KAPAYIN ÇENENİZİ, YOLUN AŞIĞI ‘ÇEVRECİNİN DANİSKASI’NDAN İYİ Mİ BİLECEKSİNİZ
Osman İkiz (Stockholm / Cumhuriyet): VAH HALİMİZE
Kuzey kutup bölgesindeki araştırmalarını tamamlayıp bir ay
önce Stockholm’de toplanan BM İklim Paneli’ne yetişmiş, gördüklerini görsel
malzemelerle anlatıyor. Anlattıkları bildiğim şeyler ama yine de
heyecanlanıyorum. Buzullar eriyor, Rusya’nın step bölgelerinde buzların
çözülmesinden dolayı topraktan metan gazı çıkıp atmosfere yayılıyor. Buz
üstünde yaşamaya alışkın kutup ayıları, yaşam alanları yok olduğundan karada
biçare dolaşıyor, ne kendini doyurabiliyor ne de yavrularını. Trajedi bu kadar
değil. Anne ayı açlıktan ölme aşamasına gelince yavrusunu yemek zorunda
kalıyor. Doç.Tom Arnbom tanıklık ettiği bütün bu olayları
görüntülemiş. Televizyon ekranlarında yüzlerce kez gördüğümüz görüntüler belki
ama canlı tanıktan dinlemek daha sarsıcı. Uzmanlar İklim Paneli’nde sonuç
bildirgesi üzerinde çalışırken çevreci sivil toplum kuruluşlarının uzmanları da
yan salonlarda seminerler veriyor. Tom Arnbom, en büyük çevreci kuruluş olan
Dünya Doğayı Koruma Vakfı’nın temsilcisi. Metan gazının, karbondioksitten 23
kat daha etkili olduğunu söyleyince, dinleyenlerden bazılarından korkuyu
yansıtan, hayret sesleri geldi. Oysa bu da yazıldı ve pek çok kişi tarafından
biliniyor. Demek henüz duymayanlar da varmış. İnsanın isyan edesi geliyor.
Dünyanın en önemli sorunu konuşuluyor ve öyle anlaşılıyor ki sorunun ne kadar
ciddi olduğu sanki tam olarak kavranmamış. İnsanlarda bir akıl tutulması var.
İnsanlık tıpkı bugün kutup ayılarının düştüğü durumla yüz yüze gelebilir.
Muhtemelen de gelecek. Kendi yaşam sürelerinde böyle bir felaketle
karşılaşmayacaklarını düşündüklerinden dolayı mı acaba duyarsızlar? Acaba bu
akıl tutulmasına bir virüs mü yol açtı? Bu virüsü uzaylılar mı attı? İnsanın
aklına her türlü absürd soru geliyor elbette insanların duyarsızlığını görünce.
Oysa gelmekte olan felaketi ortalama bir insan zekâsının bile kavraması
gerekiyor. Ama hırs ve iktidar kavgasıyla, medyanın insanları ahmaklaştıran
yayınları ortaya böyle bir manzara çıkardı. Tom Arnbom, buzulların erimesi,
iklim değişikliğinin ve gelmekte olan felaketin en belirgin işareti ama
kimsenin aldırdığı yok diye belirttikten sonra kuzey kutbunun yeni bir iktidar
ve çıkar çatışmasına sahne olduğunu anlatıyor: “Ruslar kuzeyde denizin dört bin küsur metre derinliğine bayraklarını
dikti. Petrol ve maden şirketleri de denizin dibindeki kaynaklar için ellerini
ovuşturmakta.” Yani iklim değişikliği, alınması gereken önlemler,
yaşam biçimini değiştirmenin zorunluğu kimsenin umurunda değil. Peki, iklim
değişikliği demek, dünyanın önce ısınacağı sonra da buzul dönemine geçileceği
anlamına geliyor. Bu süreçte neler yaşanacak?: “Sıcaklık arttıkça direnci az olan yaşlılar, bebekler yaşamını
yitirecek. Kuraklık ve seller olağan hale gelecek. Bu da insanların göç
etmesine yol açacak. Göçler başka sorunlara yol açacak. Yeni hastalıklar ortaya
çıkacak. Ve insanlık akla gelmedik daha birçok sorunla yüz yüze gelecek.” Yani
bir insanlık kırımı yaşanacağı belli ama insanlar galiba bu konuda
konuşulanları duymak, felaketleri düşünmek istemiyor. Bir konunun fazla
konuşulmasının insanlar üzerinde yorucu etki yarattığında doğruluk payı var
mutlaka. Edebiyatçılar da bunu tartışmaya başladı. ABD’de felaket senaryoları
üzerine çok sayıda film yapıldı, roman yazıldı. Bazı romancılar iklim
değişikliği, küresel ısınma, felaket falan demeden yazmaya özen gösterdiklerini
söylüyorlar. Nedeni de bu sözcüklerin okur üzerinde itici etki yaratması.
Bayağı ilginç bir saptama. Tom Arnbom da aynı görüşte. Sorulmadıkça olası
felaketlerden söz etmiyor. Politikaya da girmemeye özen gösteriyor. Dayanamayıp
İsveçli politikacıların tutumunu soruyorum. Sadece gülüyor. Politikacı esnafı
kendini tüketmiş, demokrasinin kötü figüranlarından başka bir şey değil galiba.
Bakın size birkaç gün öncesinden taze bir örnek. Çevre Partisi’nden
Milletvekili Mats Pertoft, çevre bakanlığının yerine getirmesi için
nasıl bir önerge verdi: Kış aylarında kullanılan çivili otomobil lastiklerinden
çıkan tozların hamileler ve çocuklar için hayati tehlike yaratması nedeniyle
Norveç’te olduğu gibi, İsveç’te de kullanımının vergilendirilmesini talep etti.
Parayı ver çivili lastiği kullan, çocuklara, hamilelere ne olursa olsun. Bunu
talep eden de çevreci bir milletvekili. Akıl tutulması bu olsa gerek. Vah
halimize.
BİR YANDA KAZILAN KUYULAR, BİR YANDA MUTLU MU MUTLU KUZULAR
DAVA TAŞI NEDİR?
Melih
Aşık (Milliyet):
DAVA TAŞI NEDİR?
Balyoz
kararları kamuda türbanın serbest bırakılmasıyla aynı günlere denk geldi... Ön
planda bir demokratikleşme söylemi pazarlanıyorsa da... Arka planda başka bir
mücadelenin sürdürüldüğü kolayca görülüyor. Başbakan salı günü grup
toplantısında diyor ki:
- Biz,
öyle bir davanın mensuplarıyız ki bu dava adeta iğne ile kuyu kazılarak bu
günlere ulaşmıştır.... Başımızı asla öne eğmeyecek, dava taşını gediğine koyana
kadar mücadeleye devam edeceğiz.
* * *
Acaba bu
dava taşı nedir? Ne zaman, ne şekilde gediğine konulacak?
Halen AKP
milletvekili olan, geçmişte Tayyip Erdoğan’ın arkadaşı olup onun danışmanlığını
da yapan Mehmet Metiner, 6 Temmuz 2003 tarihli Radikal gazetesinde diyor ki:
“Hiç kuşkusuz amacımız
İslami bir devlet kurmaktı ve bu devlet eliyle toplumu İslamileştirmekti. İran’daki
gibi bir devrimle de olsa, Pakistan’daki gibi bir askeri darbeyle de olsa fark
etmezdi, yeter ki halkın çoğunluğunun Müslüman olduğu bu ülkede İslami bir
devlet kurulsundu. Ama bizler Türkiye’de diğer ülkelerden farklı olarak bunun
ancak parti yoluyla gerçekleşebileceğine inanıyorduk.”
Mehmet
Metiner’in bu sözleri dava taşı konusunda da fikir veriyor sanırız...
TURBOSU "YETMEZ AMA EVET" OLAN BAŞGÜDÜCÜNÜN TRAMVAYI
Uğur
Dündar
ugur.dundar@ugurdundar.com.tr
O halde
AKP bu paketleri açarak nereye koşuyor?Meğer neymiş?
AKP yandaşlarının
yere göğe sığdıramadıkları “demokrasi (!) paketi”, CHP’nin daha
önce Meclis’e sunduğu yasa önerilerinin çok kötü bir kopyasıymış!
CHP Genel
Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, önceki gün kameraların karşısına
geçti ve hazırladıkları paketin içeriğini madde madde açıkladı.
Sonra
da bunların tümünün AKP oylarıyla reddedildiğini söyledi.
Aranızda
şaşıran var mıdır, bilmiyorum.
Ama ben
hiç şaşırmadım.
Zira AKP’nin
çağdaş demokrasi peşinde koştuğunu sanmıyorum.
Çünkü
Başbakan’ın yıllar önce “Demokrasi bir tramvaydır! Gideceğiniz
yere kadar gider orada inersiniz!” dediğini daha dünmüş gibi hatırlıyorum.
* * *
Sorunun
cevabını AKP İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu yaz aylarında şöyle
vermişti:
“Önümüzdeki
10 yıl çok farklı olacak. Çünkü bu 10 yılda ihya ve inşa dönemi başlayacak!
Geride kalan 10 yılda paydaşımız olan liberaller bile ‘ihya ve inşa’
döneminde karşı safımızda yer alacak!”
Peki
Aziz Babuşcu “ihya” ve “inşa” diyerek neyi kast etmişti?
Tarafsız
yorumculara göre “Yeniden Osmanlı”yı!..
Değişimin
tarihini bile vermişti:
2023’ü,
yani Cumhuriyetin 100. yılını işaret etmişti!
Daha ne
desin?
* * *
“Yeni
devlet düzeni nasıl olacak?” sorusuna cevap da eski Milli Eğitim Bakanı
Ömer Dinçer’den yıllar önce gelmişti: (Bilim ve Hikmet Dergisi-1995)
“İslam
bir yaşam tarzıdır, bütün alanları kapsar. Bu nedenle devletin kadrolarının
şeriatçılardan oluşturulması yetmez. Yalnızca yasama ve yürütme
erkinde değil, yargı erkinde ve yaşamın tüm alanlarında karar verme
gücü ele geçirilecek, Cumhuriyet düzeni yerine İslami kurallar
konulacaktır. Örneğimiz Osmanlı devlet düzeni olacaktır!”
* * *
Paketin
içeriğinden ve bazı AKP’lilerin konuşmalarından anlaşılıyor
ki, hayallerdeki yeni devlet düzenine adım adım yaklaşıyoruz.
O halde
Başbakan bundan sonraki paketi tramvayda açmalı!.
Böylece
hem hangi durakta ineceğini görürüz.
Hem de
günler öncesinden demokrasi devrimi (!) beklentisi yaratan yandaş
medyanın, tramvaydan inip giden Başbakan’ın ardından atacağı şahane
(!) manşetleri de öğrenmiş oluruz!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)