DİLİ SÜRÇMÜŞTÜR DİLİ


'BANKAYI PATLATMAK'TAN: 


“Doğru, nereden bileceksin. Anlatmalıyım di mi! Evliliklerin ve ilişkilerin neden yürümediğiyle ilgili aklıma çok yatan bir açıklama duymuştum bir yerlerde. İnsan doğal olarak kendini beğendirmeye çalışırmış karşısındakine. Öyle hesaplı kitaplı falan yapmazmış bunu. İçgüdüsel bir şekilde yaparmış. Aynı şey gibi... Doğadaki bütün canlılarda olduğu gibi. Çiçekler, döllenme için polenleri taşıyacak olan böcekleri kendilerine çekebilsinler diye öyle rengarenk ve güzelmiş. Tıpkı onun gibiymiş işte. İnsan kendisini beğendirmeye çalışırken karşısındakini beğenmeye öyle kaptırırmış ki kendini, onun kusurlarını bile görmezken, kendisininkileri de göstermemeye çalışırmış. Bahar gidip döllenme bittiğinde ne çiçek kalırmış ne de çiçeğin semtine uğrayan. Tabii ki çekimlere falan aldırmayıp işini rüzgarla halledenlere kimsenin lafı yok. İşte böyle, en şiddetli aşkların, görücü usulüyle tanışanlardan bir farkı olmayışı bundanmış. Onun için en müthiş aşıklar bile ‘Hiç tanıyamamışım’larla kopar, uzaklaşırlarmış birbirlerinden. O yüzden ‘Dili sürçmüştür, istemeden olmuştur, talihsiz bir rastlantı’ gibilerle geçiştirmeyip görmezden gelinmemeliymiş birlikteliklerdeki çıkıntılar. Eğer zamanında törpülenirse, taraflar birbirini kazanıp kartlarını açmakta çekincesiz davranmaya başladıklarındaki kadar hırpalayıcı olmazmış. Ya da daha başlarda görülürmüş sorunlar ve ilişki başlamadan bitermiş. ...”


Eyüp Şeker




HERKES GÜLMEYİ SEVER



Parlak mat fark etmez benim için, baltanı ne yapacağına karar verecek sensin.

Unutma.

Ne horozum ne de papağan, ben bir hiçim sadece. En azından bu kadarını öğrenmişsindir umarım.


Eyüp Şeker


ANLAMAK İSTEMEYEN ANLAMAZ



Bir söz söylemenin türlü yolu vardır,
fakat,
hepsi aynı kapıya çıkmaz.

Biriyle,
taht kurarsın gönüllere.
Diğeriyle,
yelken açarsın savaşlara.
Ötekiyle,
aldırmazlıklarda dolaşırsın özgürce.
Kimisiyle,
güzelliklere yağdırtırsın sözcükleri.
Başkasıyla,
yığılır kalırsın bombardımanlarda.
Berikiyle,
sere serpe yayılırsın güzelliklere.
Ummadığınla,
kanlı bıçaklı kesiliverirsin omuzdaşınla.
Beklemediğinle,
sarmaş dolaş olursun kanlınla.

Görme sakın...
Görürsen,
göreceksin
körlüğünü,
yıkıp döktüklerini,
kaybettiklerini,
kaybettirdiklerini.

Zaten
istemiyorsun görmeyi,
neden göresin.

İmkansızdır;
görmek istemeyene
gösterilemez hiçbir şey.


Eyüp Şeker





DEMİ GELMİŞ RAKI BALIĞIN DEMİ



Demi Demi Demi,
fena halde gelmiş senin rakı balık demi.
Gelmek ne ki,
gelmiş de geçiyor demlenmenin vakti Demi.
Şart olmuş şart..

Kuruluruz Boğaz kıyısında güzelliğin içine.
Anlamayız ne zaman döşerler masayı.
Önce altlık yaparız zeytinyağlıları,
envaisinden mezeleri.
Çekeriz yanlarına karides güveçle kalamarı,
tatmadan geçmeyiz çirozla lakerdayı.
Nasıl Geçti Habersiz
demeye kalmadan,
Yuvarlamışızdır çoktan ilk dubleyi.
İyiden iyiye gelmişizdir kıvama,
bulamayız ızgara lüferi,
denk gelir illa
usta sandalcının karagözü, çipurası.
Lezzet beklemez, afiyet olsun.

Aslan Sütünü unutmak yok,
ufaktan atarız aradan.
Muhabbet uzar gider,
tatlı kıvamına gelemeden,
oluruz tatlı mı tatlı.
Her laf açılır deryalara,
takar peşine deryanın diplerinden
getirir lafın bin türlüsünü.
Gör bak ağlaşmayı.

Unutma...
Dert yarışı değildir muhabbet,
dinlemeyi bilmeyen,
uzar gider karşısına barmenin.
Bilesin.
Usta yazmıştı;
"Rakı ağızdan değil, kulaktan içilir"
dermiş Bektaşi.

Yıkılmak yok,
yavaş gideceksin.
Öğrendin öğrendin,
öğrenemedin,
olursun küfecinin baş müşterisi.
Bilesin,
ağır mı ağır gelir,
kaldıramazsın,
masa altından, kaldırımdan toplanmayı.
Yavaş gideceksin,
şişede balık olup
boğulmamayı öğreneceksin.

Sanma ki sade dert çıkar
Aslan Sütünün şişesinden.
Neşeyle coşkudur asıl dostu meretin.
Derde de dostluk eder etmesine de,
anlamayıp içine düşeni,
sürükler derdin bin beterine.
Hiç affetmez,
bitirir kendini bilmeyeni.

Bilesin...
Kovalamaz kimse
ne balıkçıdan,
ne de meyhaneden.
“Yarasın”lardır
"Şerefe"lerdir
masalarını zenginleştiren.
Öğrenemeyenin adresidir tabureler,
votkalı biralar, tuzlu fıstıklar.

Yarasın,
içelim güzelleşelim.


Olmadı sen götür beni meyhaneye. 
Beğenmezsen yarenliğimi,
bilirim kalkıp gitmesini.
Bir çıt yeter,
yeter ki açık et.
Adabını bilirim rakının,
belleyeli çok oldu,
kulaktan içmeyi de,
yerlerde sürünmemeyi de.

Bak söylemedi deme;
İlk yudumda berbat bulacaksın Aslan Sütünü,
Sonrasında şerbet gibi yutacaksın mereti.
Hiç anlamayız ne zaman buluruz büyüğün dibini,
dertleri neşeye çevirip uçurmayı,
kederi neşeyle sarmalamayı,
tatsızın tadını çıkartmayı.

"Yarasın"



                Eyüp Şeker



NASILSA UÇURULUYOR MEMLEKET, BARBUNYALI YEŞİL FASULYE YAPCEZ



Biz koyunlar takalım önlüğü, girelim mutfağa.

Bugün zeytinyağlı barbunyalı yeşil fasulye yapcez.

2 paket dondurulmuş taze fasulyeyle yarım paket dondurulmuş barbunyayı zeytinyağlı fasulye gibi pişircez.

İşte enfes bir lezzet.

Yeşil fasulyeyle barbunyanın çok iyi gittiğini, aslını faslını unuttuğum bir köşe yazısında okumuştum.

Birkaç kez, 2 pk yeşil fasulyeyle 1 pk barbunya denedim, sanki barbunyası fazla kaçıyor deyip yarım pakete düşürünce kıvamını buldu.

Şiddetle öneririm, barbunyalı yeşil fasulyeyi.

Henüz etlisini denemedim, eminim o da çok iyi olacaktır.

Afiyet şeker olsun.



                Eyüp Şeker


DYASS DİYOR Kİ, CAN KAYBI YOK



Endonezya'daki 8.6'lık ve 8.2'lik depremlerin üreteceği tsunami kesinlikle büyük afet sonuçları yaratmayacak. Hayvanlardaki çok düşük düzeyli hareketlenmelere bakılırsa, birtakım hasarlar oluşsa da, bunlar, hayvanların aldırmadığı kadar küçük düzeyde kalacaktır.

Ve sanki hiç can kaybı bile yaşanmayacak...

DYAAS teorime göre, ana kıtalara açık bir bölgede meydana gelen böylesine büyük bir depremin çok büyük bir afete sebep olması gerekiyordu. Oysa hayvanlar hiç de öyle olmadığını ve hasar meydana gelmeyeceğini söylüyor.

Eğer bu öngörülerim yanlışsa, DYAAS zırvadan ibaret demektir.


Eyüp Şeker



PROFESÖRDEN HAYIR YOK, MİLYARDERDEN İŞ ÇIKAR BELKİ



Sör, sizin şu sefere hazırlanan SpaceShipTwo'ya çımacı aramıyor musunuz çımacı?

Bak bilmiş ol, üzerime kimseyi tanımam, müthiş atıp tutarım. Halatı yani... Uzay otelleriyle Uluslararası Uzay İstasyonu’na falan yanaşırken 60-70 metreden halat atmaya bana mısın demem.  Kaparlar halatı, bağlarlar babaya, iskele alabanda deyip çalıştırdılarmı bucurgatları, mükemmelin mükemmeli yanaşırlar babalarla, yıkarlar yolcuyu, kargoyu, ne var ne yok iskeleye.

Doğruya doğru, az kolaylık mı bu Sör, di mi yani.

Sonracıma bunun Ay seferleri var, Mars’ı var, var oğlu var... Oralara gitmekle iş bitmiyor, sakata gelmeden inmek için hemen devreye ben gireceğim ben. İnişe geçildiği zaman 30-40 metre kala atladımmı aşağı, bir koşu bağlarım halatı sağlam bir kayaya, çalıştırırlar bucurgatları yavaş yavaş konarlar kuş misali. Al sana mükemmel iniş, kazasız belasız yolculuk, di mi yani..

Şahsımın uzay seferlerinin garantisi olması az buz şey mi şimdi, di mi yani Sör.

Ben yani şahsım çok kalender bir insanımdır, çımacı aldınızsa, kamarotluğa talibim. Onca mızmız yolcunun kaprislerini kim çekecek, tabii ki ben. Methettirme şimdi şahsımı, sevmem kasılmayı, ondan yani bu kendimi methetmekten kaçınmalarım.

Sör sen çok kral adama benziyorsun, babayanilik akıyor her tarafından, rica etsem, bu işe alma işine o Paul Allen’le Burth Rutan’ı karıştırmasan diyorum. Şimdi bunlar mühendis falan ya, bilimle teknolojiyle bozmuşlar kafayı ya, kafaları basmaz iş meselelerine, öyle değil mi yani. Kılı kırk yarar, bundan bir cacık olmaz falan der, kıllık üstüne kıllık yapar şimdi bu kafası basmazlar, karıştırma gitsin... İşleri güçleri uçak tasarlamak, bilgisayarların ıcığını cıcığını çıkartmak... Nato kafa nato mermer yani, biraz yontulur insan di mi yani. Umutsuz vaka bunlar umutsuz... Bunu der bunu bilirim, bu dünyayı mühendisler batıracak mühendisler.

Neymiş WhiteKnightTwo denen acayip bir eğri büğrü bir şey yapmış, uzaya çıkaracaklar milleti. Doğruya doğru, uçar mı o gudubet şey şimdi, haksız mıyım yani Sör. Bu acayip uçağın eğri büğrülüğü yetmezmiş gibi, SpaceShipTwo diye bir acayip eğri büğrü bir şey daha yapmışlar, altına bağlıcaklar, doğru fezaya. Ba ba ba, kendisi uçacak da, bir de, altına bağlanan öbür eğri büğrü şeyi uzaya çıkaracak. Ba ba ba, bu kadar da desteksiz atılmaz yani... O eğri büğrü şey o eğri büğrü şeyi nasıl çıkaracak fezaya, bu kadar da desteksiz atılmaz yani, bu kadar da uçulmaz yani. Kağıttan uçak bile bu tipsiz uçaklardan iyi uçar be, doğruya doğru di mi yani Sör.

Sör yerinde olsam dünyada inanmam, öncekinin, hani şu SpaceOne’ın uzaya çıktığına mümkünatı yok inanmam. Filim hilesidir o filim hilesi. Oturup bilgisayarda yapmışlardır dümenden bir filim, ahan işte uzaya çıktık falan dümenleriyle seni kekliyorlar. Maksat ortaklık bozulmasın... O milyarder Paul Allen’in başının altından çıkmıştır o dümenden uzaya çıkma filimleri. Bilgisayar kurusu ya, bilgisayarla yatıp bilgisayarla kalkıyor ya... Kuru işte, 24 saat bilgisayar başından kalkmayan hekırların bol paralısı yani. Pilav üstü az olan değil yani, pir pir...

Hele o Burth Rutan var ya o Burth Rutan, ondan hiç bir halt olmaz. Güya bir uçak yapmış da, hiç yere inmeden Dünya turu yapmış da... Ya kim izin verir o hilkat garibesinin topraklarına inmesine. Aklı başında kimse memleketinde o acayip şeyi görmek istemez. O da mecburen hiç yere inmeden tırısın tırıs dolandı Dünyayı havadan. Yani mecburiyetten hiç yere inmemesi. O kim uçak tasarlamak kim, ona mı kalmış... Uçurtma yapamaz o uçurtma... Doğruya doğru, di mi yani Sör.

Sör, şahsım çok kalenderdir ya, çımacılık kamarotluk kadroları dolduysa sizin uzay merkezine illa paspascı falan lazımdır illa, di mi yani. Acayip hızlı süpürür, paspasın kralını yaparım.

Duymamış olun, hele işe bir gireyim, nasılsa bir yolunu bulur SpaceShipTwo’nun iniş takımlarına saklanırım. Ondan sonra ver elini beleşinden uzay. Yanlışlıkla WhiteKnightTwo’nun iniş takımlarına gizlenmeyeyim diye günde altı saat resimlerine bakıyorum. Ezberleyeyim de hangi eğri bürü şey fezaya çıkacak, ona sızayım. Salaklık edip 20 bin metreye çık-gel yapamam yani.

Geçmiş gün, iyice anlayıp dinlemedim, ızgara oluyordum az kalsın. Yani keleğe geliyordum keleğe. Tuttum ESA’nın kargo aracını isteyeyim dedim. Yemedik ya aracınızı, bir uzaya çıkıp gelecem, hepsi bu yani. Meğer bu meret dönüşte atmosfere girip yanıyormuş iyi mi. Kebap olacaktım kebap... One way ticket yani, çaktım köfteyi de ızgara olmaktan kurtuldum.

Duymuşsundur, geçenlerde lafı çıtlattık Profesöre, uzaya bilet almışsın, bir bilet de ben garibine ayarlasan, biz de dünya gözüyle uzayı görsek fena mı olur demeye getirmişiz. Bizimkisi kapı duvar, hiç oralı değil, Fransız'ı oynuyor. Olacak iş mi yani şimdi, di mi Sör. Sen şimdi yapsan bir babayiğitlik, çımacılık falan ayarlarsan ben garibine, dayarım burnuna işe alındı belgesini, morarıp kalır, ne kıyak olur di mi yani Sör.

Sığır değilsin ya, halden anladığın belli, artıkın anlamışsındır yani.

Kestane kebap, acele cevap.


İmza: TZECİÇ (Tüm Zamanların En Cevval İşsiz Çımacısı) 



Eyüp şeker



GÜÇ OYUCULAŞTIRIR, MUTLAK GÜÇ MUTLAKA OYUCULAŞTIRIR




Muhteşem ileri demokrasimizin maşallahı var, 'yetmez ama evet'cilerin de...

"Bu kadar güç tek kişiye verilmez, çok tehlikelidir. Akıllar başa geldiğinde pişmanlıklar fayda etmeyecektir..." uyarılarını yapanlara demediğini bırakmayıp kimi de dalgasını geçenlerin büyük orandaki derin sessizliğinin manasını bir kenara bırakalım. En azından şimdilik...

Ne kadar görmek, anlamak istemese de her 'Yetmez ama evet'ci, sandık demokrasisi süsüyle dekoruna tamamen dönüştüğünü muhakkak kavrayacaktır. İtiraf edilip edilmemesi ayrı konudur, kafalara dank etmesi ayrı.

Baştan beri yüklenici, taşıyıcı, çiçek böcek, süsleyici, yumuşatıcı sayıldığını anlamak istemeyen her 'Yetmez ama evet'ci aymayı tadacaktır. Bu kaçınılmaz.

"Ben cebime bakarım, durmak yok kapmaya devam..." derin zenginliğine gömülmüşlerin aymayla hiç işleri olmayacağı açık. Geçelim...

Diş macunu emicilerin ise hiç tasası değil okşanıp avuçlanarak çıkartılanın gerisin geri tıkılıp tıkılamayacağı, çıkanın tadını çıkartmayı bilirler nasılsa. Bunu da geçelim...

Hangi kafayı taşırsa taşısınlar, gıklarını çıkartamayacaklarını ve hık deyicilikten, şakşakçılıktan, yağdanlıkçılıktan başka şey yapmalarının mümkün olmadığını iyice bellediler. Daha doğrusu, ibretlik dersler aracılığıyla açık ve net şekilde belletildi.

Yalakalık baş seçenek...

Ya da derin sessizliklere gömülecekler, başka çareleri yok. Silivri’yi hiç birinin maçası yemez...

Muhtemelen epeycesi bir şans sayıyordu son girişimleri; güvendikleri dağlara kar yağmadı, başgüdücünün balyozlaşmış yumruğu tepelerine indi, dümdüz etti.

Umutları bir başka bahara mı kaldı yoksa duman olup uçtu mu bilinmez.

Sıkıysa lambadan çıkartıp her türlü gücü bahşettiklerini geri soksunlar da görelim.

Oyacağını kafalarına kazıdı balyozlaşan yumruğuyla...

Değişmeyecek tek şey var:

Tercihleri her ne olursa olsun, ileri demokrasi kınaları hiç çıkmayacaktır.



                Eyüp Şeker