la­rı kap­sar. Bu ne­den­le dev­le­tin kad­ro­la­rı­nın şe­ri­at­çı­lar­dan oluş­tu­rul­ma­sı yet­mez. Yal­nız­ca ya­sa­ma ve yü­rüt­me er­kin­de de­ğil, yar­gı er­kin­de ve ya­şa­mın tüm alan­la­rın­da ka­rar ver­me gü­cü ele ge­çi­ri­le­cek, Cum­hu­ri­yet dü­ze­ni ye­ri­ne İs­la­mi ku­ral­lar ko­nu­la­cak­tır. Ör­ne­ği­miz Os­man­lı dev­let dü­ze­ni ola­cak­tır!”
* * *
Pa­ke­tin içe­ri­ğin­den ve ba­zı AK­P’­li­le­rin ko­nuş­ma­la­rın­dan an­la­şı­lı­yor ki, ha­yal­ler­de­ki ye­ni dev­let dü­ze­ni­ne adım adım yak­la­şı­yo­ruz.
O hal­de Baş­ba­kan bun­dan son­ra­ki pa­ke­ti tram­vay­da aç­ma­lı!.
Böy­le­ce hem han­gi du­rak­ta ine­ce­ği­ni gö­rü­rüz.
Hem de gün­ler ön­ce­sin­den de­mok­ra­si dev­ri­mi (!) bek­len­ti­si ya­ra­tan yan­daş med­ya­nın, tram­vay­dan inip gi­den Baş­ba­ka­n’­ın ar­dın­dan ata­ca­ğı şa­ha­ne (!) man­şet­le­ri de öğ­ren­miş olu­ruz!

SÖZCÜ






İŞ GÜÇ






















CAMLI ÇERÇEVE

CAMLI ÇERÇEVE

CAMLI ÇERÇEVE

CAMLI ÇERÇEVE

CAMLI ÇERÇEVE



CAMLI ÇERÇEVE

CAMLI ÇERÇEVE