RADYO ANTENİNDEKİ TÖRE BAYRAĞI !..
TERÖR VE TOPLUM / MEHMET FARAÇ
“İsmail’den Suna’ya, Halil’den Perihan’a... Sevgi’den Murat’a, Hacer’e, tüm sevenlere, sevip de kavuşamayanlara... İbrahim Tatlıses söylüyor... Bir kulunu çok sevdim...” Siirt’te radyocu arkadaşını görmeye gittiği iddiasıyla dövülen, sonra da sedyede bıçaklanan genç kızın öyküsünü okuyunca törenin kanlı topraklarındaki bir başka radyo vakasını anımsadım... Peki, yukarıdaki radyo anonsu yüzünden ölüme sürüklenen Urfalı Hacer’in yürek yakan dramının ardında nasıl bir öfke vardı?..
Siirtli 17 yaşındaki N.E, Kanal 56’da DJ olarak çalışan erkek arkadaşı E.F.E’yi görmek için önceki akşam radyo istasyonunun olduğu binaya gitti. Genç kız takip edildiğini bilmiyordu. Az sonra babası ve iki ağabeyi ellerinde sopalarla radyo binasını bastı ve onu acımasızca dövmeye başladılar. İddiaya göre N.E, can havliyle balkona kaçtı ve bu sırada altıncı kattan aşağıya düştü. Kimilerine göre ise N.E, yakınlarınca binadan atıldı!.. Ancak genç kızın dramı bununla da bitmedi. Hastaneye kaldırılan N.E, sedye üzerindeyken yakınlarının saldırısına uğradı ve 5 yerinden bıçaklandı!.. N.E, şimdilik yaşıyor!.. Oysa bir başka radyo vakasındaki genç kız onun kadar şanslı olamamıştı:
‘Bir kulunu çok sevdim!..’
2 Mart 1994... Bir ramazan gecesi... Saat 20.30... O gece polis telsizlerinden yapılan bir anons, Urfa’nın kenar semtlerinden Beykapısı Mahallesi’ndeki bir kuyuya düşme olayını duyurdu. Eski Urfa evlerini barındıran daracık sokaklara itfaiye aracı giremedi. Polis ve itfaiye erleri koşar adımlarla tahta kapılı, kale gibi duvarlarla çevrili köhne bir evin avlusuna girdiğinde ağıtlarla karşılaştılar. Ev sahipleri polise, “Beni aramayın... Kendimi kuyuya attım, ağlamayın... Hacer...” yazılı bir kâğıt uzattı...
Hacer, besicilikle uğraşan 44 yaşındaki Mustafa Felhan’ın 11 çocuğundan biriydi. Aile, Arap kültürüyle kentli komşularına uymaya çalışan genç kızlarını sürekli baskı altında tutmuştu. Çünkü iddiaya göre televizyonda izlediği pembe dizilerden çok etkilenen Hacer, bakımlı, modern giyimli kadınların lüks yaşamına özeniyordu!
Yoksulluk içinde yaşadığı o evde Hacer’in dünyayla tek bağlantısı televizyonu ve Urfa’daki yerel radyoydu... Radyoda erkek spikerlerin şiirler okumasını, kızlara şarkılar armağan etmesini ilgiyle dinliyordu.
Urfa’daki yerel radyoda çalışan kız arkadaşı Gülsün ise onun tek sırdaşıydı. Spiker arkadaşı onun sıkıntılarını biraz olsun hafifletmek için istekler programındaki şarkıları bazen ona da armağan ediyordu.
KUYUYA GİZLENEN ÖLÜM !..
İşte bu Hacer’in intihar ettiği haberi taş zeminli avluda şivana (ağıt) yol açtı. İtfaiye erlerinin araştırması sonuç vermedi. Kuyuda kimse yoktu. Baba Mustafa Felhan olaydan bir gün sonra Sarayönü Polis Karakolu’na çağrıldı. Hacer, kız arkadaşıyla birlikte polis memurlarının arasında otururken titriyordu. Baba ise kızını bir an önce eve götürüp olup bitenleri anlamak istiyordu. Hacer’in neden ortadan kaybolduğu polis raporuna şöyle yazılmıştı:
“Hacer Felhan’ın, ailesinden baskı gördüğü, kendini kuyuya atmış gibi göstererek ailesinden kurtulmak istediği ve evden kaçarak arkadaşı Gülsün’de kaldığı tespit edilmiştir...”
Hacer ürkek halde bir otomobile bindirilerek evlerine götürüldü. Aşiret üyeleri avluda oturmuş onu bekliyorlardı. Bu sahne korkusunu daha da arttırdı. Yerde eski bir çulun bulunduğu odanın bir köşesine çekilen Hacer, papatya desenli pembe elbisesinin içinde korkudan beyazlamış teniyle, ürkek bir güvercin gibiydi...
Hacer’in karakolda babasına teslim edilişinden tam sekiz buçuk saat sonra polise bir cinayet ihbarı yapıldı. Polisler olay yerine gittiğinde Hacer’in kanlar içindeki cesedini buldular. 13 yaşındaki Muhammet ise elinde tüfekle ablasının cesedinin başında oturmuş, boş gözlerle çevresini izliyordu!
Talihsiz Hacer kimsesizler gibi toprağa verilirken onu aile meclisi kararıyla ortadan kaldıran Muhammet polise verdiği ifadede şöyle demişti:
“Akrabalarım Hacer’e ‘Seni kim kandırdı’ diye sordu. Bir başkası da kız kardeşime, ‘Senin için radyodan istek yapılmış. İstek yapan kimdi’ diye bağırdı. Hacer de o kişinin radyoda çalıştığını söyledi. Amcam bir tüfek verdi. Ancak içindeki fişeğin adam öldürmeyeceği anlaşılınca, diğer amcam başka bir yerden domdom kurşunları getirdi! Kafasına ateş etmemi istediler. Ancak ben karnına ateş ettim! Ablam yüzüstü düştü! Bu kez beline doğru ateş ettim!”
Şanlıurfa 2. Ağır Ceza Mahkemesi, cinayete azmettirmekle suçlanan Hacer’in babası ve amcalarından oluşan 6 sanığı delil yetersizliğinden beraat ettirdi. Töre cinayetinin infazcısı Muhammet’in cezası ise müebbetten 10 yıl hapse indirildi. Mahkeme gerekçeli kararında şu görüşlere yer verdi:
“Muhammet, Hacer’i kasten öldürmüş, ancak bu eylemi kız kardeşinin evden kaçması nedeniyle toplumun aile üzerindeki baskısı ve tahrik altında işlediği kanaatine varılmıştır...”
Muhammet, 2 yıl da Elazığ Kapalı Cezaevi’nde yattıktan sonra infaz yasası gereği 1998 yılı başlarında tahliye oldu... Hacer’e armağan edilen “Bir kulunu çok sevdim...” şarkısı ise radyo antenlerine bağlanan töre bayrağının gölgesinde yankılanmaya devam ediyor!..
YAŞAM SINAVINDA ÖLMEK !...
Akdemir Ailesi, Diyarbakır’dan kan davasından kaçmıştı... Kocaeli’nin bir köyünde ölümden gizlenerek yaşamaya çalışıyorlardı!.. Akdemirlerin 23 yaşındaki oğulları Mehmet önceki gün Öğrenci Seçme Sınavı’na (ÖSS) girdiği binadan çıktıktan sonra kanlıları tarafından 10 kurşunla vurularak öldürüldü!..
Akdemirlerin tek umudu çocuklarının okumasıydı... Okuyup cehaleti, geri kalmışlığı ve yoksulluğu yenmesi!..
Okuyup da önemli adam olması!.. Belki töre mağdurlarını savunacak bir avukat!..
Belki kan cellatlarına hak ettikleri cezayı verdirecek bir hâkim!..
Belki aşiret yarasına derman bulacak bir eczacı!..
Belki töre hastalığına reçete yazacak bir doktor!..
Ve belki de feodal anlayışı yeniden inşa edecek bir mühendis!..
İşte Mehmet zaten geleceğini şekillendirecek bu seçenekler içinde bocalarken vurulmuştu!..
Okumuş adam feodalitenin içinde büyük tehlikeydi!.. Üstelik okumuş adamın vurulması yürekleri daha çok yakardı!..
Diyarbakırlı Mehmet, yaşamının geleceğine yön verecek sınavın sonrasında feodalitenin yanıtsız ve kafa bulandıran son sorusuyla karşılaştı!.. Yaşam mı, ölüm mü?..
İki seçenekli sorunun yanıtını düşmanları kurşunla işaretledi!.. Genç adamın elindeki kurşun kalem ve belki de yalnızca korkularını silemediği silgisi yerlere savruldu!..
Töre vahşeti ne zaman mı biter?.. Cahil adamların okumuş adamları vuramadığı zaman!.. Kurşunun kalemden üstün olamadığı zaman!..
Mehmet Faraç
Cumhuriyet Gazetesi
16 Haziran 2009
.