BU KOMİK VE APTAL DÜNYAYI DAHA KOMİK VE APTAL HALE GETİRMEK HEP ÇOK SEVİLİR



“Aynı deneyi tekrarlayıp durarak farklı sonuç alacağını sanmak ahmaklıktır” mı demişti Albert Einstein, yoksa daha nezih bir ifade mi kullanmıştı.



Eyüp Şeker






HOROZUM


Atla, dünya senin.


Eyüp Şeker






DESİNLERCİLERİN GERÇEĞİ SEVMEMESİ GERÇEĞİN UMURUNDAYDI SANKİ


Işık Kansu (Cumhuriyet): Anadolu’da “Ele güvenen ersiz, oynaşa güvenen yarsız kalır” derler.


Oktay Akbal (Cumhuriyet): Oktay Rifat demişti sevdiğine “Yalnızlık senin gittiğin yoldan gelir”.







GERÇEK UMURSAMAZ İNANIP İNANMAMAYI


Vanaların sağladıklarını güç zannedenlerin alacağı ders sarsıcıdır, hem de çok ama çok…



Eyüp Şeker



YANARAK YA DA ÇAKILARAK


Sıçarken uçan tek şey gazdır.

Hükmü keser

Uçana kıvılcım

Kalanına yerçekimi.


Eyüp Şeker




UÇAN UÇAR



Her türlüsünden puştlukla sarılmışken varlığım, uçtukça uçan ahmakları hep sıçarken görüyorum.


Eyüp Şeker



TADI DAMAĞINDA MI…



Acımasızca sömürerek, eziyetin envai çeşidini yaparak elde ettiklerinin sefasını sürerken iyiydi di mi züppeleşmiş bilmiş horozum!

Şimdi de çıkart tadını!


Eyüp Şeker



AHMAKLIKTIR EBEDİ OLAN



Kontrol etme ve yönetme gücünü elinde tuttuğunu ve her şeyi, hatta yaradılışı ve hatta doğayı bile yasalarla ve yasaklarla düzenleyeceğini zanneden akılsızlar, yaşamı cehenneme çevirdikleriyle ve insanlara ettikleri eziyetle kalırlar.

Ve böylesi ahmaklıklar asla sonsuza kadar sürmez.


Eyüp Şeker



BİLESİN




Kontrol ettiğini zannettiklerini aslında başkalarının kontrol ettiğini anladığında gördüklerin uykularından daha fazlasını kaçıracaktır ama çok geçtir artık, fakat hepsinden acısı, dönecek yerin de kalmamıştır.


Eyüp Şeker



KATLİAMCI, SOYKIRIMCI, İŞGALCİ, BARBAR YURDUM UÇURULURKEN BİZ ÇIKALIM SEMAYA

  

Galaksimizin merkezindeki gibi karadeliklerin yakınında yıldızlar varken faaliyetlerini durdurmalarının nedeni, emebilecekleri kadar yakınında olmamaları mı? Bir başka deyişle, karadeliğin etrafında muazzam bir hızla dönen bu gök cisimleri bir süre sonra emilme ufkuna ulaştığında yeniden emme faaliyeti başlayacak demek midir?

Yoksa, galaksimizden emdikleriyle beslediği bizimki ya da başka bir evrenin doygunluğu yüzünden mi faaliyetini sürdüremiyor? Böylesi karadelikler her nereyi neyle besliyorlarsa, pompaladıklarına doygunluk noktasına erişilip daha fazlası kabul edilmediğinden mi durma noktasına gelmişlerdir? Örneğin, emdiği maddeleri antimaddeye dönüştürüyorsa, pompaladığı yerdeki antimadde düzeyi mi durdurmaktadır karadelikleri?


Eyüp Şeker



SON KULLANICI DURUMSALLARINDAN SON DURUMSALLARIM



Memleket uçurulmakta, ben de lüzumsuz işlere dalayım bari.

Apple’dan uzak durma durumsalına son verdim ve de ilk gün koşa koşa giderek 4s alıp kullanmaya başladım.

Sanki daha bir keyiflendi yaşamım. Yanicime bu zamazingoyu epeyce sevdim.

Gidişata bakılırsa iPhone sayesinde, cep telefonumu kullanmamaktan kaynaklanan embesilvari hallerim yavaş yavaş ortadan kalkacak. Bu embesivari durumsallarım öyle acayip durumsallardı ki, ezberleyememek yüzünden kaç kere numaramı isteyenlere sorduğum olmuştur: “Bunun numarası nerede yazılıdır?”

Operatörün ‘Destek Hattı’nı aradığımda neler yaşandığından fazla söz etmeyeyim en iyisi. Telefona çıkan gençlerin büyük kısmı görüşmenin ardından intihar falan etmiştir sanırsam. Demem o ki, embesilvari durumsallarımla öyle böyle değil yani, acayip saç baş yolduruyorum.

Daha çok mp3 dinlemeye yarayan önceki telefonlarıma kıyasla 4s’yi sebepli sebepsiz kullanmaya çalışarak embesilvari hallerimden kurtulmakla kalmıyor, ‘Destek Hattı’ndaki gençleri de benden kurtarıyorum sanırsam.

Gerçi dizüstülerde görmeye başladık ama masaüstülerde ışıklı klavyeden umudu kestim çoktan, herhalde 10 yıl sonra falan satın alabileceğiz Türkçelerini. Aslında klavye konusunda pes ettim, artık etiket çözümleriyle dahi uğraşmıyorum.

Gözlerimdeki bozukluğun çok az olması yüzünden gözlük takma konusunda tam arada derede durumsallarındayım. Gözlüksüz gayet güzel idare edebiliyorum çoğunlukla, fakat okuma yazma veya el uğraşları durumsallarında kesinlikle takmam gerekiyor. İşte bu arada derede durumsalı klavyeyle yazarken de büyük mesele olup çıkıyor. Işıklı klavye en iyi çözüm benim için ama…

Apple kararlılıkla beyaz yaklaşımını sürdürürken Windows cephesindekilerin büyük çoğunluğu siyah takılmayı seviyor. Oysa bilgisayarların ilk yıllarında klavyeler krem, karakterler ise siyahtı. Siyah klavye salgını nasıl başladı ve neden böylesine yerleşti tam bilemiyorum. Muhtemelen estetik yaklaşım durumsalındandır. Siyah klavyelerdeki beyaz karakterler zor seçilirken, beyaz zemin üzerindeki siyah karakterler kolayca görülebiliyor. Ben de gözlüğe gereksinim duymadan girişebiliyorum klavyeye.

Piyasada tek tük bulunabilen beyaz klavyelerin karakterleri ise gri, yani yine zor seçilen cinsten… Belli ki yine estetik belirlemiş buradaki durumsalı da, kullanılabilirlik değil. Hal böyle olunca çıkartma yapıştırma yoluna gittim gitmesine de, her girişimim hüsranla sonuçlandı. Satılan çıkartmaların hepsi kağıt ve kısa sürede silinip gidiyor. Harcanan emeğe yazık oluyor.

Bir keresinde internette beyaz üzerine siyah harfli asetat çıkartmalar bulunca hemen üzerine atlayıp birkaç tane satın aldım. Büyük bir hayal kırıklığı yaşayacağımdan haberim yoktu. Meğer beyaz zeminli değil saydammış çıkartmalar. Hadi bu sefer hepsinin altına düz beyaz kağıt çıkartma yapıştırdım teker teker, üzerine de saydam zeminli siyah karakterleri yapıştırdım. Kısacası tam anlamıyla canım çıktı. Gerçi uğraştığıma değmiş gibiydi ama kaderin ördüğü ağlardan haberim yoktu “Değdi ya… Nihayet istediğim gibi beyaz zeminli siyah kalın harfli klavyem oldu, gözlüksüz kullanabileceğim artık…” uçuşmalarını yaşarken.

Acımasız gerçekle yüzleşmem için çok geçmedi, karaktersizlik yaparak birer birer soyulmaya başladı benim kalın siyah karakterlerim. Lanet olsun deyip hepsini söktüm attım. Ev klavyeyle doldu ve de aralarından seçtiğim ince yazılı siyahla, soluk gri karakterli beyaz klavyelerimi kullanıyorum güzel güzel ve de yanlış tuşlara bastıkça “Gözlüğünü taksana salak…” diye girişiyorum kendime.

Girişimci ruhlar şeffaf siyah çıkartmaları yaparken karakterleri ters biçimde yapışkanlı alt yüzeye basmayı akıl edememişler. Siyah karakterli saydam çıkartma fikri zaten baştan yanlış, zira zeminin beyaz olması da, eski karakterlerin kalıntılarının kalmaması da şart hatasız seçilebilmeleri için.

Be sivri zekalı girişimci ruhlar, neden iki günde soyulup gideceğini akıl edemediniz de alt tarafına ters biçimde basmadınız karakterleri? Asetat iyi fikir, kağıtlar gibi dayanıksız değil. İyi de neden karakterleri yapışkanlı yüzeye bastıktan sonra beyaza boyamadınız zemini. Böylece çok dayanıklı siyah karakterli beyaz çıkartmaları sürebilirdiniz piyasaya ve de her yüzeye yapıştırılabilirlerdi. Alanın başına bela olan bu sivri zekalılık ürünü saydam çıkartmaları üretmekle ne kazandınız, koskoca bir hiç. Büyük ihtimalle çoğu iade edildiğinden çuvalla zarar etmişsinizdir.

Aman ya.

Nuh Nebi’den kalma yumurta pişiricim tamamen havlu atınca alışveriş sitelerindeki yumurta pişiricilerine göz atmaya başladım.

En pahalısından ucuzuna hepsi eski tas eski hamam, hiçbiri elektronik kademeli ısıtma sistemini akıl edememiş gibi gözüküyor. Haalaa yumurta deliniyor pişirmeden önce. Hiçbiri yumurtayı 30-40 saniye ısıttıktan sonra bir süreliğine kapanıp beklemeye geçmeyi, sonrasında da pişirmeyi tamamlamayı akıl edememiş. Oysa kısa süreli ısıtma yöntemiyle pişirilen yumurta kesinlikle çatlamıyor. Aslında aynı ısıtma sistemi mikrodalga fırınlara da uygulanabilir ve farklı yemekler için farklı kademeli ısıtma programları konulabilir. Örneğin, fasulye ve bezelye için 40-50 saniye çalışıp bir süre bekler, 1 dakika daha çalışıp bir müddet daha kapanır, ardından nihai 1-2 dakikalık çalışmaya geçer, falan.

TIR’larda, kamyonlarda frenleme sisteminden elektrik elde ediliyor, neden metro trenlerinde aynı sistem uygulanmıyor? İstasyona girerken yapılan frenle aküler şarj edilir, bu elektrik iç aydınlatmada kullanılmakla kalmaz, istasyondaki bekleme süresinde şebekeye de aktarılabilir. Bir trendeki tekerlek sayısı göz önüne getirildiğinde azımsanmayacak bir enerjinin ortaya çıkacağı açık.

Dalgıç paletlerinde kapakçıklı sistem muhtemelen akıl edilmiştir. Denendi de işe yaramadı mı, gel de merak etme. Basit bir mekanizma aslında, palet çekilirken açılan kapakçıklar suyun akışına izin vererek direnci düşürüp harcanan gücü azaltır, iterken ise kapanarak dalgıcın ilerlemesini sağlar.

Sanki çok yararlı, akılcı ve de müthiş kullanışlı sistem de, biz de geçmeye başladık yavaş yavaş AM’li, PM’li Coni saat sistemine. 21:30, 11:00 demek bayağı geliyor olmalı ki, TV tanıtımları, akşam 9:30, sabah 11:00 diye yapılıyor gittikçe yaygınlaşarak. Yakında metrik sistem de terk edilir, inçli, podlu, pulslu ölçümlere geçilir sanırsam.

Aylardır porselen cezvenin peşindeyim. Bir yerlerde görmüştüm ama tükendiğinden alamamıştım. Nihayet geçen hafta stoklara girdi, hemen satın aldım. Müthiş lezzetli kahve yapılıyor. İnanılmaz.

Kesinlikle öneririm ama demedi demeyin; kahve köpürmeye başladığında hemen ocaktan alınmazsa taşıyor, bilesiniz. Alışkın olduğumuz metal cezveler gibi çabuk soğumayıp sıcaklığını daha uzun muhafaza ettiğinden, ocaktan alındıktan sonra da kabarmayı sürdüren kahveyi taşırabiliyor.

Başka nerelerde olduğunu bilemiyorum, ben zuccaciyeburada.com’dan aldım.

Çorba yapmak ne kadar basitmiş meğer. Elde ne malzeme varsa oturup çorba yapıyorum. Hiç berbat bir sonuçla da karşılaşmadım. Hele de mercimek çorbası enfes oluyor. Eski plastik uçluyu sıcak ortamlarda kullanmak istemediğimden, Braun’un çelik uçlu el blendırını aldım. Özel yapısı sayesinde karıştırırken taşırıp sıçratmıyor, müthiş bir şey. Çok etkili doğrayıcı tasarımı var, alet çalışırken insanın elini tencereye doğru çekiyor. Başka markalarda da aynı sistem var mı bilemesem de, bunu şiddetle öneririm.

Bir kaşık zeytinyağını, bir iki kaşık soğanı, bir iki diş sarımsağı, 200 gr kadar kırmızı mercimeği tencereye koy, orta boy bir patatesle bir de domates doğra veya biraz domates suyu ya da rendesi, 2 adet etsuyu tableti, 3-4 bardak da su ilave edip 40 dakika kadar pişir. Al blendırı hoşafını çıkar, ekle pul biberi, karabiberi, tuzu ve bir miktar daha suyu, pişir birkaç dakika daha.

İşin tereyağlı, salçalı, bayat ekmek kısmıyla uğraşamam diyenlerdensen, doldur kaseye indir mideye. Daha kim alır hazır çorbayı.

Bir iki kere de kabak çorbası yaptım. Sonuç gayet iyiydi. Dolmadan kalan kabak içleri buzlukta duruyordu. Soğan, sarımsak, etsuyu, patates, domates falan, attım tencereye, yumuşayıncaya kadar haşlayıp blendırla giriştikten sonra bir çay bardağı bulgur, biber, tuz, bir miktar da nane ilave edip bir süre daha pişirdim. Enfes oldu.

Aynı çorbayı bir miktar beyaz lahana parçası ilave ederek yaptım bir keresinde, yine güzel oldu.

Yanicime, çorba dünyanın en basit en doyurucu yemeği. Yeter ki el altında etsuyu tableti olsun.

İşte böyleyken böyledir, durumsallarım bunlardır.



Eyüp Şeker



CANIN CEHENNEME KUDURAN İT



Ne kadar şımarırsan şımar, ne derece azarsan az, kan damlayan dişlerini saplayamayacakların olduğunu da çok iyi bilirsin.

Bilmezsen, bildirirler…
Bilesin…

Sakın…
Aza aza gitmeyi kesme emi.

Azgınlığın, akıbetinin teminatıdır.
Bilesin…


Eyüp Şeker





ESPRİ YAPMA MÜPTELALIĞINA MI YAKALANDI



Hep iktidarda olacak, hep iktidarların muteber kulu sayılarak korunup kollanarak el üstünde tutulacaksın ve sızlanmaktan, ağlaşmaktan bıkmayacak, usanmayacaksın.

Caniliğin zirvesindeki domuz bağcıları bile salan kafanın acıları derin mi derin yani.

Böylesine muazzam zulümlerin açtığı yaralarla bıraktığı izler de çok muazzam oluyormuş demek ki.

İşkencenin bu kadarı fazla, komikliklerine birazcık ara versin, yurdum koyunları kendine gelsin, kafasını toparlasın.

El-amaan…


Eyüp Şeker



DEĞMİŞ DEĞMEMİŞ


Beğenmediklerini kesip atmakla kalmayarak başkasına da yaramasın diye üstlerine yapan, bunalıp kıvranmaya başladığında ise “Buna değmiş buna değmemiş…” çaresizliğiyle hepsini bir güzel yalayıp yutan Hoca’nın sığınacağı bahanesi vardı hiç değilse.

Ya sıçanlar ne etsin!

Bir özlü söz der ki, “Yaralı parmağa işemez”.

Karşılaşıp da ‘Hayırdır!’ sorgulamasına girmeyenin ya aklından ya da ahlakından şüphe etmek gerekmez mi!

Bir şekere kanan şekercikler hariç…


Eyüp Şeker




BUNU NOT DÜŞMEM GEREKİYOR



“Paraya ihtiyacım vardı, o yüzden yaptım. Özür dilerim…” deyişine anlam veremeyip ancak yıllar sonra bir yerlere oturtabildiğim rezil arkadaşım(!), sadece senin için değil bu not, birtakım şeyleri başkaları da bilsin ve yerli yerine oturtabilsin diyedir.

Özür dileyişine nasıl anlam verebilirdim, arkadaşımdın ve borç istiyordun. Arkadaşlar arasında böyle şeylerin lafı mı olur!

Karım Zeynep Kamil’de, her an doğum yapabilir. Cebimde tek kuruş yok, sadece gazetenin Bingo bileti var” açıklığıyla benden para isteyişin ne zamandı unuttum gitti. Parasızlığın ciddi biçimde yakama yapıştığı, bir başıma ayakta kalmaya çalışırken başarıp başaramayacağımın belli olmadığı günlerde hiç düşünmeksizin külliyetli miktardaki parayı altın satarak çıkartıp vermiştim.

Özür dilemen hangi gelişindeydi hiç hatırlamıyorum, muhtemelen parayı kaptığın sonuncudaydı... Gidiş o gidiş… Borcunu ödemeyi teklif etmeyi bırak, bir daha yüzünü dahi görmemiştim. İşin aslı, ben de unutup gitmiştim borcu morcu, ta ki, vakti zamanında durumuna çok üzüldüğümden söz ettiğim bir yakınım, yıllar sonra anımsatıncaya kadar.

Bilmez miyim, ayıptır böyle şeylerden söz etmek. Hele de arkadaşa(!) verilen borcun adı edilir mi hiç ama sebepsiz değil bu yakışıksız surata çarpma. Tükürülmeyecek denli iğrenç bir surat bile bu yakışıksızlığı değiştirmez gerçi ya, neyse.

Bir yerlere not etmediğim için miktarını hatırlamadığım gibi aynı nedenden böylesine kesin konuşuyorum borç konusunda.

Yakın yıllarda, en çöktüğüm dönemdeki günlerin birinde, en yılışık sırıtmanla karşıma dikildiğinde, “Hangi yüzle karşıma çıkıyorsun rezil…” diyebilmiştim sadece. Oysa gırtlağına sarılmalı, kafanı ezmeliydim.

Kireçleşmiş yüzüne yapışıp kalan büyük korkuyla yan gözle beni kollarken, uyuz sokak iti gibi kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırıp koşarcasına inmiştin merdivenlerden. İstekanın birini kapıp peşine düşmediğim için çok hayıflanmıştım çok.

Yüzsüzce karşıma dikilmen yüzünden öylesine büyük şok yaşamıştım ki, gözümün önünden hiç gitmez. Daha sonra o yakınıma anlatmıştım kapımı çalışını. Yanılmıyorsam bunun üzerine borcu hatırlatmıştı.

İşte böylesine unutup gitmiş, beynimdeki ‘hatırlanmayacaklar’ arasına gömmüştüm ama sen rezili kapımı çalarak deştin... Çok açık ki bu unutuşun tek sebebi borç kavramına yaklaşımım değildi. Devreye soktuğum savunma mekanizmasının getirdiği ‘yok sayma’ydı ve pek çok olayın yanı sıra epeyce kişi de hiç olmamışlardı benim için onca yıl boyunca.

Hiçbir önemi yok gerçi ama yıllar sonra karşıma kendi isteğinle dikilmediğini ikimiz de çok iyi biliyoruz.

Ve bu kalleşlik girişimin ise ne ilkti ne de son, daha öncekilere bir yenisini eklemiştin sadece şerefsiz. Beni kaç kez hançerledin ve girişimde bulundun rezil? Dördünü kuşkuya düşmeksizin biliyorum artık, beşinciden ise emin olamıyorum. Ve ne kadar zorlarsam zorlayayım bu hançerleyişlerini hak edecek en küçük gerekçe bulamıyorum şerefsiz.

Neden mi açtım haniyse 30 yıl öncesinin borç olayını?

Neden olacak rezil?

‘Pisliktir, ne yapılsa yeridir’ yaklaşımına kaptırıp gidenlerin en ön sırasında yer aldığın izlenimine sıkça kapıldığımdan...

“Özür dilerim” utanmalarından, ‘Pisliktir, ne yapılsa yeridir’ noktasına geldiğine tanık olmak, gözümde daha da iğrençleştiriyor sen rezilini.

İğrenç rezil şerefsiz, iyi dinle:

Ben, ölü ya da diri, her geçen gün daha da EYÜP ŞEKER olacağım ama sen, sadece küçücük bir detaydan ibaret rezil olarak anılacaksın.

Bir de, iblisinden pisliğine her gelene itlik yapmanın karşılığı hayatının sefasını sürmek kalacak yanına. Hepsi bu…

Çok ağır gelse de yazmalıyım:

Cinsel kompleksli pislik, senden iyiydim ve halen öyleyim. Sen, ne kadar popüler olursan ol, ne şekilde yetiştirilirsen yetiştiril, geberip gidinceye kadar hep kompleksli kalacak, her girişiminin ardından hep kıvranıp duracaksın.

Verdiğim görüntü, bu katıksız gerçeği değiştirmez.

Son sözlerimin kaynağı kesinlikle ilk deneyimlerimiz değil.

Savrulup durduğum karanlıklardan nasıl kurtulduğuma hep şaşırdığım o kahrolası dönemde, özrünle karşılaştığım o lanet günlerin birinde öteki rezilin, “Cinsellik de olmasa paylaşacak bir şeyimiz yok” itirafıdır.

İnsanı gururlandırmak yerine kahırlara sürükleyen itirafın hepsi bu kadardı. Buz kesmiştim…


Eyüp Şeker



HIRSIZ DERSİN KIZAR DA, ÇALIP ÇIRPARKEN ALDIRMAZ


Sihirli değnekleriniz bu işe ne diyor züppemenler*!


Eyüp Şeker


(*: zupermen züppeler)


KİMSE KENDİSİNİ VE KİMSEYİ DAHA FAZLA KANDIRAMAZ



Akılımızı başımıza toplamanın zamanı çoktan geride kaldı.

Bu moloz yığını görüntülerini deprem şiddeti izah edemez.
10 şiddetindeki saniyelik sarsıntıların dahi bu molozlaşmayı yaratamayacağını anlamak için inşaat mühendisi olmak gerekmez.
25 saniye süren deprem 7 falan da olsa böylesine yerle bir edip moloz yığıntısı haline getiremez betonarme yapıları. 

Birkaç saniyelik sarsıntılardaki bu molozlaşmanın tek açıklaması, marifet sanılır hale gelmiş hırsızlık ve cahilliktir.

Bu reddedilmez gerçeğimizdir.
Sıyrılamayacağımız ahmaklığımızdır…
Maskeleyemeyeceğimiz akılsızlığımızdır…

25 saniye süren 7.2’lik Van depremi bana hep 17 Ağustos depremi artçılarından birini anımsatıyor; 4-5 civarındaki artçının bir anlık şiddeti 7’ye yakındı ve böylesine çökmemiş, böylesine dehşetle kala kalmamıştık.

Hadi dedik, 7.2’dir dedik, ya 5.6’lık artçıyla bunca can kaybına ne diyeceğiz!
Ayakta devlet binası kalmamış durumda.

Görmezden gelinemez…
Katıksız gerçeğimizdir bu.
Van’da devlet yıkıldı.

Hırsızlıkla cahilliğin tamamen molozlaştığını gördük.
Aklımızı başımıza toplamamız gerekiyor.

“7.2’ydi...” bahanelerinin hazırlayacağı yıkımların çok daha vahim olacağı, bilip bilmezden gelir gibi yaptığımız gerçeğimizdir. Aklını yitirmemiş kimse bunu reddedemez.
Yerle bir olacağımızı bilirken oturduk bekliyoruz yerle bir olacak büyükşehirlerimizde.

Ne yapacağımızı biliyoruz.
Neyi düzelteceğimizi biliyoruz.
Buna rağmen…
Oturduk bekliyoruz kaderimizi.

Halbuki…
Nerelerdeki hangi binaların yıkılıp yapılması gerektiği sular seller gibi ezberlendi.
Denetim sistemi hiç çalışmıyor, ivedi şekilde düzeltilmesi gerektiği ortada.

“Nasıl”ı da belli; zira yasa yapmakla ilgisi olmadığını aklı eren herkes gördü, görüyor.
Aksine, düzeltme adına atılan yeni adımlar suiistimale daha açık hale getirmiştir sistemi.

Konunun içindekiler haykırıyor; tek yapılması gereken, aksaklıklardan arındırılmış birbirinden bağımsız ve özerk unsurlar üzerine kurulu denetleme sistemini çalışır hale getirmektir.
Ve rant hesaplarıyla siyasal beklentiler kesinlikle uzak tutulmalıdır planlama ve yapılandırma çalışmalarından. Tabii sonrasından da…

Başardık, başardık…
Olmadı, oturup bekleriz kaderleştirdiğimizi.


Eyüp Şeker




CEHENNEMİN DİBİNE KADAR YOLUNUZ VAR


Kan emici sinsi iblisler, nasıl göstermeye çalışırsanız çalışın, ne şekilde çarpıtırsanız çarpıtın, istediğiniz kadar kafa karıştırın, siz de ben de gerçeği çok iyi biliyoruz.

Anlatmak istediklerime asla gerçeği göstermeyi başaramayabilirim ama sonsuza kadar direneceğimi ve son nefesime kadar bu inancın gücüyle yaşayacağımı biliyorum.

Aza aza gidin…


Eyüp Şeker



PERDELEME VE PAZARLAMA KURNAZLIKLARINA KAPILMADAN ÖNCE



“Bir şey alırken kulaklarınıza değil gözlerinize güvenin” diyen Çekoslovak sözüne kulak vermemiz gerekmiyor mu!

25-30 yıldan yaşlı binalar ağır hasar görüp yıkılsalar bile sağ çıkılma ihtimali çok daha yüksekken, daha genç binaların un ufak veya yamyassı hale geldiğini, hatta bina ne kadar yakın tarihliyse molozlaşmayla tostlaşmanın o derece arttığını ve çok daha ölümcül sonuçlarla karşılaşıldığını görmek için uzman ya da deneyimli inşaatçı olmaya gerek var mı!

Molozlaşmayla tostlaşma “Benim memurum işini bilir” özlü sözünün yaşamımıza sokulup iş bitirme durumsalına aleniyet kazandırılmasından itibaren ivme kazanmıştır.

Kuşkusu olan döküm yapıversin bi zahmet.

“Buyur arşiv senin”



Eyüp Şeker




LAFLA DEFEDİLMEYİNCE DEPREM



Yine yıkıldık,
yine kaldık,
cehaletimizle
hırsızlığımızın altında.

Kaderimiz sanki,
canımıza yapışmış,
kanımıza sızmıştır
yıkım.

Hep kalırız
cehaletle hırsızlığın
molozlukları
altında.

Bilir,
bilir, 
biliriz,
yine de,
yıkıldıkça
yıkılırız hırsızlıklarımızla,
yakıldıkça
yakılırız cahilliklerimizle.

Yine de,
istemeyiz anlamayı,
ne de görmeyi.

Bilen, hep bilen
büyüklerimizin verdiği ele
el vererek,
salyalarımızı gizlemeden
cahilliklere gömülüp
yumulurken hırsızlıklara,
koşa koşa gideriz,
defedemediğimiz depremi
bekleyen kaderimize.

Bitmez…
Yetmiyordu sanki,
hırsızlıklarla molozluklarda verilen canlar.
Hemen hortladı ‘yetmedi mi’ cehaleti,
biriktirmişti bir kere
‘Beter olsunlar’ı,
tutamazdı,
koştu
boşaltmaya
irinini.

Bilinmez,
hangisi daha kahredici!
Hırsızlıklarda can vermek mi,
püskürtülüp duran kusmuklar mı!


Eyüp Şeker





BUGÜN HİÇBİR ŞEY YAŞANMADI


Kaçınılmazdır…

Bazen,

Böyle buyurur hayat.

“Bugün yaşanmayacak”

Der yaşama.


Eyüp Şeker





BİLMİYORLAR Kİ SEVMEYİ


Yüz veriyorlar gençlere,
Nankörler de,
Gidip,
Tersleniyorlar demokrasiye.

Seveceksin gençleri,
Bir güzel.

Güzel güzel,
Seveceksin.

Saygı ve sevgi şart.
Hele de ileri demokraside,
Daha daha şart.

Alayına,
Yatırıp basacaksın sopayı, basacaksın sopayı,
Alayını,
Sokacaksın içeri, tıkacaksın deliğe…
Getireceksin yolun yoluna.

Haykırtacaksın,
“İşte demokrasi bu”
Haykırtacaksın,
Haykırtacaksın,
Haykırtacaksın,
Haykırmayanları da,
Haykırtacaksın…

Şaşmaksızın anlayacak…
Saygıyı.

Güzelce öğrenecek…
Sevgiyi.

İyice belleyecek…
Secdeyi.


Eyüp Şeker





HER AN’INI BİLDİĞİNİ SANAN, KÖRLÜĞÜNÜ BİLMİYOR DEMEKTİR


Yaygın bir durum olmasına rağmen nedenine pek fazla kafa yorulmuyor sanırım.

Aniden kapanıp yeniden başlayan bilgisayarım çıldırtıp durmuştu beni uzun yıllar süresince. Ne mavi ekran, ne en küçük işaret, küt diye kapanırdı bilgisayar, hiçbir kayıt şansı kalmadan her şey uçup giderdi.

“Kısa elektrik kesintisi söz konusu olamaz, lamba açıkken, TV veya müzik seti çalışırken insanın fark etmemesi mümkün mü” gerekçesiyle kolayca eleniyordu bu ihtimal.

Başka hiçbir şeye yormak mümkün gözükmediğinden hep virüse veya benzeri rezilliklere yorup durmuştum yıllar boyunca.

Sadece bilgisayarla kalsa iyi, konuşurken telefon da kesiliyordu.

Nasıl farkına vardığımı, nasıl uyandığımı anımsamıyorum. Muhtemelen nispeten uzun bir kesintiyle karşılaştığımda jetonum düşmüştür.

Suçlu, anlık elektrik kesintisiydi.

Göremediğim o anlık kesinti yüzünden bilgisayar kapanıp yeniden açılıyor, telsiz telefon kesiliyordu.

Çok kısa bir anlık kesinti olduğundan fark edemiyordum ve fark etmemem çok doğaldı. Bana ait bir kusur da değildi, yapımızın bir özelliğiydi sadece.

Açık TV, müzik seti ve lamba bu anlık kesintiden etkilenmemişçesine çalışmayı sürdürdüklerinden elektrikten şüphelenilmiyordu. Oysa elektrik kesilip gelmiştir.

Büyük ihtimalle ulusal şebekedeki santrallerin otomatik devir işlemleri sırasındaki kesinti bu.

Neyse artık, elektrik kesilip geliyordu, bizler farkına varamıyorduk. Beynimizin çalışma sistemi yüzündenmiş bu görmeyiş. Beynimiz, kesintisiz kayıt cihazı değil, tam anlamıyla devamlı seri çekim yapan fotoğraf makinesiymiş ve kesintisiz şekilde değil, karanlık aralıklarla görüyormuş meğer. Tıpkı film şeridindeki karelerle, her kare arasındaki boşluklar gibi. Sürekliymişçesine izlediğimiz filmleri seyrederken o boşlukları görmeyişimiz de aynı nedenleymiş.

O kısacık anlık elektrik kesintilerini görmesem de vardılar ve bilgisayarımı çökertiyor, telefonumu kesiyorlardı.

Son masaüstü bilgisayarı aldığımda ilk işim bir kesintisiz güç kaynağı satın almak olmuştu.

Bilgisayarla birlikte telsiz telefonu da güç kaynağına bağladıktan sonra bilgisayar kapanmalarını ve telefon kesilmelerini unuttum.

Her şeyi gördüğünü sananın, her şeyi bildiğini sanması doğaldır.



Eyüp Şeker





ZIRVA TEVİL GÖTÜRMEZ



Birey laik olamaz, nasıl olsun, tanımla ilgisi yoktur çünkü.

Hazır kıtalar hemen atlayıp “Neolaiklik neolaiklik…” coşkuları pompalamakta.

Zırvaya pompa, eşsiz yurdumun son ‘in’i…

“Zırva tevil götürmez” demiş görmüş geçirmişler ama 21. Yy.ın onda biri çoktan geri kalmışken tam manasıyla bir saçmalık akılları başlardan almaya yetiyor eşsiz yurdumda. Üstelik mürekkep yalamışlıklarına toz kondurulmaz külliyetli bir kitlece… Hem de akıla yatkın hale getirmeye yönelik en küçük çabaya gerek dahi duyulmaksızın baş tacı edilmekte bu zırva.

“İnançlara eşit mesafede durmaktır laiklik…” nutukları atıp dururken, diğer büyük mezhep Aleviliği bile yok sayarak yapılanmanın, her yere yerleşip ele geçirmeye ve her şeyi kontrol etmeye çalışmanın neresindedir laiklik.

Tabii ki “Birey laik olmaz, devlet olur”, tabii ki devletin laik olması gerekir.

İyi de, bu lafın üzerinde yepyeni dünyalar kurma gösterilerinin, ilk kez tespit edilmişçesine yepyeni evrenler inşa etme şovlarının, Amerika’yı keşfetmişçesine sevinç çığlıkları atma şamatalarının manası nedir?

Neyi değiştiriyor, neyi çözüyor, neyi hallediyor bu laf!

Laikliği savunup savunmamaktan, onaylayıp onaylamamaktan, destekleyip desteklememekten ibarettir bireyin tek yapabileceği. Üzerine düşen kısmı bu kadardır… Laik olup olmaması, inançlı ya da inançsız olması bir şey ifade etmez, laiklikle ilgili yaklaşımını etkilemez, değiştirmez.

Bu zırvanın patırtılarıyla tantanaları sürerken…

Gözler önünde olup biten dayatma şu: “Kendi inancımı devletin resmi dini haline getirmeye çalışırken sizlere de inancınızı yaşama hakkı bahşediyorum. İşte laiklik budur”

Ver gazı, bas pompayı…

Ne o laiklik…

Yersen lafta laiklik var.


Eyüp Şeker




YERSEN LAFTA LAİKLİK VAR


Laiklik bireysel değil toplumsal bir kavramdır.

Zaten anlamsız ya, devlet laik olmadığında bireylerin laik olup olmaması ne ifade eder, neyi değiştirir?

Bireylerin “Bak senin inancına karışmıyorum” demesinin neye ve kime yararı vardır!

Ne demekse artık “Birey laik olmaz, devlet olur”.

Ye koyunum ye…


Eyüp Şeker




USTA GÖZBAĞCI HER GÖSTERİNİN ARDINDAN KURALINI DAYAR



Demokrasiyi sandıktan ibaret sayan ve saydırtan başgüdücü, ana kucağından akademisine, sokağından tepe yönetimine, hukukundan kanununa, eğlencesinden sporuna yaşamın her ama her alanını tamamen dinine göre yapılandırıp şekillendiriyor ve “En çok oyu ben aldım, ben daha eşitim. Bizim gibi yaşamayana hayat hakkı tanımam. Bahşettiklerimle yetinip mutlu olacaksınız” anlayışını dayatırken, “Laiklik dinsizlik değildir. İnançlara eşit mesafede durmaktır…” nutukları atmaya başladığında laik olunacağına inandığına inananların sayısı ne kadardır?

Eyüp Şeker





KARARMIŞ TAHTA MASAMIZDA…



Balkonda bağ bozumu başlamıştır.

Talepleriniz için müracaat: Anca gidersiniz…


Eyüp Şeker



FLAŞ FLAŞ FLAŞ, DÜNYAYI DEĞİŞTİRECEK MÜTHİŞ BULUŞUMU AÇIKLIYORUM


Sonunda başardım…

Yılmadım, usanmadım, başardım…

Başardım, damacana kapağından kablo toplayıcı üretmeyi başardım.

Evet, doğru duydunuz, nihayet kablo toplayıcı yapma başarısına eriştim.

İnsanlığı kökünden değiştirecek olan buluşumu duyurmaktan sonsuz kıvanç duyduğumu üzerine basa basa vurgularken vatana millete ve de dünyaya hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Yılmaksızın sürdüğüm çalışmalarım nihayet sonuç verdi ve de damacana kapağından kablo toplayıcının ilk örneklerini hayata geçirdim. Bu eşsiz buluşum sayesinde kablo belaları derli toplu hale getirilmekle kalmayacak, atık sorununa da eşsiz katkılar sağlanarak daha yeşil bir dünya için muazzam adımlar atılacaktır.

Alkışı tezahüratı abartmayalım lütfen, şahsım çok mütevazıdır, övülmekten haz etmez.

Bununla yetinmeyip buluşumun üretim sırlarını da insanlığa armağan ediyorum.

Evet, doğru duydunuz, muhteşem buluşumu dünyaya armağan ediyorum.

Herkes üretsin, başımızın belası kablolar ortadan kalksın ve de çevremiz de kirlenmesin diyor ve de daha yeşil, daha temiz dünya için herkeslere armağan ettiğim müthiş buluşumun sırlarını açıklıyorum:

Öncelikle damacana kapaklarının kalın üst kısmını kesip çıkartacağız. Sonracıma pembeleşinceye kadar zeytinyağın... Ne diyorum ben ya, şey yüzünden tamamen, aşçı boyutumsu yanlarım yüzünden.

Evet, ne diyorduk, kapakların üst kısımları kesip çıkartıyoruz, sonracıma tam ortalarından delicez, her birinin kenarlarını da yarım daire biçiminde oyacağız. Kablolar oradan geçecek di mi efenim. Sonracıma iki kapak arasındaki boşluk uzunluğunda yuvarlak çıta keseceğiz. Bir de her bir tarafa içten ve dıştan conta koyacağız ki, damacana kapakları rahatça dönebilsin. Ve ve ve en sonunda raptiyeyle tutturduğumuzda kablo toplayıcımız kullanıma hazır demektir.   

Hemencecik sökülmemesi için raptiye uçlarına yapıştırıcı sürülmesi tavsiye olunur. Tabii kullanılacak çıta yumuşak bir tahtadansa yapıştırıcı da pek fayda etmeyecektir.

Şimdi efenim, evimde torna tezgahı olduğu için işin mokunu acayip çıkarttım ve de ortadaki küçük çıtaları kapağa açtığım deliklere uygun şekilde yonttum. Daha da üşenmeyip ince sert plastikten conta üretebilmek için 10-15 parça plastik kesip hepsini vidaya dizerek sıkıştırdıktan sonra tornada yontma marifetiyle tam ölçüsünde contalar üretmiş oldum.

Nasıl ama, işin moku bundan daha fazla nasıl çıkartılabilir! Sanki Ferrari’ye motor üretiyorum, olsa lazerli ölçüm cihazı kullanacağım, olmadı mikrometre, kumpas değil yani.

Çok normal efenim, ben ciddiyeti elden bırakmayan bir mucidim. Ciddiyet ve de işine saygı önemli di mi efenim. Mucitlik ciddi bir iştir di mi efenim.

Bu tornada çok önemli işler yaptım. Mesela, örneğin, balkon kapısına yaptığım sineklik için tutamaç yaptım. Tahtadan, 2-3 santim çapında, 3 santim boyunda kapı tokmağı işte deyip geçilemez di mi efenim. Hassas olmalı, iyi tutulmalı, göze hoş görünmeli di efenim. Şahsımı methetmekten hiç haz etmem, en iyisi kapatalım bu konuyu.

Raptiye yerine küçük vida kullanılabilir. Ya da uzun bir somuynlu vidayla tuturulabilir kapaklar. Bunun için vidanın geçebileceği kalınlıkta deliği olan boru kullanılabilir. Tek kullanımlık plastik tükenmez kalemlerin dış kısmı gibi mesela di mi efenim. Kesersin içteki boşluk uzunluğunda, yerleştirisin contaları içten dıştan, tutturursun vidayla, di mi efenim. Yeter ki içimizdeki mucidi harekete geçirip yaratıcılığımızı devreye sokalım di mi efenim.

Tepe tepe kullanınız efenim.


Eyüp Şeker



“YETMEZ AMA EVET”ÇİLERDEN ALKIŞI ESİRGEYEN ONLARDAN BETER OLSUN



İleri demokrasiye geçen yurdum 2 değil 3 maddelik yasayla yönetilmektedir.

MADDE 1: Başgüdücü her zaman haklıdır.
MADDE 2: Başgüdücünün haklı olmadığı durumlarda derhal KHK çıkartılır.
MADDE 3: Başgüdücünün beklentileri doğrultusunda hizmet etmeyen her türlü ‘memurum’lar anında uçurulacağını iyi bellemelidir.

NOT: Aksini iddia edenler ispatla yükümlü olduklarını unutmamalıdır.


Eyüp Şeker




SAVAŞ VERENLER / YAŞAM SUNANLAR



Maço olmayan babunlar maçolardan daha fazla bebek sahibi oluyormuş.

Maçolar bütün enerjileriyle vakitlerini sürü liderliği ve otorite için harcarken, böyle bir dertleri olmayan diğerleri iş bitirip durmaktaymış çünkü.




          Eyüp Şeker




ALIKLAR BİRLİĞİ



Nedense artık!

Bu aralar ‘Alıklar Birliği’ çok sık aklıma düşüyor.

Neler oluyor bana!

Niçindir zırt pırt aklıma takılması ‘Alıklar Birliği’nin!

Niyedir kahramanlarını bu anıp durmalarım!


Eyüp Şeker





DİLEMEYİ ÇOK GEÇ ÖĞRENMİŞTİM…



Leb demeden leblebiyi anlamaya çabalamak içgüdüsel bir araz…

Oysa…

Çok rahat ve kolay anlamamayı, anladığının perdelediğini görmeyi öğrenmeyi dilemelidir, hayatı okumaya çalışan her akıl.


Eyüp Şeker



EGEMENİN MORONU


Beni anladığını sandın, onda da yanlış anladın.

Bari bunu anladın mı moronum!



Eyüp Şeker


SIĞIRLAR BİRBİRİNİ AĞIRLAR



Peki peki anladık, çok seviyon oralarda yaşamayı da, demir perde yıkılalı çok oldu, bilmiyon mu moronum!


Eyüp Şeker



GELECEK DE GELECEK, İLLA GELECEK



8-10 yıl önceydi. Genetikle ilgili bir belgeselde denk gelmiştim yanılmıyorsam.

Gençten bir bilimci genetikteki baş döndürücü gelişmelere işaret ederek coşkuyla anlatıyordu: “Mikrop yerine sıtma aşısı enjekte eden sivrisinekleri hayal etmek beni çok heyecanlandırıyor”



            Eyüp Şeker