SİGARA SÜRÜNDÜRÜR

BİRİ BİZ KATİLLERİMİZİ DURDURMALI

Savaş Dinçel’in ölümü büyük yanlışımızı bir kez daha anımsattı, aslında yüzüme çarptı. Ne mi? Doktorlar ve bilim ne kadar söylerse söylesin, sigaradaki büyük tehlikeleri görmüyor görmek istemiyor, önemsizmiş gibi davranmaya devam ediyoruz. En azından benim için bu böyle: Yaklaşık bir yıl önce pipoyu bıraktım. Durup dururken veya uyarılara kulak verdiğim için değil, vücudum alarm vermeye, organlarım çığlık atmaya başladığı için yapmıştım bunu. 51 yaşındayım, yani taşı sıksam suyunu çıkartırım dönemlerini geride bırakalı uzun yıllar oldu, yani Süpermenliğim çoktan kadayıf oldu.

Tütünden uzak durduğum veya durmaya çalıştığım bu süre içinde sağlığımda açıkça belli olan düzelmeler ortaya çıktı. En başta cildimde inanmakta zorlandığım düzelmeler oluyordu. Zımparaya dönmüş derimi korumak için avuç avuç merhem ve krem kullanıyor, kanamaya varan çatlamalara engel olmaya çalışıyor, kaşıntıyla kıvranıyordum. Tütünden uzak kaldığım dönemde bütün bunları unutup gitmiştim neredeyse…

Üç ay kadar önce tekrar içmeye başladıktan sonra, hem de eskisine göre az miktarda az sayıda içmeme rağmen ciltteki rahatsızlıklar öyle hızlı geri geldi ki, tam anlamıyla dehşete kapıldım ve bir kez daha anladım ki, çok kötü kullandığım vücudum artık kaldıramıyor, layık gördüğüm belalarla başa çıkmakta çok çok yetersiz kalıyor. Korkunç bir kaşıntı, özellikle yüzümde, açıkça yaraya dönüşmeye başlayacak çatlamalar, uykuya dalmanın ve uyumanın bela haline gelmesi, nefes darlığı, mide ağrıları, göğüs sıkışması, sıkıntıyla uyanmalar, bu kısa dönemde eskisine göre çok daha şiddetli olarak kendini gösterdi. Bir de üşüme… Evet üşüyorum, oda ortamında ve yatakta yorganın altındayken bile… Buna getirebildiğim açıklama, oksijen yetersizliği… Bunu anlattığım doktor diyemediğim kendisini doktor zanneden biri dudak bükerek geçiştirmişti duyurmaya çalıştıklarımı… Birine daha sormak kısmet olmadı… Tabii henüz…

Bir hücreler bütünü ve bunlarda gerçekleşen bir kimyasal işlemler toplamından ibaret olduğumuzu genellikle görmezden geliyoruz. Hatta görmüyoruz bile… Yiyecek içecek oksijen, biraz karbondioksit ve diğer gazlar yaşatıyor bizi. Yanlış veya eksik yiyeceklerin sonuçlarını kolayca görüp tedbir alırken solunumu çok kolay göz ardı ediyoruz. Hücrelerimizin yiyecekler kadar, hatta daha çok oksijene ihtiyacı var. Hem de çok… Açlıkla susuzlukla kıyaslanmayacak şekilde oksijensizliğe birkaç dakika dayanabildiğimizi çok iyi bilmemize rağmen soluduklarımıza aldırmamayı yeğliyoruz. Biz, çok gereken o oksijenin yerine sigaranın zehirlerini gönderiyoruz hücrelere. Çünkü sarhoşluk hissinden hoşlanıyoruz. Fakat sarhoşluğun, yerine alkol veya karbonmonoksit gibi zehirleri koymamız yüzünden oksijensiz kalan beyin hücrelerinin görevini yapamaz hale gelmesiyle ortaya çıktığını bilmiyor ya da görmek istemiyoruz. Sarhoş olmak için hücreleri öldürüyor veya geçici olarak işlevsizleştiriyor, sonra da ortaya çıkan türlü rahatsızlık için doktorlara koşturuyor, şifa bulmaya çalışıyoruz. Dahası, yediğimiz bu akıl almaz haltı bilim bize anlatıyor, nedenleri nasılları açıklayıp duruyor, bıkıp usanmadan sigara öldürür/öldürüyor diyor, duymuyor aldırmıyoruz. Çünkü beynimizin uyuşmasını seviyoruz. Hem de kendimizi öldürme pahasına olduğunun bilirken…

Sigara korkunç zararlar veriyor. Bunu son haftalarda yaşayarak bir kez daha öğrendim. Doktorlar ne kadar uyarsa da aldırmıyor, insanlar yanı başımızda sapır sapır devrilse bile umursamıyoruz…

Bunun bir yolu bulunmalı ve sigaradaki korkunç dehşet insanlara gösterilmelidir.

Savaş Dinçel sigara yüzünden öldü. Bu tartışmasız bir gerçek… Atatürk’ün ölümünde de çok etkiliydi sigara. En bilinen olduğundan bunu epeyce düşündüm… O günlerde kırmızı karıncalara bile yorulan o kaşıntılar yalnızca karaciğerden kaynaklanmıyordu… Oksijensiz kalan vücudun haykırmalarıydı Atatürk’ü çileden çıkartan o kaşıntılar… Savaş Dinçel’in de belasıydı bu kaşıntılar dediğimde yanılmadığımdan eminim ve büyük olasılıkla kendisi bunu alkole yoruyordu pek çok kişi gibi. Bana göre alkolden daha çok sigaranın etkisi var bu kaşıntılarda… Tabii kolayca ortaya çıkan türlü alerjide de… Gidip alerjilerimize çare arıyor, ancak sigaramıza ilişilmesin istiyoruz.

Televizyonum bozulmuştu… Servisten gelip aldılar, tamir edildi… Birkaç güne kalmadı aynı arızayı tekrarlaması… Tekrar gitti servise ve çok geçmeden aynı arıza yine ortaya çıktı… Bu arızaya sebep olan asıl arıza bulunup düzeltilmedikçe televizyonun yapılmış olmayacağı ortadaydı. Son kez gittiği serviste arızaya sebep olan asıl arıza bulunup düzeltildikten sonra tekrarlayıp duran ilk arıza da tarihe karışmış oldu.

İlerleyen yaşlarda pek çok rahatsızlığın ortaya çıkmasının önemli nedenlerinden biri, geride bıraktığımız yıllar içinde bedenimizi toksin deposuna çevirmemizdir. Taşı sıksak suyunu çıkartacağımız ölümsüz Süpermen olduğumuz yıllarda hapır hupur götürdüğümüz yiyecekler, 40’ı devirmemizle birlikte Kriptonit’e dönüşmeye başlamışsa, bunun nedeni toksin kovasına dönmemizdir. Domatese bibere Kriptonit muamelesi yapmaya başlamışsak, tek çarenin alerji haplarında yatmadığını aklımızda bulundurmamız gerekir. Hele de sigara içiyorsak hapı yutmadan önce yapmamız gereken ilk şeyin sigara paketini fırlatıp atmak olduğunu düşünmemiz gerekir. Oksijensiz bırakıp zehre boğduğumuz hücrelerimizin alerjiyle baş etmesini beklemek budalalık değilse nedir? Doğru çalışması için gerekli yakıtları vermediğimiz, aksine çalışmasını daha da bozan türlü zehirlere boğduğumuz hücrelerimiz haykırmayacak da ne yapacak? Alerjiler hücrelerimizin imdat çığlıklarından başka şey değil. Avuç avuç merhemle düzeltmeye çalıştığımız cildimizin pul pul dökülmesi de diğer bir imdat çığlığından başka şey değil. Pul pul dökülüyor önemsemezliğiyle baktığımız cildimizdeki hücrelerin ölenleridir yerlere dökülen.

Akşamdan kalmalıktaki o berbat baş ağrısı, içki ve sigarayla fazladan öldürdüğümüz beyin hücrelerinin sonucundan başka şey değil. Her gün belli sayıda hücre ölüyor ve belli sayıda yenileri doğuyor. Bütün organlar için geçerli bu… Büyüme çağında, doğanlar ölenlerden fazlayken, yaşlanma sürecinde tersine dönüyor doğum ölüm miktarları. Bu doğal bir süreç ve anlaşılmaz bir yanı yok. Doğal olmayan, sigara ve içkiyle normalinden fazla hücre öldürmemiz… Bunlar ise geri gelmiyor… Yaşlanma sürecinde yeni hücre sayısı azalırken ölümleri artırmak çok kolaylaşıyor. Çünkü zehirli atık ve toksin deposuna çevrilmiş vücutların direnecek mecali olmuyor. Ve biz tiryakiler sigarayı veya içkiyi fazla kaçırdığımızda başımızın ağrıdığını görüp iki aspirin yutarız. Yetmezse soda limonlar falan… Hepsi budur… Akşamdan kalmayız işte… Oysa doktorlar ve araştırmacılar ikide bir yayın organlarında söylerler böyle baş ağrılarının nedeninin içki ve sigarayla fazladan öldürülmüş beyin hücreleri olduğunu. Bizi pek ilgilendirmez işin bilimsel tarafı. Biz akşamdan kalmayızdır, hepsi bu… Ve hiç kafa yormayız öldürdüğümüz diğer organlardaki hücrelerin nelere sebep olduğuna… Pul pul dökülen deridir, saçtır, kadayıf olan kıllardır, bitkinlik güçsüzlüktür, görme bozukluğudur, kollardaki bacaklardaki türlü ağrıdır, nice rahatsızlıktır… Beynimizin çığlığı ise baş ağrısıdır…

Gözlerde de çok büyük etkisi var, çok şaşırtıcı bozukluklara sebep oluyor sigara. Bunlar bildiğimiz alıştığımız anlamdaki göz bozuklukları değil ve başlı başına üzerine eğilmeyi gerektiren bir konu…

Biri bizi uyarmanın etkili bir yolunu bulmalı. Özellikle de 40’ı devirip yaşamını hızla kündeye getirmeye başlamışları durdurmalı birileri… Vücudunu kötü kullanmışların, dahası bunu fazlasıyla alışkanlığa dönüştürmüşlerin intiharına engel olmanın yöntemini geliştirmeli birileri.

Önceki gün tekrar bıraktım tütünü ve düzelmeler kendini hemen göstermeye başladı. En başta kaşıntılar hemen azaldı… Uykuya dalma derdi kalmadı, huzursuzca dönüp durmalar, uyanıp su içmeler kayboldu… Hangi birini sayayım…

Düştüğümüz diğer bir algılama yanlışı ise; bedenimizde çok önemli değişimler olmadığı ve birdenbire vücudumuzun çöktüğü, aniden göçüp gittiğimizdir. Oysa çok büyük değişimler gerçekleşmekte, organlarda bariz yetersizlikler oluşmaktadır ama bunları fark edemiyoruz. Değişimlerin dikkatimizi fazla çekmeyen yavaşlıkta gerçekleşmesi yüzünden bu algı yanlışına düşüyoruz. Kolumuzu bacağımızı kırdığımızda ya da gribe yakalandığımızdaki gibi ani bir değişimi kavramak kolay, fakat yavaşça gerçekleşenleri hissedemiyoruz. Tıpkı yaşadığımız evi uzun süre boyatmayıp temizlemediğimizde kirlenmeyi fark etmeyişimizdeki gibi. Seyrek olarak gelen misafir ise kirlenmeyi hemen fark ediverir “Şu evi bir boyatın artık” diyebilir. Bizler de, tıpkı bir otomobilimizi verir gibi bedenimizi bir başkasına arada bir verebilecek olsak, ödünç alan hemen fark edecektir bozulmaları, eskimeleri. Oysa biz içindeyiz ve bedenimizdeki değişimler, algılamamıza engel olacak yavaşlıktaki bir sıradanlıkta gerçekleşiyor.

Savaş Dinçel birdenbire çökmedi ve kanamalar aniden ortaya çıkmadı. İçten içe kanıyordu zaten… Rahatsız olduğunu düşünmesi, kendini iyi hissetmemesi yeterli değildi ölümcül olanı kavramasına, algılayamıyordu bedenindeki büyük çöküşü. Çünkü her şeye rağmen direniyordu bedeni, ancak daha fazla dayanamadı… Tıpkı delik radyatör hortumu yüzünden su kaynatmaya başlamış motoru çalıştırmayı sürdürdüğümüzde, dahası gaza yüklendiğimizde, bütün parçalarının kavrulması, bir daha kesinlikle çalışamaz hale gelmesindeki gibi… Yolunda gitmeyenleri bilmemiz engel olamaz bize “Bir şey olmaz, idare eder” der, göz göre göre yakarız motoru…

Babam, çocukluğumdan itibaren “Sigara içkiden daha kötüdür, çünkü içkiyi her zaman her yerde veya bulamadığında içemezsin, ancak sigara öyle değildir. Yerden izmarit toplar onları bile içebilir insan” derdi. Bunları yazarken bile pipoma uzanmamak için zor tutuyorum kendimi. Oysa bugün kısmen hafiflese de daha dün şiddetli şekilde yaşıyordum bedenimde yarattığı tahribatların çok rahatsız edici etkilerini. (Bu paragrafı yazdıktan iki saat kadar sonra gece 1 gibi dayanamayıp pipoyu yaktım. Berbat bir uykuyla sabahı zor ettim)

Biri bizi durdurmanın etkili bir yolunu bulmalı.

Sigara çok sinsi, yavaş yavaş süründüre süründüre sakatlaya sakatlaya öldürüyor.

Paketlerin üzerindeki “Sigara cinsel güzü azaltır” uyarısının “Sigara öldürür” uyarısından daha etkili olduğu görülmüş. İnsanlar ölümü aldırmazlıkla karşılarken cinselliğine halel gelmesinden korkuyorlar. Sanırım konuyla ilgilenenlere yeterince fikir vermiştir tiryakilerin bu tepkisi.

Biri, biz katillerimizi gerçekten uyarmanın bir yolunu bulmalı.

Biri, biz katillerimizi durdursun…


Eyüp Şeker

21-24.12.2007 / 12.03.2008