YURDUM KOYUNLARINA BAHŞEDİLEN GDO
Doğru soruyu sorarak mı tartışıyoruz GDO’yu?
Sorulması gereken asıl soru şu değil midir: “Tarıma çok uygun iklimde tarıma çok uygun topraklara sahipken GDO’lu ürünlere bulaşmalı mıyız?”
Kaynakları hızla tükenen Dünyada insanlar her geçen gün biraz daha doğallığa sarılırken, bu gerçeği görmezden gelerek doğallığımızı yok etmeye çalışmamızı akılla mantıkla açıklamak mümkün mü?
Yapılan düpedüz kendimize ve doğamıza ihanettir. Hem de öyle böyle değil, çok büyük bir ihanettir. Her geçen gün doğallık daha da değerlenirken ve daha da değerleneceği ayan beyan ortadayken, sentetik ürünlerle bu doğallığı yok etmeye çalışmak yanlışın büyüğü değilse nedir?
Sahip olduğu zenginlikleri görüp değerlendiremeyenlerin, doğallığın sentetiklerden çok daha büyük kazançlar getireceğini anlamayanların vahim yanlışıdır bu. Ayrıca, çuvallar dolusu olsa da "Para yenmez". Geleceği falan da yok.
Elindekilerin kıymetini bilmeyenlerin veya görmezden gelenlerin, ülkenin geleceğiyle böylesine rahatça oynayabilmelerini anlamak mümkün değil. Gıdada bağımlı hale gelmenin ülkeye büyük zararı olacağı tartışmasız… Çok uluslu şirketlerin kendi kazançlarını kovalamaları ve ABD yönetiminin de bu çıkarları korumaya çalışması çok doğal. Peki, biz neden çıkarlarımızı kovalamıyoruz? Bizim çıkarlarımız sadece dev şirketlerin kazanmasını sağlamak değildir. Eğer ille de gerekiyorsa, onlar kazanırken bizim de kazanmamızdır normal olan.
Çiftçimizin her yıl o şirketlerden tohum almaya mahkuum edilmesi bile başlı başına vahim bir durumdur. Su ve yiyecek geleceğin en önemli, en stratejik konusuyken, dev şirketlerin ve başka ülkelerin insafına mahkuum edilmek dehşet verici değil midir?
Sahip olduklarımızdan zenginlikler çıkartmak yerine bağımlılığa sürüklenmek hangi akıla hizmettir?
Geçelim bir kalem meselenin bağımlılık boyutunu…
Milyonlarca yılda oluşmuş ekosistemlerle oynanmaması gerektiğini gösteren sayısız örnek varken, 'Bir şey olmaz abi' rahatlığındaki yaklaşımlar hangi akıla, hangi mantığa sığar?
Bir bölgedeki canlı zincirine dahil edilen yeni yaşam formunun nasıl yıkımlar getirdiği bilinmez şey midir? Milyonlarca yılda oluşmuş yaşam zincirine böylesine çekincesizce GDO'ları, yani yeni yaşam formlarını eklemek hesapsız kitapsız bir girişim değilse nedir? GDO yeni bir yaşam formu değil midir?
Genlerine omega-3 veya antibiyotik ya da böcek kovucu eklenmiş bitki yeni bir tür değil midir? Her canlı bulunduğu ortamın şartlarına uyum sağlayabildiği için yaşam bulabilir. Bunu yaparken de ortamdan bir şeyler alırken ortama da bir şeyler verir. Sistemin işleyişi gereğidir bu.
Omega-3’lü soya fasulyesi önceki aslından farklı maddeler almayacak mıdır ortamından? Alacaktır. Çünkü önceki aslının ihtiyaç duymadığı yeni yapısını beslemek durumundadır. Bu sistemin işleyişi gereği yeni bitkinin eskisinden farklı etkiler yayması da kaçınılmaz değil midir? Kaçınılmazdır yeni şeyler alıp yeni şeyler vermesi.
Genlerine, böcekleri uzak tutan gen eklenmiş bitki, önceki aslından farklı şeyler vermeyecek midir çevresine? Verecektir… Diğer yandan, böcekleri uzak tutmakla önceki aslına gelen böceklerin sağladıklarından da mahrum kalmayacak mıdır? En basitinden yaşam direnci ve güç sağlamaktadır o böcekler o bitkiye. Böcekleri uzak tutan yeni tür, bu güçlendirme etkisinden mahrum kalacak ve zaman içinde yeni zafiyetler sergilemeye başlayacaktır. Çözüm için yine genetiğe başvurulacak, yeni genler aşılanmaya çalışılacaktır. Bütün bu işlemlerin özeti şudur; doğanın milyonlarca yılda yaptıklarını bilim çok çok kısaltmaya çalışmaktadır. Bunu yapmaya çalışırken de yeni sorunlar üretmesi kaçınılmazdır. Çünkü dengesi milyonlarca yılda kurulmuş doğaya, bu denge üzerindeki etkisi bilinmeyen müdahaleler yapılmaktadır. Özetle, bir değişiklikle kalınması mümkün değildir. Aslında bu değişiklikler, gelecekteki değişikliklerin başlangıcından, haberciliğinden başka şey değildir.
Ekosisteme yeni girmiş organizmalardır GDO'lar ve sistemi etkilemeleri çok doğaldır.
Bu etkilerin asıl sonuçları ise uzun dönemlerde ortaya çıkacaktır.
GDO'lu gıdaların başka herhangi bir canlıdan herhangi bir farkı yoktur?
Bir yaşam ortamına başka bir ortamdan getirilen yeni bir canlının o yaşam zincirinde yıkıma sebep olabileceği çok açık şekilde bilinirken, GDO'lu gıdalara çerez muamelesi yapmak ne kadar akılcıdır? Herhangi bir bitkinin, yosunun, karıncanın, yılanın, tavşanın, kedinin, balığın, daha önce var olmadığı yeni bölgeye yerleştirilmesinin nasıl yıkımlar yarattığı bilinirken, yeni genlere sahip bitkilerin zarar vermeyeceğini düşünmek büyük bir hatadır. Doğa denge üzerine kuruludur. Bu denge milyonlarca yılda oluşmuştur. En küçük değişiklik hemen kendini göstermektedir.
Atlantik'ten gelen katil yosun sahillerimizdeki ekosistemi yok ediyor, göçmenlerin getirdiği tavşanlar, köpekler, kediler Avustralya'nın, kırmızı karıncalar Amerika'nın, Ağaç yılanları Havai'nin başına bela oldu, Kızıldeniz'den gelen katil denizanaları Marmara'daki balıkları yok ediyor deniyor boyuna ama genleri değiştirilmiş yeni bitki ve hayvanlar hiç dert edilmiyor. Oysa o yosun Atlantik'teki çevresiyle gül gibi geçinmekteydi, gemilerle taşındığı Akdeniz sahillerinde ise diğer türleri hızla yok etmeye başladı. Havai'ye kaçak olarak gelen ağaç yılanları adadaki kuş türlerini birer birer yok etmeye başlamış. Dünyanın pek çok yerinde işgalciye dönüşmüş bitkilerin tahribatları ise apayrı bir dert…
Avustralya en iyi örnektir ekosistemle oynamanın bedellerine: Göçmenlerin ada kıtaya taşıdığı kedi, tavşan ve köpek başlarına bela olmuş durumda. Bizlerin sadık dostu köpek orada doğaya karışınca Dingo gibi bir dert yaratmıştır. Sayılarının aşırı çoğalması yüzünden ekili ürünlere fazla zarar veren tavşanlar için sürek avları düzenlenmektedir. Vahşi ortama uyun sağlamış kediler de başka dert.
Sorumluluk içindeki uzmanlar, yalıtılmış ortamlarda çok kontrollü dikimler yapılmalıdır diyor. GDO'lu ürünlere dikkatli yaklaşılmalı, etkileri titizlikle izlenmelidir. Eğer elimizden kaçırır ve doğaya yayılmasına engel olamazsak yıkımlarını önleyemez, durduramaz hale gelebiliriz diye ekliyorlar. Bu tedirginliklerin birçok nedeninden biri, genetiği değiştirilmiş ürünlerin yetiştirildiği topraklarda artık o ürünün eski aslının veya başka ürün yetişemeyeceği gibi bir büyük tehdidin söz konusu olması gerçeğidir. Çünkü toprağın yapısını değiştirmiştir bir kere ve toprak eski haline getirilmedikçe o bitkinin eski aslı ekilememektedir. Bu durum bilinmez şey değil ve sadece gen değişikliği yapılmış bitkilerde değil, bildiğimiz ürünlerde de geçerlidir. Örneğin tütün ekilen toprakta başka ürün yetişmediği bilinir.
Özetle, bir canlı kendisinin değiştiğiyle kalmaz, ortamını ve kendisini tüketenleri de değiştirir, etkiler.
Aslında bütün bunlar bilimsel akılla yanıt gerektiren şeylerdir. Bilim uğraşıyor zaten yanıtlar için. Bu konularda ahkaam kesmek bizlere düşmez ama yapılanları sorgulamamız da gerekli ve şarttır. Çünkü yaşamımızla doğrudan ilgilidir ve sorgulamadığımız takdirde dayatmalara, oldubittilere mahkuum edilmek söz konusu.
Unutulmaması gerekeni unutarak yapıyoruz biz asıl hatayı ve asıl sormamız gereken soruyu sormuyoruz: GDO’lu ürünlere ihtiyacımız var mı?
Evet, GDO’ya bulaşmalı mıyız? Bulaşmadan insanımızı doyuramaz mıyız? Eğer çok uluslu dev firmaların çıkarları doğrultusunda hareket ederek tarımımızı çökertmeye devam edersek insanımızı doyurmaz hale gelmemiz kaçınılmaz.
Marketten satın aldığım meyvenin binlerce kilometre ötedeki Şili’den geldiğini görmek beni dehşete düşürmüştü. Anasını alıp gideceği yeri olmayan Mersin’li çiftçinin ürünü dalında çürürken binlerce kilometre öteden gelen meyveleri yemeyi aklım da almıyor, midem de yüreğim de kaldırmıyor.
Geleceği tehdit altına girmiş, çok yönlü bir konu olan tarımın kaderini belirleyen çok önemli kararların yangından mal kaçırırcasına ve insanlardan habersizce alınması kabul edilebilir mi? Eğer bir tercih yapmamız gerekiyorsa seçimimiz neden GDO'lu ürünlerden yana olsun? Çok uluslu dev şirketler güçlerini ve devletlerinin ağırlığını baskı aracı olarak kullanıyorlar diye boyun eğilebilir mi?
Tüketimlerindeki etkiler ise başlı başına bilinmezliklerle ve şimdiden tespit edilmiş birtakım tehditlerle dolu. Organizmaların alışkın olmadığı maddelere tepki vermesi kaçınılmazdır ve ancak uzun dönemlerde ortaya çıkacaktır üzerimizdeki gerçek etkileri.
Hepsinden önemlisi bizim ihtiyacımız yok bu tür gıdalara. Sahip olduğumuz şartları değerlendirdiğimizde yetip artacağını biliyoruz. Tarımın çökertilerek GDO'ya muhtaç olduğumuz zannının yaratılması boşuna değildi. Bunca çökertmeye rağmen halen ihtiyaç duymaz durumda oluşumuz, ne büyük zenginliklere sahip olduğumuzun işareti değilse nedir?
Bu vahim yanlıştan bir an önce dönülmelidir.
Her geçen gün biraz daha değer biçilemez hale gelen ve gelecekte tam anlamıyla paha biçilmez olacak doğallığı katletmeye kalkışmak çok vahimdir.
Gerektiğinde her zaman alabiliriz GDO'lu ürünleri ama doğamızı ve sağlığımızı geri getirebilir miyiz? Peki, ihtiyacımız var mı GDO'lu ürünlere? "Hayvancılık biter" korkuları yaratmak nafiledir. Bu alandaki açığın kapatılmasının zor olmadığı açıktır.
Havuzlarda su üzerinde yüzen tepsilerde domates marul yetiştirilmesini heyecan verici buluyor önce insan ama biraz düşününce “Biz çöl ortasındaki Dubai veya İsrail miyiz, neden bu yapay ortamlarda suni beslemeyle yetiştirilen ürünleri yiyelim?” haklı sorusu dikiliyor karşımıza. Dikilmekle kalmıyor, ezip yerle bir ediyor insanı "Niye!" gerçeği. Bomboş topraklar alabildiğine uzanırken biz neden mineral ve gübre eklenmiş suyla dolu havuzlarda yetiştirilen marulları domatesleri tüketiyoruz?
Büyük bir marketten iyisi diye satın aldığım ‘Salkım domates’in öyle sert kabuğu var ki, mandalina gibi soymadan yemek mümkün değil. Satın alan herkes bu durumun farkındadır. Bakıyorum kokusu rengi yerinde, iyi de bu benim bildiğim domates değil. Benim bildiğim domatesin mandalina kalınlığında kabuğu olmaz, dişleyerek yemesi haz verir. Raf ömrü uzun olsun diye yeni tuhaf kılıklara sokulan domatesin çabuk çürüyüp çürümemesi beni neden ilgilendirsin? Beni ilgilendiren domatestir, ucubelikler değil.
Pek çok ülkedeki gibi Almanya’da da kampanya başlatılmış, “Kurtlu elmalarımızı geri verin” diye haykırmaya başlamış insanlar.
Kafalarımız çok mu karıştırıldı, kurtsuz elmaları gerçekten istediğimizden emin miyiz?
Doğrudur, gen aşısı gibi bilimsel teknolojik gelişmeler çok önemli ve büyük ihtimalle ileride çok daha gerekli hale gelebilecek. Bu reddedilmez bir gerçek ama penisilin veya diğer ilaçlar örnek verilerek karıştırılmamalıdır insanların kafası. Doğru, bilimsel gelişmeler olmasaydı insanın ortalama ömrü 30-40 yıl kalacaktı büyük ihtimalle. Ama aynı şey değil bunlar; tıbbi gelişmeler başka, ekosistemi değiştiren çalışmalar başka şeydir.
Bizim sormamız gereken soru şudur: Normal domatesi, elmayı, buğdayı, mısırı yiyebilecekken neden bir takım kuşkulu türlerini tüketelim?
Bizim toprağımız var, suyumuz var, iklimimiz var ama ne zamandır "Helva yapmayı beceremiyoruz" denmeye başladı.
Helva yapmayı beceremediğimizden emin misiniz?
Omega-3’e ihtiyaç varsa, bunun yolu omega-3’lü soya fasulyesi yetiştirmek değil, daha çok balık yetiştirmenin yollarını bulmaktır.
Akıl der ki, ne zaman balık bulamaz ceviz yetiştiremez hale geliriz, o zaman omega-3'lü soya fasulyesi yeriz.
Eyüp ŞEKER
.