BÖLÜNMEK KOLAY BÜTÜNLEŞMEK ZORDUR
Ahmet Taner Kışlalı’nın yeri geldikçe şöyle bir karşılaştırması vardı:
“Bir ülkede farklılıkları öne çıkartırsanız işte Tito’nun Yugoslavya’sı, ortak yönleri öne çıkartırsanız işte Mustafa Kemal’in Türkiye’si...”
Türkiye’nin Yugoslavya’ya benzeme olasılığı zaman zaman gündeme geliyor.
Dağılan Yugoslavya’nın içinden çıkan devletler dahil, bütün Balkanlar’ı, sırt çantasıyla dolaştım. Ayrıca resmi gezilerle gördüğüm ülkeler oldu.
Balkanlar için yapılan tanımlardan biri şudur:
“İnsanların birbirini çok sevdiği ve çok kolay öldürebildiği bir coğrafya.”
İşte bu tanım nedeniyle de ortak yanları ya da ayrılıkları öne çıkarmak ayrıca önemli.
Balkan gezim sırasında şöyle bir kavramla karşılaştım.
Komşuluk kapısı...
Anlatan kişi bu kapıyı öylesine içten tarif etmişti ki, adeta o kapıların birini açıp birini kapatıyordu.
Balkan şehirlerinde çoğunlukla evler bitişik, önü ve arkası bahçe... Komşuların birbirlerine rahat gidip gelebilmesi için yan duvarda çok küçük bir kapı açılırmış. Havanın çok kötü olduğu bir günde sokağın en başından sonuna dek hiç dışarı çıkmadan bu kapılardan geçerek gidilebilirmiş.
Bir sokakta yaşayan insanlar birbirlerine duydukları güveni, sevgiyi bundan daha güzel inşa edemezler!
İşte bu şehirlerde gün geldi insanlar birbirini boğazladı.
Nasıl oldu?
Ahmet Taner Kışlalı’nın aktardığı gerçek,yanıtlardan biri.
O sokaklarda yaşayanlardan biri kardeşlikten kan dökmeye geçişi şöyle özetlemişti:
“Bir sabah beraber büyüdüğümüz çocukluk arkadaşım bana cellat gibi bakmaya başladı. Neden dedim. Sen bizden değilmişsin, dedi. Bir daha görüşmedik...”
Devamında anlattıklarının özeti şuydu:
Etnik ya da dini ayrımcılık başladı mı, sonu gelmiyor...
Bu ve benzeri anlatımların da etkisiyle Balkanlar kitabını yazarken şu yaklaşımı benimsemiştim:
“Bal” tadının ve “kan” kokusunun çok keskin olduğu Bal-kan-lar!
***
Türkiye bütün komşularından olduğu gibi tabii ki Balkanlar’dan da etkileniyor. Üstelik içimizde hemen hemen bütün Balkan ülkelerinden göçüp gelmiş insanlar var.
Türkiye kesinlikle Yugoslavya’ya benzemez, atın bu gereksiz korkuları demek de yanlış...
Bu gidişle yarın Yugoslavya’ya döneriz demek de...
İki ucu bir kenara bırakırsak böyle bir tehlikenin varlığını da göz ardı edemeyiz.
Bu tehlikeyi korkuya dönüştürmeden ufuk dışı bırakmanın başlıca yolu şudur:
İç barışı güçlendirmek...
Bunu yapmadan alınacak her önlem ikincil kalacaktır.
Bunun gizli reçeteleri, sihirli formülleri yok:
Ortak paydaları öne çıkarmak ve ortak paydaları ortak faydalar haline getirmek yeterli...
Türkiye’nin sancısı bu...
Burada temel sorumluluk ülkeyi yönetenlere düşer...
Türkiye’de “bütünlük” deyince akla ilk toprak bütünlüğü geliyor. Bu doğal ve evrensel bir gerçek. Ama en az toprak bütünlüğü kadar önemli unsurlar da var.
Örneğin; insan dokusunun bütünlüğü...
Aynılığı değil ama bütünlüğü!
Bir ülke düşünün; toprak bütünlüğünü korumuş ama insanları ayrışmış... Ne anlamı var?
“İnsanları” sözcüğünün yerine “kurumları”, “meslekleri” de diyebilirsiniz!
AB sürecinin çok tartışmalı olduğu günlerde gündeme gelen konulara bakıp sık sık şu tanımı yapma gereği duymuştum:
“Bu gidişle AB’ye değil, birbirimize gireceğiz!”
AB süreci ikincilleştiğine göre, geriye ne kaldı?
Birbirimize girmek mi?
Soruyu çengelli bırakalım, bir fıkra ile bağlayalım...
Fıkra bu ya; 2 Türk Suudi Arabistan’da mahkemelik olmuş. Kadı, suçu daha az olana demiş ki:
- Arkadaşına, sana vereceğim cezanın iki katını vereceğim; sana ne ceza vermemi istersin?
Bizimki hemen yanıt vermiş:
- Benim bir gözümü kör edin!
Dileriz böylesi Türk tanımları sadece fıkralarda kalır!
Mustafa BALBAY
ankcum@cumhuriyet.com.tr
CUMHURİYET GAZETESİ
http://www.cumhuriyet.com.tr/?PHPSESSID=9db6fd704edf886bd3ce772eb88bc5cf&im=em&xl=empopup&em=cu/cumhuriyet/w/c0123.html
17 Haziran 2009
.