Yanlış ve üzücü olan, bu tür amatör çabaları anlamsızca ve saçma biçimde büyütüp göklere çıkartarak yansıtmaya çalışmaktır. Bilgisiz insanlara “Vay be, adama bak, ne icat etmiş…” dedirtmenin bedeli, bilgisiz insanlara dönecek cehaletten başka şey değildir. “Bilenler yeter, herkes bilmesin…” zihniyetini beslemek kabul edilir şey midir?
Amatörce çabalara kimsenin sözü olamaz, aksine hep alkışlanmalı desteklenmelidir böylesi çalışmalar. Hatta teşvik edilmelidirler ki, kendilerini geliştirmelerinin, bilgilerini, becerilerini artırmalarının yolları çoğalsın.
Bir otomobil dinamosuna pervane takıp elektriksiz köyündeki evinde iki ampul yakan, fazlasıyla alkışı hak ediyor demektir ama bunu “Yüzyılın buluşu, insanlığı değiştirecek icat…” hallerindeki yaygaralarla sunmaya kalkmak komikliktir, şaklabanlıktır ve aslında hepsinden önemlisi o üreteci yapana büyük haksızlıktır. Böylesi yaygaralar yapmak, o tür çabaların önünü kesmektir. Ne o çabayı harcayan, ne ondan görerek heveslenecekler, ne o üretecin Yy öncesinden bile geride olduğunu görebilecektir, ne de daha fazla yoğunlaşıp çok daha verimlilerini ortaya çıkartmak için uğraşacaklardır. Niye uğraşsın, Yy.ın icadını yapmıştır!
Köy kahvesindeki muhabbetlerde “Ver ona füze yapsın Ay’a gitsin” denmesini yeterli saymak, en başta bir şeyler yapmak için koşturan o insanlara kötülüktür.
Evinin tepesine diktiği pervaneden iki ampul yakanın hatası ve eksiliği ise, orada kalması, daha fazlası için, öğrenme, araştırma çabasına girmemesidir.
Ya da dereye yerleştirdiği çarktan uzattığı kayışla ahşap tornasını çalıştıran baston imalatçısı, alkışı ve taktiri fazlasıyla hak ediyordur ama bu zeki becerikli insanı Edison zannı verircesine konu etmeye çalışmak, anlamsızdır, saçmadır, dahası komiktir. Belli işte, yetenekli zeki biri bunu yapan ama kurduğu sistemin birkaç Yy öncesinin uygulaması olduğunu farkında olduğu belirsizdir ve kurduğu düzeneğin işine yaradığıyla yetinmekte, daha fazlasıyla ilgilenmemektedir.
Yapılması gereken, yetenekli zeki insanların kendilerini geliştirmelerinin ve sergilemelerinin ortamlarını sağlamaktır. “Vay be adama bak ne yapmış” muhabbetleriyle yetinmek değil.
İnsanları kendi dünyalarıyla yetinir bırakmanın onlara da yararı yoktur, hiçbir şeye de…
CNNTÜRK’te denk gelmiştim sanırım: Evinin yanındaki pınara türbin yerleştirip elektriğini ucuza elde etmeye başladıktan sonra komşularının tuhaf itirazlarıyla karşılaştığından yakınıyordu kendisini haber yapan televizyoncuya… Zeki ve becerikli birine benziyordu… Kalıp izlemeye koyuldum… İlk olarak kendi imkanlarıyla yaptığı pervaneyi kullanmaya başlamış türbininde. Elde ettiği elektriğin, kullandığı dinamonun kapasitesinden çok düşük kaldığını görünce ne yapabileceğini araştırmaya koyulmuş ve bir Alman firmasının (Yoksa Avusturya mıydı?) geliştirdiği çift bölmeli kanat sistemine ulaşmış. Dinamosuna bu tarz kanatlı türbini taktıktan sonra ortaya çıkan farkın büyüklüğünü coşkuyla anlatıyordu.
Yani iki ampulle yetinmemişti…
Dünyadan ve gelişmelerden habersizce, atadan kalma değirmene hurdadan aldığın dinamoyu bağlayarak ancak kahvedeki “Ver ona füze yapsın Ay’a gitsin” muhabbetleriyle yetinebilirsin. Uçaklara merak salan, uçakları ve uçuş tekniklerini öğrenmesi gerektiğini bilmelidir. Otto Lilienthal’in kemiklerini sızlatmanın ne aalemi var! “Hayal gücü bilgiden önemlidir” diyen Einstein, cahil ve bilgisiz olabilirsiniz demeyi aklının ucundan bile geçirmedi. Çünkü bilgisizlik gibi bir kavramı aklının alması mümkün değildi.
Otomobil koltuğuna mp3 çalar yerleştirmek gibi, bisiklet gidonuna kulaklıklı FM radyo takmak gibi uğraşlar iyidir hoştur da, sanki o mp3 çaları veya radyoyu yapmışçasına ortalığın ayağa kaldırılması çok tuhaftır. Elin çok iyi çalışan şeyinin çalışmaz hale getirildiğini görmezken övünçler çıkartmaya çalışmak ise çok ama çok utanç vericidir.
Hurdalıktan topladığı eski bilgisayar yazıcısı parçalarından kayısı çekirdeği ayıklama makinesi yapan Malatyalı o genç için ortalığı ayağa kaldırmamak ise çok daha büyük ayıptır. Ya da, makinelerle, makine imalatıyla hiç ilgisi olmamasına rağmen, pirincinden cevizine her türlü tahılın, kuru meyvenin içindeki taşları ayıklama makinesi geliştiren Ordu’lu (Yoksa Giresunlu muydu?) o genç kadın için…
Bu ülkede yaşıyorlar…
Ve o kadar çoklar ki…
Ve Marslı değiller…
Tamam anladık, “İmaj her şeyden daha çok şeydir” ve de “Ver ona füze yapsın Ay’a gitsin” muhabbetleri yetmektedir her şeyi bilenlere. İyi de bu imaj faaliyetleri için, besleyici, teşvik edici, yararlandırıcı örneklerin köküne kıran mı girdi? Böylelerini arayıp bulmak bu kadar mı zordur? Bu kadar zorsa ve de bulunacak Yüzyılın petrol rezervleri falan da kalmadıysa, başka şeyler bulunamaz mı? Kriptonit bulunsun mesela ve de yer gök inletilerek yurdum milletine, herkesin yakında Süpermen’e dönüşeceği müjdelensin. Flaş flaş flaş, fosilleşmeyi beklemeye gerek kalmadı, isteyen herkes sıktığı odunu kömüre, ezdiği leşi petrole dönüştürecek… Mesela yani…
Tek bilinen şiir okuma yarışması, Kuran okuma yarışması, ilkokullar arası adet yerini bulsun yarışması, ağır ol molla desinler yarışmasıysa, millet yüzyıl öncesinden bile geride kalan osuruğa GlobalFlyer muamelesi yapmayacaktı da ne yapacaktı! GlobalFlyer’ın ne olduğunu merak edenler İnternete baksın bir zahmet, ben de oradan buldum yazıyı yazarken.
Amerikalılar tam bir yarışma ve şenlik tutkunu. En az bir şenliği/yarışması olmayan köyleri, kasabaları yok neredeyse. Her şeyi yarışmaya/şenliğe çevirmelerini kıskanmamak elde değil. Karton tekne yarışması, balkabağı atma yarışması, kırmızı karınca toplama yarışması, pasta yapma yarışması… Say say bitmez, hangi birini sayasın…
Bal kabağı atma yarışmasının birinciliğini kimseye kaptırmayan bir top var hele, görsen, diktatörlerin sıkça merak saldıkları Kıyamet Topu sanırsın… Binlerce dolara mal edip devasa bir kamyonun üzerindeki vincin yerine yerleştirmişler. Rakipleri yüklenmeyince daha büyütmüyorlar; yoksa gelmiş geçmiş bütün Kıyamet Topları’nı yaya bırakacaklarına şüphe yok. Sanki bal kabağı atmayacaklar da, Jules Verne’in Ay’a Seyahati için hayal ettiği topu yapıyorlar.
NASA’nın Buluş Şenliği de, tamamen yerleşmiş bu anlayışın yansımalarından biri sadece. İnsanları, düşünmeye, tasarlamaya, yaratmaya teşvik etmenin daha iyi bir yöntemi olduğunu sanmıyorum. Ve zaten kıyıda köşede yitip gidecek gerçek dehaları ortaya çıkarmanın bundan iyi yolu da yoktur herhalde.
Bu tür yarışmalardan yaşama girmiş buluşlar ise saymakla bitmezmiş. Tasarlandıklarından çok farklı bir alanda işe yarayabiliyor, hiç umulmadık bir soruna çözüm getirebiliyor buralardan çıkan fikirler. Aklımda kalmış enteresan örneklerden biri; insan gücüyle çalışan denizaltı yarışmasına katılanlardan birinin pervaneye güç ileten sistemi, otomatik garaj kapılarını açıp kapatmakta kullanılmaya başlamış.
“İcat çıkarma”dan sıyrılamayanların evlerinden-atölyelerinden-garajlarından, bir Harley de çıkmaz, telefon da, gramofon da, matbaa da, cep radyosu da, Isırılmış Leziz Elma da, Hovercraft da, Sputnik’le Soyuz da, ‘Uçma Sanatının Temelleri:Kuş Uçuşu’ kitabı da...
Alışıldığı gibi, koparırım kafanı, çok oldun sen kırarım bacaklarını, heeyyt ulan çıkmaya devam eder. Kafası kopacak diye bunları söylemekten vazgeçeceğini haalaa zannetmeye devam edenlerin algılamaları çok vahim durumda demektir.
Bizdeki Buluş Şenliği ilk yıllarda Taşkışla binasında yapılıyordu. Karşıya taşındıktan sonra takip etmez olmuştum. İlgilenenler biliyordur, NASA’nın bu yılki problemi yine çok ilginç: “Pinpon topunu 2 metre yüksekteki tavana değdirip 5 saniyeden fazla sabit tutmak”. Hadi bakayım, kolaysa çık işin içinden.
Bütün bunlardan sonra diyorum ki, düşünmekten mahrum kılınmış, dünyadan habersiz beyinler, hamasetle yetinmeye ve oyalanmaya mahkumdurlar.
İlham verici sessiz telefonlar için: “Ben daahiyim ben, benim öğrenmeye ihtiyacım yok benim, ben var ya ben…” diyenler ise osuruklarıyla birbirlerini uçurarak mutlu mesut yaşarlar.
Eyüp ŞEKER
.