ÇOK GEN OLMALI GENDEN İÇERİ

KALBİN HAFIZASI VAR MI?


Kalp nakli yapılan hasta, nakilden sonra başlayan abur cubur yeme isteğini araştırınca...

David Waters, organ nakli yapılan hastalarda görülen oldukça sıradışı bir fenomenin son örneği. Trafik kazasında hayatını kaybeden 18 yaşındaki Kaden Delaney'nin kalbi, 24 yaşındaki Waters'a takıldığında, Waters'ın 'Burger Halkaları' adındaki halka şeklinde, hamburger tadındaki cipslere hiç ilgisi yoktu.

Waters, birdenbire bu tür abur cuburlar yemek istemesinin sebebini ancak iki yıl sonra çözebildi.

Kaden'ın ailesi, oğullarının kalbini taşıyan adamı bulmak için iz sürmüş ve kendisine ulaşmışlardı. İki taraf mail yoluyla haberleşmeye başladıktan bir süre sonra, Waters, Kaden'ın ailesine, oğullarının Burger Halkaları'nı sevip sevmediğini sordu.

Cevap oldukça şaşırtıcıydı, zira Kaden, hergün bunlardan yiyordu.

Avustralya'da yaşanan bu vaka, kişisel davranışlarımızla ilgili hafızaya sadece beynin sahip olmadığına dair teoriyi destekliyor.

Bilimadamları, en az 70 belgelenmiş bu vakayı yaşamış organ nakli hastası dosyası olduğunu söylüyor.

Bu örneklerin en meşhurlarından biri de Amerikalı Sonny Graham.

Graham'a, intihar eden Terry Cottle'ın kalbi nakledilmişti.

Nakilden sonra, 1995 yılında Graham, Cottle'ın dul eşi Cheryl ile tanışıp, aşık olup, onunla evlenmişti.

Oniki yıl sonraysa, Graham da gırtlağına dayadığı silahla intihar etmiş, Cheryl'i ikinci kez dul bırakmıştı.

Başka bir örnekteyse, sekiz yaşındaki bir kıza nakledilen, cinayet kurbanı 10 yaşındaki çocuğun kalbi 'katili yakalamıştı'.

Kız, nakilden sonra, organ bağışçısını öldüren adamla ilgili kabuslar görmeye başlamış, polis o zamana dek katili yakalayamasa da, kızın anlattıklarıyla yakalamış ve cinayet itiraf edilmişti.

Jemery Chapman, Uluslararası Organ Nakli Derneği başkanı "Bu tür bir iddianın dayandırılabileceği bilimsel bir kanıt yok. Organ nakilleri etrafında çok fazla öykü dönüyor" diyor.

Ancak diğer araştırmacılar, "hücresel hafıza" olarak adlandırılan fenomenin, sadece kalp nakli yapılanlarla sınırlı olmadığını söylüyor.


http://www.milliyet.com.tr/Yasam/SonDakika.aspx?aType=SonDakika&KategoriID=17&ArticleID=1177666&Date=24.12.2009&b=Kalbin hafizasi var mi

Milliyet.com.tr

.

HAPI AVUÇ AVUÇ YUTMAK

FOLİK ASİT VİTAMİNLERİNDEKİ TEHLİKE

Her gün yüksek dozda folik asit (folat) içeren vitamin tableti alan kişilerde, kanser ve kalp damar hastalığına yakalanma riskinin yüksek olduğu bildirildi.

Hacettepe Üniversitesi (HÜ) İç Hastalıkları ve Medikal Onkoloji Uzmanı, Kanser Epidemiyolojisi Bilim Uzmanı Prof. Dr. İsmail Çelik, çok sayıda kişinin doktor tavsiyesi olmaksızın kanserden korunmak veya vücut direncini artırmak amacıyla “bilinçsizce vitamin tabletleri” kullandıklarını söyledi.

Gıdaların bilinçsiz tüketilmesinin yarardan çok zarar verebileceğine, çeşitli organlarda hasara yol açabileceğine ya da kanser başta olmak üzere birçok hastalığın oluşmasına zemin hazırlayabileceğine dikkati çeken Çelik, vitamin takviyelerinin mutlaka hekim bilgisinde kullanılması gerektiğini belirtti.

Çelik, doğal yollarla mevsiminde yenilen sebze ve meyvelerin, gün içerisinde fazla tüketilmesinin de yararlı olmadığına dikkati çekerek, bu gıdaların aşırı tüketilmesi durumunda, vücudun sadece gerekli olan miktarı depoladığını, fazlasını ise attığını, bu nedenle doğal yollarla alınan vitamin fazlalığının önemli bir risk taşımadığını vurguladı.

Prof. Dr. Çelik, ancak vitamin tabletlerinin ciddi sorunlara yol açabileceğini ifade ederek, şu bilgileri verdi:
“Bir vitamin tabletinin içinde, normal bir gıdada olması gerekenden çok miktarda vitamin bulunmaktadır. Bir kişi, bir mandalinadan vücudu için o gün gereken miktarda vitamini alabilirken, bir vitamin tableti aldığında kilolarca mandalina yemiş gibi olur. Doğal yolla aldığında vücut bu miktarı atabilirken, tablet olarak alındığında vitaminler aynı ilaç gibi vücuda dağılıyor. Küçük küçük moleküller olduğundan onu algılayamıyor ve yüksek miktar içerdiği için de ilaç tedavisi olarak kabul ediyor, vücuttan atmıyor ve sürekli yüklüyor. Bu seferde vücutta fazla miktarda biriken vitaminler, yarar değil zarar vermeye başlıyor.”

İsmail Çelik, ACS'nin (American Cancer Society) tanımına göre, “kanserden korunmak için tek ve geçerli beslenme önerisinin, günde en az 5 porsiyon meyve ve sebze içeren, yağdan düşük, lifçe yüksek diyet tüketilmesi ve kırmızı etin haftada birden fazla yenmemesi şeklinde olduğunu” dile getirerek, bunun dışındaki bir beslenme programının ve vitamin takviyesinin zararlı olduğunu kaydetti.

Yiyeceklerden doğal alınan folik asitin kanserden koruyucu etkisi olduğunu vurgulayan Çelik, “Her gün yüksek dozda folik asit içeren vitamin kullanan kişilerde kanser ve kalp damar hastalığı riski yükselmektedir” dedi.

SONUÇLARI YENİ ORTAYA ÇIKTI

Prof. Dr. İsmail Çelik, bazı çalışmalarda folik asitin felç ve kalp hastalığı riskini azalttığı ve kalın bağırsak kanserini engelleyici bulguları nedeniyle ABD, Kanada ve Şili'de un, ekmek ve bunun gibi bazı gıdaların içerisine folik asit eklendiğini söyledi.

Folik asit takviyesinin, ABD'de ilk olarak 1996'da ekmeklere eklendiğini ve uygulamanın 1998'den sonra zorunlu hale geldiğini anlatan Çelik, şunları kaydetti:
“Yapılan incelemeler sonucunda 2 yıllık bir kullanım sürecinin geçmesinin ardından 1998'de ülkede kolon kanserine yakalan kişi sayısında artış tespit edildi. Kanada'da ve Şili'de 2000 yılında kolon kanseri vakalarında artış saptandı. Şili'de de beyaz unun içine zenginleştirilmiş folik asidin eklenmesi uygulaması zorunlu kılındıktan sonra, kolon kanserine yakalanma oranı özellikle 45-64 yaşlarındakilerde 1.5, 64 yaş üstündekilerde 2 kat olarak saptandı.

2009 yılında gıda takviyesi yapılan bu ülkelerde kalın bağırsak ve prostat kanserlerinde yüzde 200'e varan artışlar tespit edildi. 2009 yılının ortalarından itibaren sayıları gittikçe artan çok sayıda bilimsel araştırmada, folik asidin yüksek dozlarının normal hücreler yanında kanser hücrelerinin çoğalmalarını kolaylaştırdıkları ve arttırdıkları ortaya çıktı.”

Çelik, Norveç'te de geniş kapsamlı yapılan bir klinik çalışma sonucunda “Folik asit takviyesi alan erkeklerde prostat kanserine yakalanma oranının 3 kat fazla tespit edildiğini” ifade etti.
Sonuçların başta Amerikan Ulusal Kanser Enstitüsü Dergisi olmak üzere 20'den fazla bilimsel dergide yer aldığını belirten Çelik, konunun bilim adamlarınca tartışıldığını söyledi.

Çelik, sadece hamilelerde folik asit takviyesinin verilmesinin uygun olduğunu ve bunun için endişe duyulmasının gerekli olmadığını da vurgulayarak, “Bu kısa dönemli ve hekim bilgisinde verilmektedir ve kısa kullanım içindir” dedi.

“TÜRKİYE'DEKİ EKMEKLERDE FOLİT ASİT TAKVİYESİ SÖZ KONUSU DEĞİL”

Türkiye Fırıncılar Federasyonu Başkanı Halil İbrahim Balcı da, Türkiye'de üretilen ekmeklerin içerisinde folik asit takviyesi bulunmadığını belirterek, şunları söyledi:
“Türkiye'de üretilen ekmekler, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nca 5 Mart 2008 tarihinde yürürlüğe giren ve Resmi Gazete'nin 26807 sayılı ekinde yayımlanan 'Türk Gıda Kodeksi, Ekmek ve Ekmek Çeşitleri Tebliğinde Değişiklik Yapılması Hakkında Tebliğ'e göre imal edilmektedir.

Madde 4, a bendi, aynen şöyledir; 'ekmek, buğday ununa, su, tuz ve maya ilave edilip tekniğine uygun olarak; yoğrulması, şekillendirilmesi, fermantasyona bırakılması ve pişirilmesi ile yapılan üründür. Görüleceği üzere, ekmek yapımında su, tuz ve maya kullanılmaktadır. Ekmeklere ek olarak bir folik asit takviyesi söz konusu değildir.”
A.A


http://www.hurriyet.com.tr/yasasinhayat/13256650.asp?gid=229
Hürriyet

.

DEMOKRATİK TERÖRİZM

ÖZGÜRCE KAN SUNMA HAKKI


Dünyanın en tehlikeli teröristi sayılan bin ladin'den kat be kat fazla insanın ölümünden doğrudan sorumlu değil sanki bu pislik-i muhterem, çıkartıp başlarına taç yapacakmış uçmuş terör ağalarıyla sadık marabaları.

Dayatıyorlar, ısrarla ve ısrarla dayatıyorlar…

Sapıtarak uçmanın zirvelerinde gezinen demokratik terör sözcüleri, "Tabanımız dağa çıkın diyor" diye buyuruyor demokratik demokratik.

Karartmışlar gözlerini, kanla yola getirecekler bizi!

Yeterince bela yaratmadı sanki pislik-i muhterem, baş tacı etmeliymişiz; böyle buyuruyor marabaların sözcülüğünü yaptığını söyleyen demokratik terör ağaları.

Muktedir olma fırsatını ele geçirmiş gibi gözüken bizi gütme lütfunda bulunanlar gaz vererek sunuyor her türlü tepside yol haritalarını: "Açılım da açılım… Açın açın…"

Birkaç slogan, üç beş hamasi laf yetiyor her şeyi anlayıp çözmelerine.

Yaptık oldu, görüyorsunuz oluyor şımarıklığıyla süzmekten de geri durmadılar tepeden baktıklarını sandıklarını.

"Ne oluyor ne? Böyle olmaz, gidişiniz kanadır, gözyaşınadır, bu yanlıştır, durdurun…" uyarılarını yapanlara "Barış düşmanları. Kan ve gözyaşı sevicileri… Analar ağlasın isteyenler…" diye ahlaksızca yüklendiler.

Yaptıklarının tek sonucunu görmediler, görmek için çaba bile harcamadılar.

Çok büyük bir hayalperestlikle cehalete sarılıp açtılar, açtıkça cehalete daha çok sarılıyorlar.

Çaresiz; çarpıyorlar duvarlara, bindiriyorlar kayalara, yanaşıyorlar uçurumlara…

Kaçınılmaz; gördükçe cehaletin bu aleni gerçeklerini, daha da gömülecekler koyu cehaletlere.

Bizi gütme lütfunda bulunanlarla paslaşarak yağdırırken talimatlarını demokratik terör ağalarına, "Gücümü sergileme fırsatı buldum" diye gürlemeye çalışıyor pislik-i muhterem.

El ele vermiş açıyorlar…

Bize mi soracaklardı; açıyorlar ya, sunuyorlar ya, güdüyorlar ya, yetmez mi?..!

Açtılar…

Lanetleri…



Eyüp Şeker


09.12.2009 11:42.

BİTSİN BU ZULÜM !..

PİSLİK'E ÖZGÜRLÜK


Haklıdır ayrık otçular, hem de çok haklıdır netekim: Önce 'Kürt açılımı', ardından 'demokratik açılım' kılıflarıyla sunulan 'pkk açılımı' gereği; vakti zamanında hapishane olan Four Seasons'ta hazırlanacak odaya, pardon hücreye derhal nakledilmelidir pislik-i muhterem.

NOT: Doymadık kana gözyaşına, bir daha bildirin haddimizi bize!


Eyüp ŞEKER


04.12.2009

YALAYARAK YAPIŞMAK, YANAŞARAK SİNMEK, BİLİP İSTEYEREK GÜDÜLMEK

MEDYANIN ÇÖKÜŞÜ YA DA ÇÖKERTİLİŞ…

Dünya Gazeteciler ve Haber Yayıncılar Birliği “endişeli”... Neymiş endişesi?

“Türkiye’de medyaya karşı sindirme kampanyası” var, endişeleri bundan...

Birliğin cüzdanında, 120 ülkenin, 3 bin medya şirketi, 18 bin yayın ve 15 bin internet sitesi var, bayağı kabarık bir cüzdan...

* * *

Medyanın varlığından, yayınlarından, yazılarından gocunanlar her zaman “Ne yapsak ne etsek de şunlardan kurtulsak, kurtulamazsak, hiç olmazsa sustursak” derler.

Nasıl olur bu iş?

İçten ve dıştan iki koldan...

* * *

Dıştan gelenler “beşinci” kol gibi girer, bağımsız gazeteleri ve gazetecileri bir biçimde “ayarlarlar”, istedikleri gibi yayın yaptırırlar.

İkinci Cihan Savaşı başlamadan önce Fransız basını böyle “çökertilmiştir”; 3 milyon tirajlı Paris Soir gazetesinin yazı işleri müdürlerinden “Pierre Lazareff” Alman işgalinden önce Amerika’ya kaçabilmiş, bu çöküşün, çökürtülüşün hikâyesini yazmıştır: “Fransa’da Basın Rezaletleri”

* * *

Lazareff, kitabının önsözünde, “çökürtülüş”ün formülünü çözer:

“1918’e kadar Fransızlar cumhuriyete inanıyorlardı. 1918’den sonra onları cumhuriyetten iğrendirmek, uzaklaştırmak ve yerine ilk dokunuşta dağılıverecek bir demokrasi hayaleti koymak oyununa girişildi. Dışarıdan düşmanların yönettikleri oyun ince ve şeytancaydı, fakat bu oyuna içeride paraları üzerine titreyenler, iktidara susayanlar, bütün çekemezler, kıskançlar, yeteneksizler ve alçaklar kapıldılar.

Ülke yıkıcılarının kullandıkları başlıca silah, basın oldu. Demokratik bir rejimde basın yalan söylerse rejim de ölüme mahkûm olur. Çünkü egemenliğe sahip olan millet eğer doğru haber alamazsa egemenliğini özgürce kullanamaz. Nitekim, Fransız basını baştan başa, o zamana kadar görülmemiş, ancak yenilginin açığa vurduğu bir rezalet derecesine ulaşmıştı.”

Biz göremesek bile, gün gelir Türkiye’de de bir Pierre Lazareff çıkar, Karen Fogg’un “şekerlemeleri”nin tadını “şekercikleri”ne sorar...

* * *

Hitler’in, Almanya’da “demokratik cumhuriyet”i kurmak için iktidara geldiğinde ilk yaptığı işlerden biri “Basın Kanunu”nu değiştirmek oldu; yeni bir kanun çıktı, minicik bir tanım eklendi:

“Gazetecilik kamu mesleğidir.”

Gazeteler, devlet, yani Nazi propagandası yapmak zorundaydı...

Gazetelerin yazı işleri müdürleri her sabah, propaganda bakanı Dr. Goebbels’in huzuruna çıkar ve talimat alırlardı.

* * *

Hitler’in göz koyduğu gazetelerden biri “Vossische Zeitung”du.

Hitler bu gazeteye göz koymuştu, çanına ot tıkayacaktı. Gazete 1704’ten beri çıkıyordu, liberaldi, her görüşten köşe yazarı vardı. Baskı başladı, bazı yazarlar tutuklandı, toplama kamplarına gönderildi, solcu yazarlara hiç aman verilmedi. Baş hedef genel yayın yönetmeni Georg Berhard’dı. Berhard tutuklanacağını, ölüm kampına gönderileceğini anlayınca bir fırsatını bulup Almanya’dan kaçtı.

Sonunda gazete kapandı, kapatıldı.

* * *

Sonra ne oldu?

Gazetenin en büyük ortağı Ullstein ailesinin hisselerini kim aldı bilir misiniz?

Hitler’in başçavuşu Max Amann...

Eski başçavuş, kapanan gazeteleri ölü fiyata alıyor, Nazilerin yayın kuruluşu Eher Celag’a veriyordu.

Hitler’in “yandaş basını” böyle kuruldu.

Sırada Mosse ailesi vardı, onların da Berliner Tageblatt ve diğer gazeteleri, dergileri vardı.

Mosse ailesi uzun süre Nazileri destekledi, sonunda ihtiyaç kalmayınca Hitler onların da üzerini çizdi.

* * *

Soner Yalçın, bu örnekleri bugüne getirir ve der ki:

“Ne ilginç değil mi, bugün Türkiye’de yandaş medyadaki bazı köşe yazarları solcuların köşe yazarı olmasından rahatsızlık duyup gazete patronlarına, bunların işine son verirseniz AKP’yle ilişkileriniz düzelir, diye yazıyorlar! Yetmiyor. Kimi sözde köşe yazarları da solcu yazarları Ergenekon savcılarına hedef gösteriyor; bunları da sorgulayın, diye yazmaktan utanmıyorlar.”(x)

Mehmet Akif de der ki:

“Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar.

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”

————————
(x) Bu Dinciler o Müslümanlara Benzemiyor/Doğan Kitap


Hasan PULUR

http://www.milliyet.com.tr/Yazar.aspx?aType=YazarDetay&ArticleID=1168988&AuthorID=52&Date=03.12.2009


Milliyet

/*/*/*/*/


LAYIK OLMAK!..


Faşizm nedir?..

En kısa tanımıyla sermaye diktasıdır...

Faşizm Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da ortaya çıktı; 1922’de İtalya’da, 1933’te Almanya’da iktidara tırmandı...

Bir noktaya dikkat:

Faşizm Avrupa’da yayılırken kıta ‘Aydınlanma Çağı’nı yaşamıştı...

Ne demekti bu?..

Aydınlanma “aklın inançtan, bilimin dinden bağımsızlaşması” diye tanımlanabilir...

Bir anlamda laiklik demektir.

*

Avrupa’da faşist rejimler yıkılınca yerine nasıl düzenler kuruldu?..

Dinci (şeriatçı) rejimler mi toplumları ele geçirdi?..

Hayır!..

Çünkü Avrupa ‘Bilimsel Devrim’le birlikte ‘Rönesans’ı ve ‘Aydınlanma Devrimi’ni yaşamış, Hıristiyan şeriatını siyasal yaşamda tarihe gömmüştü...

Hıristiyanlık dünyasında geçmiş yüzyıllarda gerçekleşen bu tarihsel olaydan İslam coğrafyası -Türkiye dışında- bugün bile uzak yaşamaktadır.

‘Laik faşizm’ olabilir...

Bu durumda faşizm yıkıldığı zaman toplum demokrasiye kavuşur...

Birinci Dünya Savaşı ertesinde Avrupa’da kurulan faşist rejimler yıkılınca kıta -Aydınlanma’yı yaşadığı için- demokrasiye geçti...

Batı’da dinci rejimlere dönüşülmedi.

*

Avrupa’da tarihe gömülmüş bulunan Aydınlanma kavgası Türkiye’de güncel...

Bugün ülkemiz ne durumda?..

Takıyyeci bir parti iktidarda...
AKP dincilik savaşımı veriyor...

Batı’da, daha somut deyişle Avrupa’da, böyle bir durum, tehdit, tehlike var mı?..

Avrupa’daki çok partili rejimlerde ‘dinci-laik partiler’ -Erbakan’ın SP’sini işin içine katın- birbirinin seçeneği (ya da alternatifi) mi?..

Bugün Türkiye’de yaşanan olaylara doğru ve sağlıklı “teşhis’’ koyabilmek için önce aradaki ‘farkı fark etmek’ gerekir.

İnsanlık ya da uygarlık açısından çok önemli olan Türkiye’deki bu fark ne Avrupa’nın bilincindedir, ne de Amerika’nın umurundadır.

*

Faşizm bir siyasal sorundur..

Demokrasi problemidir...

Ama ‘laik-dinci’ çatışması bir uygarlık davasıdır...

‘Kemalist Devrim’ bir siyaset konusu değildir...

‘Atatürkçülük’, uygarlığa erişmek için gerçekleşmesi kaçınılmaz bir aşama içeriğini taşır...

Avrupa’da üniversite ‘aklın inançtan, bilimin dinden bağımsızlaşması’ ile kurulabilmiştir;
Türkiye’de 1933 Üniversite Reformu bu amaçla yapıldı...

Bugünkü takıyyeci iktidarın üniversiteye karşı savaşımının anlamı ne?..

*

Takıyyeci iktidar akla ve bilime dayalı üniversiteleri medreseleştirmek istiyor...

Bu kavgayı da hiç gizlemeden yürütüyor...

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde yaşanan olay bu kavganın en çarpıcı ve utanç verici sayfalarından biridir...

Bu kavgada üniversite genel sekreteryasından Enver Arpalı intihar etti, Rektör Yücel Aşkın hapishanelere ve hastanelere düşürüldü...

Bu kavganın tarih, Bilimsel Devrim, Aydınlanma ve Atatürkçülük kapsamında ne olduğunu bilmeyen, kavgayı kazanmaya layık değildir.


İlhan SELÇUK

(6 Ocak 2006 tarihli yazısı)

http://www.cumhuriyet.com.tr/?PHPSESSID=c712ebf5762c743b6d16fdb521e4967c&im=em&xl=empopup&em=cu/cumhuriyet/w/c0207.html

Cumhuriyet

.