MEDYANIN ÇÖKÜŞÜ YA DA ÇÖKERTİLİŞ…
Dünya Gazeteciler ve Haber Yayıncılar Birliği “endişeli”... Neymiş endişesi?
“Türkiye’de medyaya karşı sindirme kampanyası” var, endişeleri bundan...
Birliğin cüzdanında, 120 ülkenin, 3 bin medya şirketi, 18 bin yayın ve 15 bin internet sitesi var, bayağı kabarık bir cüzdan...
* * *
Medyanın varlığından, yayınlarından, yazılarından gocunanlar her zaman “Ne yapsak ne etsek de şunlardan kurtulsak, kurtulamazsak, hiç olmazsa sustursak” derler.
Nasıl olur bu iş?
İçten ve dıştan iki koldan...
* * *
Dıştan gelenler “beşinci” kol gibi girer, bağımsız gazeteleri ve gazetecileri bir biçimde “ayarlarlar”, istedikleri gibi yayın yaptırırlar.
İkinci Cihan Savaşı başlamadan önce Fransız basını böyle “çökertilmiştir”; 3 milyon tirajlı Paris Soir gazetesinin yazı işleri müdürlerinden “Pierre Lazareff” Alman işgalinden önce Amerika’ya kaçabilmiş, bu çöküşün, çökürtülüşün hikâyesini yazmıştır: “Fransa’da Basın Rezaletleri”
* * *
Lazareff, kitabının önsözünde, “çökürtülüş”ün formülünü çözer:
“1918’e kadar Fransızlar cumhuriyete inanıyorlardı. 1918’den sonra onları cumhuriyetten iğrendirmek, uzaklaştırmak ve yerine ilk dokunuşta dağılıverecek bir demokrasi hayaleti koymak oyununa girişildi. Dışarıdan düşmanların yönettikleri oyun ince ve şeytancaydı, fakat bu oyuna içeride paraları üzerine titreyenler, iktidara susayanlar, bütün çekemezler, kıskançlar, yeteneksizler ve alçaklar kapıldılar.
Ülke yıkıcılarının kullandıkları başlıca silah, basın oldu. Demokratik bir rejimde basın yalan söylerse rejim de ölüme mahkûm olur. Çünkü egemenliğe sahip olan millet eğer doğru haber alamazsa egemenliğini özgürce kullanamaz. Nitekim, Fransız basını baştan başa, o zamana kadar görülmemiş, ancak yenilginin açığa vurduğu bir rezalet derecesine ulaşmıştı.”
Biz göremesek bile, gün gelir Türkiye’de de bir Pierre Lazareff çıkar, Karen Fogg’un “şekerlemeleri”nin tadını “şekercikleri”ne sorar...
* * *
Hitler’in, Almanya’da “demokratik cumhuriyet”i kurmak için iktidara geldiğinde ilk yaptığı işlerden biri “Basın Kanunu”nu değiştirmek oldu; yeni bir kanun çıktı, minicik bir tanım eklendi:
“Gazetecilik kamu mesleğidir.”
Gazeteler, devlet, yani Nazi propagandası yapmak zorundaydı...
Gazetelerin yazı işleri müdürleri her sabah, propaganda bakanı Dr. Goebbels’in huzuruna çıkar ve talimat alırlardı.
* * *
Hitler’in göz koyduğu gazetelerden biri “Vossische Zeitung”du.
Hitler bu gazeteye göz koymuştu, çanına ot tıkayacaktı. Gazete 1704’ten beri çıkıyordu, liberaldi, her görüşten köşe yazarı vardı. Baskı başladı, bazı yazarlar tutuklandı, toplama kamplarına gönderildi, solcu yazarlara hiç aman verilmedi. Baş hedef genel yayın yönetmeni Georg Berhard’dı. Berhard tutuklanacağını, ölüm kampına gönderileceğini anlayınca bir fırsatını bulup Almanya’dan kaçtı.
Sonunda gazete kapandı, kapatıldı.
* * *
Sonra ne oldu?
Gazetenin en büyük ortağı Ullstein ailesinin hisselerini kim aldı bilir misiniz?
Hitler’in başçavuşu Max Amann...
Eski başçavuş, kapanan gazeteleri ölü fiyata alıyor, Nazilerin yayın kuruluşu Eher Celag’a veriyordu.
Hitler’in “yandaş basını” böyle kuruldu.
Sırada Mosse ailesi vardı, onların da Berliner Tageblatt ve diğer gazeteleri, dergileri vardı.
Mosse ailesi uzun süre Nazileri destekledi, sonunda ihtiyaç kalmayınca Hitler onların da üzerini çizdi.
* * *
Soner Yalçın, bu örnekleri bugüne getirir ve der ki:
“Ne ilginç değil mi, bugün Türkiye’de yandaş medyadaki bazı köşe yazarları solcuların köşe yazarı olmasından rahatsızlık duyup gazete patronlarına, bunların işine son verirseniz AKP’yle ilişkileriniz düzelir, diye yazıyorlar! Yetmiyor. Kimi sözde köşe yazarları da solcu yazarları Ergenekon savcılarına hedef gösteriyor; bunları da sorgulayın, diye yazmaktan utanmıyorlar.”(x)
Mehmet Akif de der ki:
“Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar.
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”
————————
(x) Bu Dinciler o Müslümanlara Benzemiyor/Doğan Kitap
Hasan PULUR
http://www.milliyet.com.tr/Yazar.aspx?aType=YazarDetay&ArticleID=1168988&AuthorID=52&Date=03.12.2009
Milliyet
/*/*/*/*/
Dünya Gazeteciler ve Haber Yayıncılar Birliği “endişeli”... Neymiş endişesi?
“Türkiye’de medyaya karşı sindirme kampanyası” var, endişeleri bundan...
Birliğin cüzdanında, 120 ülkenin, 3 bin medya şirketi, 18 bin yayın ve 15 bin internet sitesi var, bayağı kabarık bir cüzdan...
* * *
Medyanın varlığından, yayınlarından, yazılarından gocunanlar her zaman “Ne yapsak ne etsek de şunlardan kurtulsak, kurtulamazsak, hiç olmazsa sustursak” derler.
Nasıl olur bu iş?
İçten ve dıştan iki koldan...
* * *
Dıştan gelenler “beşinci” kol gibi girer, bağımsız gazeteleri ve gazetecileri bir biçimde “ayarlarlar”, istedikleri gibi yayın yaptırırlar.
İkinci Cihan Savaşı başlamadan önce Fransız basını böyle “çökertilmiştir”; 3 milyon tirajlı Paris Soir gazetesinin yazı işleri müdürlerinden “Pierre Lazareff” Alman işgalinden önce Amerika’ya kaçabilmiş, bu çöküşün, çökürtülüşün hikâyesini yazmıştır: “Fransa’da Basın Rezaletleri”
* * *
Lazareff, kitabının önsözünde, “çökürtülüş”ün formülünü çözer:
“1918’e kadar Fransızlar cumhuriyete inanıyorlardı. 1918’den sonra onları cumhuriyetten iğrendirmek, uzaklaştırmak ve yerine ilk dokunuşta dağılıverecek bir demokrasi hayaleti koymak oyununa girişildi. Dışarıdan düşmanların yönettikleri oyun ince ve şeytancaydı, fakat bu oyuna içeride paraları üzerine titreyenler, iktidara susayanlar, bütün çekemezler, kıskançlar, yeteneksizler ve alçaklar kapıldılar.
Ülke yıkıcılarının kullandıkları başlıca silah, basın oldu. Demokratik bir rejimde basın yalan söylerse rejim de ölüme mahkûm olur. Çünkü egemenliğe sahip olan millet eğer doğru haber alamazsa egemenliğini özgürce kullanamaz. Nitekim, Fransız basını baştan başa, o zamana kadar görülmemiş, ancak yenilginin açığa vurduğu bir rezalet derecesine ulaşmıştı.”
Biz göremesek bile, gün gelir Türkiye’de de bir Pierre Lazareff çıkar, Karen Fogg’un “şekerlemeleri”nin tadını “şekercikleri”ne sorar...
* * *
Hitler’in, Almanya’da “demokratik cumhuriyet”i kurmak için iktidara geldiğinde ilk yaptığı işlerden biri “Basın Kanunu”nu değiştirmek oldu; yeni bir kanun çıktı, minicik bir tanım eklendi:
“Gazetecilik kamu mesleğidir.”
Gazeteler, devlet, yani Nazi propagandası yapmak zorundaydı...
Gazetelerin yazı işleri müdürleri her sabah, propaganda bakanı Dr. Goebbels’in huzuruna çıkar ve talimat alırlardı.
* * *
Hitler’in göz koyduğu gazetelerden biri “Vossische Zeitung”du.
Hitler bu gazeteye göz koymuştu, çanına ot tıkayacaktı. Gazete 1704’ten beri çıkıyordu, liberaldi, her görüşten köşe yazarı vardı. Baskı başladı, bazı yazarlar tutuklandı, toplama kamplarına gönderildi, solcu yazarlara hiç aman verilmedi. Baş hedef genel yayın yönetmeni Georg Berhard’dı. Berhard tutuklanacağını, ölüm kampına gönderileceğini anlayınca bir fırsatını bulup Almanya’dan kaçtı.
Sonunda gazete kapandı, kapatıldı.
* * *
Sonra ne oldu?
Gazetenin en büyük ortağı Ullstein ailesinin hisselerini kim aldı bilir misiniz?
Hitler’in başçavuşu Max Amann...
Eski başçavuş, kapanan gazeteleri ölü fiyata alıyor, Nazilerin yayın kuruluşu Eher Celag’a veriyordu.
Hitler’in “yandaş basını” böyle kuruldu.
Sırada Mosse ailesi vardı, onların da Berliner Tageblatt ve diğer gazeteleri, dergileri vardı.
Mosse ailesi uzun süre Nazileri destekledi, sonunda ihtiyaç kalmayınca Hitler onların da üzerini çizdi.
* * *
Soner Yalçın, bu örnekleri bugüne getirir ve der ki:
“Ne ilginç değil mi, bugün Türkiye’de yandaş medyadaki bazı köşe yazarları solcuların köşe yazarı olmasından rahatsızlık duyup gazete patronlarına, bunların işine son verirseniz AKP’yle ilişkileriniz düzelir, diye yazıyorlar! Yetmiyor. Kimi sözde köşe yazarları da solcu yazarları Ergenekon savcılarına hedef gösteriyor; bunları da sorgulayın, diye yazmaktan utanmıyorlar.”(x)
Mehmet Akif de der ki:
“Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar.
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”
————————
(x) Bu Dinciler o Müslümanlara Benzemiyor/Doğan Kitap
Hasan PULUR
http://www.milliyet.com.tr/Yazar.aspx?aType=YazarDetay&ArticleID=1168988&AuthorID=52&Date=03.12.2009
Milliyet
/*/*/*/*/
LAYIK OLMAK!..
Faşizm nedir?..
En kısa tanımıyla sermaye diktasıdır...
Faşizm Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da ortaya çıktı; 1922’de İtalya’da, 1933’te Almanya’da iktidara tırmandı...
Bir noktaya dikkat:
Faşizm Avrupa’da yayılırken kıta ‘Aydınlanma Çağı’nı yaşamıştı...
Ne demekti bu?..
Aydınlanma “aklın inançtan, bilimin dinden bağımsızlaşması” diye tanımlanabilir...
Bir anlamda laiklik demektir.
*
Avrupa’da faşist rejimler yıkılınca yerine nasıl düzenler kuruldu?..
Dinci (şeriatçı) rejimler mi toplumları ele geçirdi?..
Hayır!..
Çünkü Avrupa ‘Bilimsel Devrim’le birlikte ‘Rönesans’ı ve ‘Aydınlanma Devrimi’ni yaşamış, Hıristiyan şeriatını siyasal yaşamda tarihe gömmüştü...
Hıristiyanlık dünyasında geçmiş yüzyıllarda gerçekleşen bu tarihsel olaydan İslam coğrafyası -Türkiye dışında- bugün bile uzak yaşamaktadır.
‘Laik faşizm’ olabilir...
Bu durumda faşizm yıkıldığı zaman toplum demokrasiye kavuşur...
Birinci Dünya Savaşı ertesinde Avrupa’da kurulan faşist rejimler yıkılınca kıta -Aydınlanma’yı yaşadığı için- demokrasiye geçti...
Batı’da dinci rejimlere dönüşülmedi.
*
Avrupa’da tarihe gömülmüş bulunan Aydınlanma kavgası Türkiye’de güncel...
Bugün ülkemiz ne durumda?..
Takıyyeci bir parti iktidarda...
AKP dincilik savaşımı veriyor...
Batı’da, daha somut deyişle Avrupa’da, böyle bir durum, tehdit, tehlike var mı?..
Avrupa’daki çok partili rejimlerde ‘dinci-laik partiler’ -Erbakan’ın SP’sini işin içine katın- birbirinin seçeneği (ya da alternatifi) mi?..
Bugün Türkiye’de yaşanan olaylara doğru ve sağlıklı “teşhis’’ koyabilmek için önce aradaki ‘farkı fark etmek’ gerekir.
İnsanlık ya da uygarlık açısından çok önemli olan Türkiye’deki bu fark ne Avrupa’nın bilincindedir, ne de Amerika’nın umurundadır.
*
Faşizm bir siyasal sorundur..
Demokrasi problemidir...
Ama ‘laik-dinci’ çatışması bir uygarlık davasıdır...
‘Kemalist Devrim’ bir siyaset konusu değildir...
‘Atatürkçülük’, uygarlığa erişmek için gerçekleşmesi kaçınılmaz bir aşama içeriğini taşır...
Avrupa’da üniversite ‘aklın inançtan, bilimin dinden bağımsızlaşması’ ile kurulabilmiştir;
Türkiye’de 1933 Üniversite Reformu bu amaçla yapıldı...
Bugünkü takıyyeci iktidarın üniversiteye karşı savaşımının anlamı ne?..
*
Takıyyeci iktidar akla ve bilime dayalı üniversiteleri medreseleştirmek istiyor...
Bu kavgayı da hiç gizlemeden yürütüyor...
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde yaşanan olay bu kavganın en çarpıcı ve utanç verici sayfalarından biridir...
Bu kavgada üniversite genel sekreteryasından Enver Arpalı intihar etti, Rektör Yücel Aşkın hapishanelere ve hastanelere düşürüldü...
Bu kavganın tarih, Bilimsel Devrim, Aydınlanma ve Atatürkçülük kapsamında ne olduğunu bilmeyen, kavgayı kazanmaya layık değildir.
İlhan SELÇUK
(6 Ocak 2006 tarihli yazısı)
http://www.cumhuriyet.com.tr/?PHPSESSID=c712ebf5762c743b6d16fdb521e4967c&im=em&xl=empopup&em=cu/cumhuriyet/w/c0207.html
Cumhuriyet
.