BENİM TRAJEDİM SENİN TRAJEDİNİ DÖVER
Kanada ordusu ABD'nin kuzey eyaletlerini işgal etmeye başlamıştır. Bir yandan da bu eyaletlerdeki Fransız kökenlileri isyan için teşvik edip silahlandırmaktadırlar. Bu azdırma ve silahlandırma işine İtalya, Almanya, İspanya gibi başka ülkeler de katılır.
Kanada Salamı'ndan değil gerçek bir senaryodan, KANADA HANÇERİ'nden söz ediyorum. Biraz sabır lütfen…
Böylesine güçlü ve yaygın desteği görerek iyice azan Fransız kökenliler, azınlık olmalarından kaynaklanan güçsüzlüklerini büyük katliamlara girişerek gidermeye çalışır. Korku ve dehşet saçarak yöre halkını sindirip egemenlik kurmayı amaçlamaktadırlar.
Yerleşim birimlerindeki Kiliselere okullara doldurulan ahali topluca katledilir, diri diri yakılır. Özellikle kadınlara ve çocuklara uyguladıkları akıl almaz vahşet, sergiledikleri anormal şiddet, yabancı devlet temsilcilerini ve Budist misyonerleri bile isyan ettirmiştir. Konsolosluk görevlileri durumu resmi yazışmalarla merkeze bildirmekten geri duramamış, bir kısmı ise daha sonra anılarını yayınlayarak tanık olduklarını insanlarla paylaşma sorumluluğunu hissetmiştir. Din temsilcisi yabancıların bazıları da ülkelerine döndükten sonra anılarında bunlara yer vermeden edemeyecektir. Tanık oldukları vahşet, işgalci Kanada gücü komutanlarını bile dehşete düşürüp isyan ettirmiş, gördüklerini üstlerine ve hükümetlerine rapor etme zorunda bırakmıştır. Kıyımlar çok büyük, çok dehşet vericidir ve giderek büyümektedir…
Çok büyük trajediler yaşanır…
Katliamlarla da yetinmeyen Fransız kökenliler, çeşitli cephelerde olduğu gibi Alaska'da da savaşmakta olan ABD ordusunun bütün destek ve ikmal yollarında sabotajlara girişirler. Bir iki göstermelik askerin koruduğu tren yolları bombalanır, katarlar yağmalanır, havaya uçurulur, kara yolundaki kafilelere saldırı üstüne saldırı düzenlenir… İkmalsiz bırakılan cephedeki ABD askerleri büyük yokluklar yaşamaya başlar, yiyecek, ilaç ve cephane sıkıntısı had safhaya çıkar. Zaten zor durumdaki ABD ordusunun bu cephedeki yenilgisi kaçınılmaz hale gelir.
Fransız kökenliler çete olmayı çoktan geride bırakmış ve sayıları binlerle ifade edilen düzenli birliklere dönüşmeye başlamıştır. Sabotajlarla, vur kaç saldırılarıyla yetinmeyip cephedeki ABD askerlerini arkadan vurmaya girişmişlerdir artık. Kendi vatandaşlarının ve düşmanın ateşi arasında kalan ordu şaşkına dönmüştür. Bir çözüm bulunması için başkente çağrı üstüne çağrı gönderilir.
Saldırıya uğrayan yöre sakinleri de silaha sarılır, boğazlaşmalar çatışmalar başlar. Canını malını mülkünü korumaya çalışanlar olduğu gibi intikam için silaha sarılanlar da vardır. Tabii para pul peşindeki eşkıyalar da… Bölge artık çetelerden sorulmaktadır… Karşılıklı kıyımlar, boğazlaşmalar almış başını gitmiştir… Bütün gücünü dört bir yandaki düşman saldırılarını savuşturmaya yöneltmiş ABD yönetimi yöredeki güvenlik zafiyetini giderecek tedbirleri alamaz.
Saldırılara ve çatışmalara engel olmak mümkün gözükmemektedir.
Dünyanın belli başlı ülkeleri ABD'ye yüklenmiştir, dört bir yanda çok büyük saldırılarla baş etmeye çalışmaktadırlar. Eli silah tutan gencinden yaşlısına herkes askere alınmış, cephelere sevk edilmiştir. Çatışma ve boğazlaşmaların yaşandığı bölgeye doğru dürüst bir güvenlik gücü ayırmak mümkün olamamaktadır.
Kuzey eyaletlerinde bu dehşetler yaşanırken ülkenin diğer taraflarındaki Fransız kökenliler normal şekilde hayatlarını sürdürmektedir. Bir takım küçük olaylar yaşansa da genelde kimsenin kimseyle bir alıp veremediği yoktur.
Dört bir yandan saldırı altındaki ABD'de Kaliforniya'ya saldıran büyük gücün içinde, dünyanın bir ucundan gelmiş Güney Afrikalılar bile vardır ve neden orada savaştıkları hakkında en küçük fikirleri yoktur. Tek bildikleri, Hollandalılar yardıma çağırınca koştuklarıdır. Nedenini anlamasalar da dünyanın bir ucundan gelmiş ve Kaliforniya'yı ele geçirmeye çalışan büyük güce katılıp canlarını dişlerine takmış savaşmaktadırlar.
Başkan ve Kongre önemli bir karar vermekle karşı karşıyadır. Durum çok vahimdir… Tabii seçenekler arasında Arni'yi veya Rambo'yu bölgeye gönderip sorunu kökünden çözmek de vardır ama geride tek bir insan hatta tek bir canlı bile bırakmayacakları akıllara gelince hemen vazgeçilir bu fikirden.
Daha sağlıklı kararlar almak durumunda olduklarının bilinciyle hareket ederler. Karşılaştıkları ihanet kabul edilir gibi değildir, düşündükçe öfkeleri büyümektedir. Sırtlarından hançerlenmeyi akılları almamaktadır… Sindirmeleri mümkün değildir… Herkes çıldırmış vaziyettedir, birbirinden dehşetli fikirler havada uçuşmaktadır: İçlerinde "Zamanın Başkan'ı afyon krizi yüzünden İstanbul'a atmayı düşünmüştü, biz de bölgeyi atom bombasıyla dümdüz edelim" diyeni de vardır, kuzey eyaletlerindeki Fransız kökenlilerin hepsini kurşuna dizelim diyeni de… Bunların sesi öyle gür çıkıyordur ki, aklıselimin kontrolü ele alması kolay olmaz.
Öfkeden kudurmuş ve aklı başından gitmişlere kulak verilmez, serinkanlılar ağırlığını koyar…
Tam bir gündüz külahlı gece silahlı durumu söz konusudur; kim düşman işbirlikçisi isyancı çetecidir, kim değildir kestirmek mümkün değildir. Kaybedecek zaman da yoktur. Bölgedeki bütün Fransız asıllıların zorunlu göçle Teksas'a gönderilmesine karar verilir. Çatışmalara ve sabotajlara engel olmanın en iyi yolu budur. Başka çare bulunamamıştır. Fransız kökenliler Teksas'a yerleştirilecektir.
Karar uygulamaya konulur.
Savaşta bitap ve yoksul düşmüş ABD'nin olanakları iyice tükenmiş durumdadır. Ne doğru dürüst araç vardır, ne de hazinede kuruş… Zorunlu göç sırasında salgın hastalıklar ve mahrumiyetler yüzünden kitlesel ölümler yaşanmasına engel olunamaz. Yöresel çetelerin, eşkıyaların saldırıları bu kayıpları daha da büyütür.
Çok büyük trajediler yaşanır…
Zorunlu göçten kurtulmak isteyen Fransız asıllıların bir kısmı din ve mezhep değiştirerek gizlenmeye çalışır. Komşu dayanışmaları devreye girer, kimlik değiştirerek saklanmaları sağlanır bir kısmının.
Pek çok acı yaşanır… Yaşananlar artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının göstergesidir.
Sayısız şey yaşanmıştır ama olayların nasıl çığırından çıktığına örnek olması bakımından söz etmek gerekir: Fransız asıllıların Yeni Zelanda'daki bir gazetesinde "Boston'da 1.300 tane Anglosakson kökenli insan kaldı" müjdesini veren bir haber yayınlanır o günlerde. Bu haberdeki dehşeti kavrayabilmek için, bölgedeki hiçbir yerleşim biriminde, Fransız kökenlilerin, nüfusun yüzde on beşini geçmediğini bilmek gerekir. Sözü edilen bir köy veya kasaba değil koskoca bir şehirdir ve Fransız kökenliler burada yaptıkları katliam sonrasında sadece 1.300 Anglosakson'un kaldığını müjdelemektedirler.
Büyük savaş boyunca dört bir yanda pek çok ülkeyle savaşan ABD sonunda topraklarının çoğunu kaybeder. Kaybettikleri arasında Teksas da vardır. Savaşmış olduğu büyük ülkeler orada Uydurmaistan diye bir ülke kurmuşlardır. Artık Teksas yoktur, yerinde Uydurmaistan vardır ve zorunlu göçle oraya yerleştirilen ABD vatandaşı Fransız kökenliler de artık Uydurmaistan vatandaşıdırlar. Kısacası, savaş sonunda ABD sınırları dışında kalmış ve otomatikman Uydurmaistanlı olmuşlardır.
Aslında artık ABD'de kalmamış, geriye kalan topraklarda yepyeni bir ülke kurulmuştur. Koskoca ABD tarih olmuştur; kendisinden kopartılan her bir parçada yeni bir devlet kurulmuştur. Bunlardan biri de eski Teksas'taki Uydurmaistan'dır. Zorunlu göçle Teksas'a gönderilen Fransız kökenlilerin çoğu orada da kalmamış, dört bir yandaki pek çok ülkeye göç etmiştir.
Evet, Kanada Hançeri senaryosu böyle…
Çok mu saçma geldi, olmaz mı yani: Kanada işgale kalkışmaz mı, Fransız kökenliler işgalci Kanadalılarla işbirliği yapıp katliamlara başlamaz mı, kendi ordusunu arkadan vurmaz mı yani?
İşte bizde tam olarak bu yaşandı; Birinci Dünya Savaşında Ruslar doğudaki topraklarımızı işgal etti. İşgalle yetinmeyip bölgedeki Ermenileri de silahlandırıp ayaklandırdı.
Öncesi de sonrası da kan ve gözyaşı…
Rus işgalinin ve pek çok cepheden Osmanlı'ya saldıran zamanın büyük devletlerinin azdırdığı, Osmanlı'nın el üstünde tuttuğu ayrıcalıklı tebaası Ermenilerin başlattığı olayların çok kısa özeti böyledir.
İnsan ister istemez merak ediyor: Eğer Suriye ve Lübnan kurulmasaydı, o topraklar Türkiye Cumhuriyeti'nin parçası, zorunlu göçe tabi tutulan Ermeniler de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kalsaydı, yine de yapılır mıydı bu soykırım suçlamaları?
İşte o gün yaşanan bu olaylar yüzünden bugün bize soykırım yaftası yapıştırılmak istenmektedir. Oysa başta ABD olmak üzere pek çok ülkenin arşivlerinde tam aksini gösteren sayısız belge vardır ama bunlar gün ışığına çıkartılmazken bizler sürekli olarak siyasi arenalarda mahkum edilmeye çalışılıyoruz. Konu hakkında kulaktan dolma birkaç yalan yanlış şey dışında doğru dürüst bilgisi ve fikri olmayan parlamento mensupları da parmak kaldırarak görevlerini yaptıklarını zannetmektedirler.
Çok açıktır ki yapılması gereken tek doğru vardır: Bizim gibi arşivleri açmak, meseleyi tarihçilerin açıklığa kavuşturmasını sağlamak. Ermenistan ısrarla arşivlerini açmamakta, sürekli uydurma ve düzmece belgelerle bizi suçlamayı sürdürmektedir. Ve kimse de Ermenilere "Arşivlerinizi açın, neden açmıyorsunuz?" dememektedir. Bunun yerine, savunma hakkı bile tanınmadan, bize "Kabul edin, soykırım yaptınız…" diye dayatılmaktadır her türlü siyasi ortamda.
Meseleyi tarihçilerin açıklığa kavuşturması neden istenmemektedir? Neden belirsizlik ve bulanıklık yeğlenmektedir? Konu açıkça ortaya çıkartıldığı takdirde diyecek sözümüz, karşı çıkacak direncimiz kalabilir mi?
Sorun bakalım nereden bulmuşlar 1.5 milyon rakamını?
Bu rakama kargalar bile gülüyor ama ne acıdır ki Dünyanın haberi bile olamıyor.
Benim trajedim çok büyüktür, çünkü gövdeme inen baltanın sapı da bendendir.
Ve insan her geçen gün biraz daha inanıyor:
"Çok komik ve aptal bir dünya bu. "
Eyüp Şeker
25/26/27.04.2009
.