"HİEYY MİEENNN, AYYY İEEMMM ZÜPPEMİEENNN. İMAJ HER ŞEYDEN DAHA ÇOK ŞEYDİR MİEENNN. OOO YİİEEAAAHH"




Kılavuzu züppemen olanın burnu koku almaz.

Bununla da kalmaz...

Takılan şeker pembesi uyku bandı yüzünden burnunun ucundan ötesini de göremez.

Oysa...

Yaşam affetmez.

Er ya da geç...

An gelir...

‘Kendine çalıp kendine söylediğini’ ısrarla görmek istemeyen pompa ve gaz müptelalarına gösterir gerçeği yaşam.

Patlatır esaslısından şamarı.

Anlamazsa...

Patlatır da patlatır...

Şamar manyağı yapar.

Belletir...

‘Yaşam ciddi bir iştir’...

i.



Eyüp Şeker



ÇOK AYIP ZÜPPEMENLER



Sizi bizi ve de arzı kabzı ve de evreni kainatı uçuran yere göğe konmaz yücelerin yücesi kutsal dahileriniz varken ne işiniz var manyak medyum muamelesi çektiğiniz psikopatlarla!

Ayıp ayıp, hiç yakıştıramadım.

Bir daha duymayayım.

Ele güne rezil mi edeceksiniz bizi!


Eyüp Şeker






FLAŞ, FLAŞ, FLAŞ, DANIEL AUTEUIL PİZZACILIK YAPARKEN YAKALANDI



Eevvvet yanlış duymadınız, hemi de Taksim'de, hemi de Galatasaray'da yapıyor pizzacılığı. 

Yapı Kredi'nin hemen yan sokağına saptığınızda birkaç adım sonra karşılaşacaksınız fırınının karşısında ter döken Daniel Auteuil'le.

Unutmadan, misafir umduğunu değil bulduğunu yer diyelim ve de gelelim işin mide boyutumsu yanlarına.

Taksim Acara sokaktaki İndigo'da pizza yediğinizde size, "Daniel Auteuil kimin umurunda, bu pizzalar harika" dedirtecek pizzaların İtalyan aşçı Marco'nun elinden çıktığını öğrenecek, "Bunlar pizzaysa bugüne dek yediklerimiz neydi!" şaşkınlığını yaşayacaksınız.

Unutmadan...

Garson veya müşteri hiç fark etmiyor Marco için, pizzanın birkaç saniye, ne saniyesi üç beş salise bekletilip ihmal edildiğini gördüğü anda "Pizza bu pizza..." fırçasını atacaktır. Artık kime denk gelirse...

Demedi demeyin.

Ve de...

Şekilde görüldüğü gibi yalnızca aşçı boyutumsu yanlarım yoktur, gurme boyutumsu yanlarım da vardır.



                Eyüp Şeker



DİLERİM BİR GÜN...



Lisedeki o şerefsiz sırık Hayrettin'in gözlerinin içine bakarak, o iğrenç iftirayı neden attığını, o rezil yalanı neden söylediğini sormaktır dileğim.

Nerelerdir neler yapar bilmiyorum ama dünyanın çok küçük olduğunu iyi biliyorum. Başına silah dayayacak halim yok, hastalıklı düzeyindeki sabrıma olan inancım bana umut veriyor yalnızca.

Çok az kişinin bildiği gerçeğin dillendirilmesi imkansız gibi... Hele de günümüz şartlarında daha daha imkansız. Bu yüzden, olur da bir şekilde karşılaşırsak:

"Rezil şerefsiz, o yalanı neden söyledin?

Böylesine aşağılık bir yalan durup dururken öylesine laf olsun diye falan veya sıradan itlikler yüzünden söylenemez, çok etkili bir neden olmalı.

Hiç yakın değildik, ‘Naaber, ne var ne yok’tan öte laflamışlığımızı bile anımsamıyorum, hiçbir alıp veremediğimiz de yoktu, bir kastın olmasını gerektirecek en küçük neden söz konusu değildi kısacası; kala kala tek seçenek kalıyor geriye, o da, sana bir şeyler vaat edilmiş olması.

Kırk yıl geçmesine rağmen o lanet günün her detayını hatırlıyorum neredeyse. Zira hiçbir şey normal değildi, olan bitenler baştan aşağı tuhaftı ve beynime kazındı. O gün havaalanının orada durup bizi alan taksici dikkat çekecek kadar ilgiliydi!

Demek ki zamanın taksicileri yolda denk geldiklerini alıp hayrına taşıyorlarmış! On yıl kadar önce Yeşilyurt'ta yakalandığım çevirmede alkol yüzünden arabam Havaalanı otoparkına çekildiğinde bir kez daha benzer bir davet alacaktım. O sinirle otoparktan çıkıp yürümeye başlamıştım. Hava Harp Okulu'nun oralara geldiğimde bir taksici durup 'Para istemiyorum, gideceğiniz yere bırakayım..." ısrarıyla binmemi istemişti. Sabaha karşıydı, ayakkabılarım fena vuruyordu ama binmedim, o lanet yolu yürümekte kararlıydım. 2. Kısım'ın oraya geldiğimde gün ağarıyordu. Ayaklarım ise berbattı, eve kapağı atıp kontrol ettiğimde parmaklarımın üstünün yarıldığını görmüştüm. Hastalıklı sabır ve inat böyledir işte.

Neyse, biz dönelim o lanet güne. Bir ağızdan "Az önce bir yılan öldürdük tarlada..." heyecanıyla anlatmaya başladığımızda, "Niye öldürdünüz, yazık değil mi!" azarıyla susturmuştu bizi taksici. Sürgün vermeye başlamamış tarlada uzun kış uykusundan kalkıp güneşin altında kıvrılmış uyuyan talihsiz canlıya hangimiz atmıştı önce taşı, kesinlikle hatırlamasam da sanırım ben değildim, çünkü tipik davranışım izlemektir, seyretmektir, böylesi tepkiler verdiğim görülmemiştir ama artık çok iyi biliyorum ki, başı ezilmeklik iğrenç yılan sendin.

Değer miydi şerefsiz!

Ne istedin benden!

Aslında neden yaptığını biliyorum sanırım, hatta bundan eminim; sen vaat edileni kaptın geçtin gittin. İntikamcılar mıydı, yoksa, sık kullandıkları kapanlarından birini daha kuran asıl oyun kurucular mıydı seni dürtükleyenler, onu merak ediyorum işte. Sana fırsat sunanların gerçekte kim olduklarına dair bilgin olduğunu da sanmıyorum ya, o da ayrı mesele ama sorma dürtüsünden kurtulmam mümkün değil.

Yüzüne bakıp sormalıyım; NEDEN YAPTIN ŞEREFSİZ?"

Umudumu hiç yitirmeyeceğim.

Çünkü imkansız.




Eyüp Şeker


            NOT: Sana umut bağlamış bilmişleri utandırma şerefsiz...
                     
                      "Gel gel"lerdeyim...




HAYROLA ZÜPPEMENLER



Sihirli değneğinizin pili mi bitti!

Şarj mı tutmuyor yoksa!

Vurdurun, çalışır belki!

Eyüp Şeker




DEMEDİ DEME JAMES MAY



Bu işi çözdün çözdün, çözemedin, kahramanlarım listesinin zirvesinden dibe doğru hızlı bir iniş yaşayacaksın.

Çalıştır o lanet olasıca Laboratuarını, şu paspas işine bir an önce çare bul. Bu ne ya, hep imanımız mı gevreyecek böyle, canımız çıkıyor burada bütün gün paspas yapmaktan. Benim de hakkım değil mi TV karşısındaki kanepede biralayıp göbek büyütmek. İflahım sökülüyor paspas yapmaktan.

O tembel Madonna buralara kadar geldi, gideyim bir paspas yapayım demedi. Bütün gün otelin balkonunda miskinlik yapacağına gelip iki paspas yapsa eli mi kırılırdı! Di mi yani... İnsan tembel olmaya görsün, böyledir işte.

Bak James May kardeşim, aslında Mythbuster ekibini göreve çağıracaktım ama sana bir şans vermezsem bozulup küsersin falan dedim. Yani ondandır bunlar. Yoksa, ellerinden uçanla kaçanın bile kurtulamadığı Mythbuster ekibinin bu işi şıppadanak çözeceğini adım gibi biliyorum. Adam’la Jamie’nin başlarını kaşıyacak vakitleri yoksa, üçlü çeteleri derhal göreve soyunacaktır ve de Kary, Grant, Tory, saniyeyi bırak, salisede bütün evi paspas yapmanın tekniğini bulacaktır. “Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz”, di mi yani.

Durum buyken budur, artık çakmışsındır köfteyi. Ona göre tamam mı, çalıştır saksıyı, çalıştır o Erkekler Laboratuarını, yoksa kaptıracaksın insanlığı değiştirecek buluşu yapma fırsatını.

Bırak o 'Ağustosta kar yağdırma. 10 saniyede ağaç kesme. Plastik oyuncakla uzaydan fotoğraf çekme. Enselenmeden - ayağını burkmamayı öğrendikten sonra- kodesten tüyme. Kafası hiç basmayanlara 5 dakikada gitarla serenat yapmayı öğretme' gibi tırışkadan işlerle uğraşmayı, kendini, insanlığı değiştirecek derin mevzulara davet et ve de hızlı ve de zahmetsiz paspas yapma meselesine kafa patlat artık. Tamam mı.



                Eyüp Şeker



UMUT SAZANLARININ CANI MI YANIYOR, YOKSA...



Nedense artık takıldı kaldı aklıma...

Evdekilerden aslanına kaplanına kadar bütün dişi kedilerin çiftleşirken neden acı çekermişçesine tepki gösterdiğinin nedeni çok şaşırtıcı:

Erkeklik organının ucunda yaklaşık 1’er mm boyunda keratinden 100 kadar sivri tırnak varmış. Bu tırnaklar, hem dişinin organının duvarlarına tutunarak çitleşme süresince üstünde kalmaya, hem de yumurta salgılaması için uyarmaya yarıyormuş. Bunlarla da kalmıyor, bir de, daha önceki çiftleşmelerde bırakılmış spermleri temizleyip dışarı atma işini yükleniyormuş. Marifet üstüne marifet yani.

Dişinin, başını çevirebilse erkeği ısıracakmışçasına hamle yapıp durması canı yandığından fakat üstüne çıkıp işini görürken ensesinden ısırması yüzünden değilmiş kısacası. 


Eyüp Şeker





KAFA YORMAMANIN BEDELİDİR/ÖDÜLÜDÜR, İLERİ DEMOKRASİNİN DAYATIP DURDUKLARI



Asıl yanlış, düşünmemekle, kafa yormamakla yapıldı. "Bu ne ya, hangi çağda yaşıyoruz, nedir bu yasakçı zihniyet! Yeter..." bıkkınlığıyla, "Bir de bunlar gelsin bakalım. Demokrasi getirsinler..." tembelliğine kapılmaktı.

Düşünülmedi, kafa yorulmadı, kaygılanılmadı, kuşkulanılmadı...

Ne gerek vardı kafa yormaya.

Büyük çoğunluğu bedel ödemenin ne demek olduğunu bilmeyen tuzu kurulardan oluşan 'Yetmez ama evet'çi yaygaracıların, "21. Yy.da şeriat mı gelirmiş, diktatör mü çıkarmış, AB'si ABD'si buna izin mi verirmiş, saçmalıyorlar, paranoyaklık yapıyorlar" umursamazlıklarıyla, hazırlopçuluklarıyla her şey oluruna bırakıldı.

"Laik Cumhuriyet elden gidiyor, demokratik yapı tamamen ortadan kaldırılıyor, uyanın" kaygılarını her şart ve ortamda dile getirip uyarmaya çalışanlar ise, bu ülkenin sürekli en ağır bedelleri ödettiği solculardı.

Neden?

Kendilerine en büyük acıları yaşatan devletleri için kaygılanmaları ve uyarmaları büyük bir çelişki gibi gözüküyor ama değil. Çünkü düşünüyorlardı, kafa yoruyorlardı ve olabilecekleri görüyor, kaygılanıyorlardı. "Yapmayın, tek kişiye bu kadar yetki ve güç verilmez, bedeli ağır olur" uyarıları, alaylarla hakaretlerle karşılandı.  

Geldik bu güne.

Sabah şerifleri hayrolanların yarım ağız pişmanlık döktürmelerine.

"Hani demokratikleşecektik... Neler oluyor..." şaşkınlıklarına.

Ağlaşmakla, sızlanmakla, verilen o yetki ve güçler geri alınabilir mi!

Her şey açık ve aleniydi, gizli kapaklı hiç bir yetki ve güç verilmedi. Kimse kimseyi kandırmadı, kandırılmak istenenler kandı. Hepsi bu.

Gerçekleri umutlarıyla perdeleyen Umut Sazanlarının yaşadıkları şaşkınlıklar görülmekte yer yer. Hepsi bu.

Hangi 'Yetmez ama evet'çinin ne demeye hakkı olabilir!

Yetki ve güçleri alıp ileri demokrasiye geçen başgüdücünün de çok şeyineydi zaten...

Size geçmiş olmasın, afiyet şeker olsun Umut Sazanları.



Eyüp Şeker



DAHA NE VERECEKTİNİZ, YETMEDİ Mİ!



Gel de merak etme; 'Yetmez ama evet' yaygaralarıyla altın tepside sunulan güç ve yetkilerde yetersiz sayılan nelerdi?



Eyüp Şeker






'SAHİPLENMEK=DARBECİLİK' DENDİĞİNDE CUMHURİYETİN SONU GELDİ



Her ne olursa olsun, ne kadar değerli ve önemli olduğu göz ardı edilen laik Cumhuriyet'i, sanki başka yolu yöntemi yokmuşçasına, "Demokrasi tramvaydır... Değişmedim dönüştüm" diyenin ellerine, "Yok yok değişti, demokrasi istiyor... Bu laiklik çok katı, yumuşağı gelmeli" saflığı kıvamındaki umursamazlık ve çekincesizliklerle teslim etmekti akıldışı ve vahim olan.




Eyüp Şeker




İYİ Kİ VARMIŞSIN EBLEHÇE



İleri demokrasinin Tv ve radyolarının konuşma dilinin eblehçe olduğu malum. Moda bu şimdi ve haniyse hangi kanalı açsan eblehçe konuşup bir şeyler anlatmaya çalışır görünürken dişe dokunur hiç bir şey anlatmayıp çoğunlukla yıkama yağlama yapan ama aşırı saldırgan ve belden aşağı olabilmek için fırsatını kollayan gayetteden ileri bir ileri demokrasi müritiyle karşılaşıyor insan.

Bu eblehçe müritlerinin epeycesinin, daha birkaç yıl öncesine kadar gayet düzgün konuşurken ileri demokrasiyle geçilmesiyle aniden veya usul usul eblehçeyi keşfedip ilkokul zeka ve kültür düzeyine sıçrayıverenlerden olması ise kimseyi şaşırtmıyor artık.

Bütün yaşasınlar bize, ne de olsa ileri demokrasi eblehleriyiz.