ARAMAKLA YOKLAMAK AYNI ŞEY DEĞİLDİR



Birkaç haftadır kız kardeşimin karman çorman bilgisayarlarıyla boğuşurken, uzun yıllar önce edindiğim alışkanlığın yaşam için ne denli önem taşıdığını tekrar fark ettim.

Bilgisayardan çakmamakta direten benim gibi birini kolları sıvayacak kıvama getiren bilgisayarların durumu tek kelimeyle içler acısıydı. Bizimkinin 2 dizüstü bilgisayarı var. Yeni nesil Intel Geniune işlemcili 250 Gb sabit diskli idare eder gibiydi, fakat Intel Duo işlemcili 120 Gb sabit diskli olanı, haniyse yıllar önceki Pentiumların hızına düşmüş durumdaydı. Bir programa tıklıyorsun açılmasını beklerken saç baş yoluyorsun. Durum vahimden de öteydi yani...

Her iki dizüstünde de hiç yedekleme yapılmamış alındığı günden beri. Sistem Geri Yükleme de yok sayılır, zira sabit diskler ful olduğundan bilgisayarlar bu işlemi atlayıp durmuş. Her ikisine de antivirüs yazılımı hiç kurulmadığından, 'Yedekleme' veya 'Sistem Geri Yükleme' yapılmış olsa dahi bu işlemlerle uğraşmak akıl kaarı değildi. En doğrusu yeniden, birine Vista, diğerine Windows 7 kurmaktı.

Ne yapılır, önce bilgisayardaki dosyalar ve her türlü kullanıcı bilgileri bir yerlere kaydedilir di mi? Ben de öyle yapayım dedim ve o zaman fark ettik ki Hotmail şifresini bilmiyor, hiçbir yere not etmemiş. En başında almış Hotmail’ini, girmiş şifreyi ve otomatik şekilde bağlanmaya başlamış. Giriş o giriş, bir daha şifreyle hiç işi olmamış.

Messenger otomatik bağlanıyor, şifre kısmındaki çarpıları görüyorum amma ve lakin şifreyi öğrenemiyorum. Ne etçez, interenete dalıp şifre gösterici yazılım peşine düştüm. Bulduklarım “Şu şu programlarınkini gösteririm, onu göstermem” kıllığı yapıp duruyor. “Diğer bilgisayarda da var Messenger, ondan bakarız” rahatlığıyla su koyvermeye başladım. Zaten bu uğurda telef olmanın pek anlamı yoktu. Bizimkine “Hotmail’indeki yazışmalar önemli mi, işin içinden çıkamıyorum, en çoğu bunu unutur alırız yeni bir meil adresi olur biter” cin fikirliliğini sunduğumda bizimki, “O kadar önemli bir şey yok, arkadaş meilleri falan. Adresleri kaybolursa Gmail’de Facebook’ta falan var nasılsa aynı kişiler” dediğinde daha bir istekli giriştim yeni sistem kurmak için bilgisayardaki dosyaları harici sabit diske kopyalamaya.

Bizimki işine öyle kaptırmış ki kendini, başka her şeye başından savarcasına davranıyor. Bilgisayarların her yeri dosya dolu; kendisine bir resim falan gönderildiğinde veya herhangi bir şeyi kaydetmek istediğinde tek yaptığı ‘Kaydet’e basmak. Ne nereye kaydettiğine bakıyor, ne yeni bir klasör açıyor, ne de dosyaya anımsatıcı isim vermeye falan dikkat ediyor. Bu yüzden başta Masaüstü olmak üzere her yer kameraların otomatik oluşturduğu DSC bilmem kaç türünden dosyalarla dolu. Tabii kaydettiği herhangi bir dosyayı sonradan arayıp bulması rastlantıdan ibaret, hatta imkansız gibi bir şey.

Dosya kopyalamayı bitirince, bilgisayarın ‘Yedekleme’sini harici diske yönlendirip çalıştırdım. Bu işlem bittiğinde yeni Vista kurabilirdim artık.

Soluklandığımı sanıyordum, ne gezer. Yeni sistem kurmaya giriştiğimde yeni belalarla karşılaşacaktım. Bilgisayar üreticisi firma Windows’un standart açılış işlemleriyle yetinmeyip kendi kurulum yazılımını yapmış, ona da bir şifre kondurmuş. Kıllık parayla değil ya, adamı uyuz edecekler ya “Ahan buraya şifreyi giremezsen hiçbir halt yapamazsın, anladın mı hemşerim” diyorlar. Bizimkine sorduk şifreyi, mümkün mü hatırlasın. Neyse ki ‘İlk arabam’ hatırlatıcısı uyandırdı bizimkini, girdik arabasının modelini, aştık Çin Seddi kılıklı Setup’ı.

Kurulum bittikten sonra ilk iş olarak asla kullanılmayacaklar sınıfındaki bütün programları kaldırmaya başladım. Bunların başında sürüyle oyun vardı. Bir dünya yer açıldı sabit diskte. İkinci olarak bilgisayar üreticisinin kendi yazılımlarını kaldırmaya giriştim. Bu yazılımlar çoğunlukla Windows’ta zaten olan yazılımların süslenip püslenmişleri. Tek yaptıkları bilgisayarı yavaşlatmak, açılışta bekletmek, özel bir işe yaradıkları pek yok. Gözüme kestirdiğim epeyce daha programı kaldırdıktan sonra bilgisayar uçmaya başladı, 120 Gb'lik sabit disk, tek göz odalıktan salon salamanje durumlara geldi. Ne bekletmek kaldı ne bir şey, her şey tık tık.

Artık Vista’yı Windows 7’ye yükseltebilirdim, onu da halledip üzerine bir de Virüs yazılımı kurunca tıkır tıkır işleyen bilgisayarı oldu bizimkinin. Oysa bu külüstürden kurtulmaya hazırlanıyordu ne zamandır. Fikri değişmekle kalmadı, çok sevmeye başladı hurda kıvamına gelmiş dizüstünü.

Bu bitince giriştim diğerine, işler daha rahat ve kolay yürüdü, hemen hiç uğraştırmadı. Sorunsuzca kuruldu Windows 7.

Hotmail'i kurtarmayı ise beceremedim. Kurtarma seçeneklerinin hiçbirinden sonuç alamadım. En başından 'Hotmail şifresini kaybettik yardım edin' dedik MSN'dekilere fakat inandırıcılıktan fazlasıyla uzaktık. Zira bilgisayarların birinden başvuru yaparken diğer bilgisayar gayet güzel kullanmaya devam ediyordu Hotmail'i, kim inanır bize. Ciddiye alınmadık tabii. Diğer kurtarma seçeneği de işe yaramadı. Nasıl yarasın, vaktiyle girilmiş 2. meil adresi bilinmezlikler aalemindeydi. Muhtemelen eski ve yıllardır kullanılmayan bir meil adresi girilmişti, bizimkinin hatırlaması mümkün mü? Geçtik bütün bunları aldık yeni bir Hotmail adresi, kurtulduk bu sıkıntısal durumdan.

'Sonra bakarım' anlayışı öylesine egemen olmuş ki yaşamına, Gmail'inde 110 okunmamış mesaj vardı. Yanlış anlaşılmasın, öyle son günlerde falan gelmiş mesajlar değildi, aylar hatta yıllar içinde birikmişlerdi. "Yahu şunlara bir bak, yeni mesaj geldiği anlaşılmıyor. Kaç dakikanı alır, üşenme göz at şunlara" bozuğu işe yaramış, en son gördüğümde 80'e düşmüştü okunmamışların sayısı.

Dikkat etmemiştim, muhtemelen Hotmail'i de okunmamış mesajlarla doluydu. Hepsi uçtu gitti. Galiba iyi oldu, bakmaktan kurtuldu, kafası rahat etti.

Gelelim başlığın mana ve ehemmiyetine amma ve lakin gelemiyoruz.

Her iki dizüstü de tıkır tıkır çalışıyordu ki, işyerindeki internet bağlantısı uçtu. Modemin ışıkları falan cayır cayır yanıyor amma ve lakin internete girilemiyor.

Servis sağlayıcıyı arayalım dedik ve de ilk akıla gelen firmayı aradık, müşteri numarasını verdik. Aldığımız yanıt "Bu numara bize ait değil". Pes etmedik, "Peki bu müşteri ismi kayıtlı mı sizde, kontrol edebilir misiniz?". Görevli bakıp "Hayır, bu isimde kayıtlı müşterimiz yok" karşılığını verdiğinde yeniden araştırmaya koyulduk. Bir başka internet sağlayıcının faturasını bulunca onları aradık, "Bu isimde internet kaydımız yok" karşılığını alınca tekrar öteyi beriyi karıştırmaya başladı bizimkisi. Sonunda cep telefonuna gelmiş başka firmaya ait faturaya ve kullanıcı bilgilerine ulaşmayı başardı. Baştan beri bu faturayı Uydu TV faturası sanıyordu, oysa bu firmadan Uydu aboneliği yoktu. Sonradan anımsadı, bir keresinde bu firmayı arayıp "Ben size niye fatura ödemesi yapıyorum?" fırçası bile çekmiş. Büyük ihtimalle "Bizde uydu TV değil internet aboneliğiniz var" açıklamasını yapmışladır bizimkine amma ve lakin birinden girip ışık hızında çıkmıştır öbür kulağından. Kaçarı yok, anında unutup gitmiştir...

Sonunda mutlu sona ulaşmıştık ama yine tam olarak değil. Çünkü internet arızası varmış.

Hiç değilse internet sağlayıcısının kim olduğunu öğrenmiştik. Az şey mi!

Salim kafayla düşününce bu karmaşık durumu çakabildik. Bizimkisi bağlantısını ilk internet sağlayıcısından bir başkasına taşırken telefonunu da birlikte nakletmiş. Daha sonra 3. Servis sağlayıcıya geçerken telefonu orada bırakmış, daha doğrusu unutmuş. Çevreci duyarlılığı yüksek biridir bizimkisi, iyi bir şey yapıp sonuncu firmadan kağıt fatura istememeyi seçmiş. Çok da iyi etmiş. Sonuçta, üyelik bilgilerini SMS'lerde bulunca, kağıt faturayla sözleşme arayıp bulamama bahtsızlığından kurtardı bizi.. Bu kez şansımız yaver gitmişti.

Bilgisayarların eski halini gördüğümde bizimkisine kısa ve hızlı bir bilgisayar eğitimi verilmesi gerektiğini düşünmüştüm. Oysa durum daha vahimmiş, yaşamla ilgili eğitime de ihtiyacı varmış.

İşine gömülmek yüzünden yaptığı ve yaşamını daha da karmaşıklaştıran yanlış şuydu:
Sözleşme veya fatura ne olursa artık, kaldırıp bir kenara bırakıyor, sonra bakarım falan diyor. Tabii asla dönüp bakmıyor. Ne bir klasör, ne bir kutu, ne de bir çekmece söz konusu. Her şey her yerde olabilir, şans kader kısmet işte. Ve aynen bilgisayara kaydettiği dosyalar gibi neyin nerede olduğunu kesinlikle bilemiyor. Lazım olduğunda epeyce araması gerekiyor, çoğunda da bulamıyor.

Oysa yapması gereken, en başında bulabileceği bir yere kaldırmaktı. Bu iş birkaç saniyesini alır, gerektiğinde bulması da birkaç saniyesini. Halbuki kaldırıp bir yere attığında bulmak için çok zaman kaybetmekle kalmaz, bulamamak belasıyla da boğuşur. Dahası, her gerektiğinde aynı şeyler yaşanır durur.

Bilgisayarda da aynı durum geçerli; bir dosyayı kaydedeceği klasörü seçmek, isim verdiği yeni bir klasör açmak, kaydedeceği dosyayı adlandırmak birkaç saniyesini alır. Bunlara üşenmenin bedeli ise epeyce ağır.

Aynı şey abonelik işlemlerinde geçerli; kullanıcı adlarını şifreleri falan en başında belli bir yere not etse, iptal edilmiş abonelik bilgilerini sıcağı sıcağına silse, bilinmezlikler aaleminde kaybolmazdı. Fakat hemen hiç yapmamış. Bakalım bundan sonra yapacak mı!

Pek çok kişi gibi ben de unuturum, bu çok doğal. Ne demiş atalarımız, "İnsan aklı unutmakla maluldür". Anahtar veya cüzdan unutma derdine yıllar önce geliştirdiğim çözüm, pek çok kişi gibi anahtarı hep aynı cebe, cüzdanı belli cebime koymaktı. Yanıma aldım mı kuşkusuna düştüğümde, bildiğim cebi yoklamak yeterliydi. Bu alışkanlığı edinmesem yoklamak yerine, 'O cebimde mi, şu cebimde mi' dertlenmeleriyle epeyce aranmam gerekirdi. Bunun yetmeyeceğini bildiğimden, çıkarken gözüme ilişmeleri için evde de her birini belli yerlere bırakırım.

Aradığında birçok yere bakarsın, oysa yokladığında bakacağın yeri bilirsin.

Sorun engelleyici bu alışkanlığın çok işe yaradığı ortada.

Umarım bizimkisinin de işine yarar.



                Eyüp Şeker



NASIL OLUYOR DA OLUYOR!



Ver gazı,

bas pompayı,

yükle imanı,

50 altın, 30 gümüş, 15 bronz cepte.

Bu mudur,

budur!


                 Eyüp Şeker





ATIŞ SERBEST, SALLAYAN SALLAYANA DA...



Uzun yıllardır 3 kademeli su filtresi kullanıyorum. Tortu filtresinde 5-10 mikrona kadar süzüldükten sonra ince filtre takviyeli karbon filtre son tortularla kokulardan arındırıyor  suyu ve ultraviyole ışınlı son bölümde mikrobik temizliği yapılıp özel ince musluğundan akarak kullanıma hazır hale geliyor.

Uzun yıllar yemeklerde ve çayda bu suyu kullandım. Yemeklerde neler olup bittiğini görmek mümkün değilse de, "Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz" özlü sözünü 5-6 ayda bir insanın kafasına kakıyordu çaydanlık. Metal veya plastik fark etmeksizin hepsinde kalın bir kireç tabakası peydahlandığından, kireç çözücüyle çaydanlıktaki bu tabakadan kurtulmak şart oluyordu.

6-7 yıldır çayda ve yemeklerde damacana suyu kullanıyorum. Bu süre içinde zerre kireç oluşmadı çaydanlıkta ve bir kez olsun temizlemek zorunda kalmadım.

Hele de sular kesilip geldikten sonra gör temiz suyu!. Mümkün mü içilmesi! Uzun süre kahverengi akan su muslukların ucundaki filtreleri tıkayacak kadar tortulu geldiğinden, rengi düzelenciye dek boşa akıtmak gerekiyor. Kafam kadar çakıllar gelmiyorsa borulardan geçemediği içindir. Deniz kumundan çok daha iri parçalar birikiyor musluk ucunda. Sıkıysa temizleme, musluktan su akmıyor su! Birkaç kez de muslukların iç aksamı tıkandı, birinde ise tamir edilemeyince seramik aç-kapa kısmı komple değiştirildi. Sakın "Deponuzdandır..."  diye başlamasın kimse, deponun asla devreye sokulmadığı kesintilerden söz ediyorum

Tabii ki temizleyip arındırmak mümkün her türlü suyu. Ancak, kaç aşamalı kaç filtre kullanılması, bunların ne sıklıkta değiştirilmesi veya 'Ters Ozmoz'  gibi pahalı teknolojilerin kurulması gerektiği göz ardı edilip duruyor. Örneğin New York'un lağım suyu arıtılıp şebekeye veriliyor ve benzeri pek çok kentteki gibi güvenle içiliyor. 

Tamam anladık, 10-15 yıl öncesine kadarki suya göre epeyce temiz ama sadece epeyce, hepsi bu. Öyle övgüye boğulacak su falan yok ortalıkta. Bardağa doldurup içmeyi geçelim, birkaç aşamalı filtrelerden geçmişi bile yeterince temizlenemiyor.

Su kesilip geldiğinde musluklardan çamur akıyorsa, taşıdığı pisliklerle kumlar her aşamadaki boruların içine yığılmış, uzunca süre de beklemiş demektir. Çamurun pisliğin beklemesi demek, bakteri çoğalmasını sağlayacak ortam sağlıyorlar demektir. Bunu görebilmek için bilimci olmaya gerek var mı?

Bir kentin suyuna temiz denilebilmesi için hiçbir şekilde en küçük kirlilik emaresi taşımaması gerekir. Temizlik şartlarına epeyce uzak bir suya 'temiz...' denir mi! Ne yazık ki deniyor. Deniyor da, demekle su temizlenmiyor.

Büyük yer oluru verdi ya...

Atış serbest ya, bütün meydanlar serbest atış alanlarının alancılarında ya, sallayan sallayana.

Musluk suyu temizmiş...

Öyle diyosanız...

Ne edelim...

Temiz temiz...



                Eyüp Şeker



KIMIL ZARARLISINDAN BETERDİR BU CİNS EBLEH



En zararlı ebleh, eblehliğini bilmezken kendini daahi zanneden eblehtir.

Buna rağmen kaçınılmazdır...

Eblehler de anlar.



Eyüp Şeker