Lisedeki o şerefsiz
sırık Hayrettin'in gözlerinin içine bakarak, o iğrenç iftirayı neden attığını,
o rezil yalanı neden söylediğini sormaktır dileğim.
Nerelerdir neler
yapar bilmiyorum ama dünyanın çok küçük olduğunu iyi biliyorum. Başına silah
dayayacak halim yok, hastalıklı düzeyindeki sabrıma olan inancım bana umut
veriyor yalnızca.
Çok az kişinin
bildiği gerçeğin dillendirilmesi imkansız gibi... Hele de günümüz şartlarında
daha daha imkansız. Bu yüzden, olur da bir şekilde karşılaşırsak:
"Rezil
şerefsiz, o yalanı neden söyledin?
Böylesine aşağılık
bir yalan durup dururken öylesine laf olsun diye falan veya sıradan itlikler
yüzünden söylenemez, çok etkili bir neden olmalı.
Hiç yakın değildik,
‘Naaber, ne var ne yok’tan öte laflamışlığımızı bile anımsamıyorum, hiçbir alıp
veremediğimiz de yoktu, bir kastın olmasını gerektirecek en küçük neden söz
konusu değildi kısacası; kala kala tek seçenek kalıyor geriye, o da, sana bir
şeyler vaat edilmiş olması.
Kırk yıl geçmesine rağmen o lanet günün her detayını hatırlıyorum
neredeyse. Zira hiçbir şey normal değildi, olan bitenler baştan aşağı tuhaftı
ve beynime kazındı. O gün havaalanının orada durup bizi alan taksici dikkat
çekecek kadar ilgiliydi!
Demek ki zamanın taksicileri yolda denk geldiklerini alıp hayrına
taşıyorlarmış! On yıl kadar önce Yeşilyurt'ta yakalandığım çevirmede alkol
yüzünden arabam Havaalanı otoparkına çekildiğinde bir kez daha benzer bir davet
alacaktım. O sinirle otoparktan çıkıp yürümeye başlamıştım. Hava Harp Okulu'nun
oralara geldiğimde bir taksici durup 'Para istemiyorum, gideceğiniz yere
bırakayım..." ısrarıyla binmemi istemişti. Sabaha karşıydı, ayakkabılarım fena
vuruyordu ama binmedim, o lanet yolu yürümekte kararlıydım. 2. Kısım'ın oraya
geldiğimde gün ağarıyordu. Ayaklarım ise berbattı, eve kapağı atıp kontrol
ettiğimde parmaklarımın üstünün yarıldığını görmüştüm. Hastalıklı sabır ve inat
böyledir işte.
Neyse, biz dönelim o lanet güne. Bir ağızdan "Az önce bir yılan
öldürdük tarlada..." heyecanıyla anlatmaya başladığımızda, "Niye
öldürdünüz, yazık değil mi!" azarıyla susturmuştu bizi taksici. Sürgün
vermeye başlamamış tarlada uzun kış uykusundan kalkıp güneşin altında kıvrılmış
uyuyan talihsiz canlıya hangimiz atmıştı önce taşı, kesinlikle hatırlamasam da
sanırım ben değildim, çünkü tipik davranışım izlemektir, seyretmektir, böylesi
tepkiler verdiğim görülmemiştir ama artık çok iyi biliyorum ki, başı ezilmeklik
iğrenç yılan sendin.
Değer miydi
şerefsiz!
Ne istedin benden!
Aslında neden
yaptığını biliyorum sanırım, hatta bundan eminim; sen vaat edileni kaptın
geçtin gittin. İntikamcılar mıydı, yoksa, sık kullandıkları kapanlarından
birini daha kuran asıl oyun kurucular mıydı seni dürtükleyenler, onu merak
ediyorum işte. Sana fırsat sunanların gerçekte kim olduklarına dair bilgin
olduğunu da sanmıyorum ya, o da ayrı mesele ama sorma dürtüsünden kurtulmam
mümkün değil.
Yüzüne bakıp
sormalıyım; NEDEN YAPTIN ŞEREFSİZ?"
Umudumu hiç yitirmeyeceğim.
Çünkü imkansız.
Eyüp Şeker
NOT: Sana umut bağlamış
bilmişleri utandırma şerefsiz...
"Gel
gel"lerdeyim...