“KAFA ATARIM” GEYİĞİ NEREDEN ÇIKTI?
Daha önce söz etmiştim, bir kez daha anlatayım dedim.
İlkokul yılları… Mahalle arkadaşlarıyla buluşur, asıl oyun alanımız olan demiryoluna giderdik hep. Ayamama Köprüsüne kadar koca demiryolu, meyvelisinden meyvesizine bütün ağaçlar ve Ataköy 2.Kısım’ın bitimindeki dereden Havaalanına kadar bütün o bomboş arazilerdi oyun alanımız. Aslında, çocuk gözümüze daha da uçsuz bucaksız gözüken o bomboş araziden biraz da çekinir, demiryolunun çevresinden pek uzaklaşmazdık. Buralara gitmediğimizde ise arka bahçe dediğimiz mürdüm eriği ağaçlarıyla dolu arsada oyun oynardık genellikle.
Aramızda iki Ahmet vardı; 'Kabak Ahmet' ve 'Hanım Evladı Ahmet', namı diğer 'Ödlek Ahmet'.
Bir adı da ‘Tatar’ olan Ahmet, kafası hep sıfır numara olduğu için ‘Kabak’ diye de anılırdı. Gerçi hemen hepimizin kafası 3 numaraya vurulurdu ama Tatar Ahmet’in kafası haniyse her hafta makineye vurulduğu için bir adı da ‘Kabak’a çıkmıştı.
Herkesin bir lakabı olması kaçınılmazdı, benimkisi ise 'Maymun'du. İçimizde ağaca en iyi, en hızlı çıkandım çünkü.
Arka bahçe dediğimiz arsanın bitişiğindeki apartmanda oturan diğer Ahmet’in annesi her zaman dışarı çıkmasına izin vermediği için adı 'Hanım Evladı’na çıkmıştı aramızda… Böyle anlarında pencereden bizi seyreder, azarı işitince de kaybolur, ders çalışmaya giderdi. Hanım Evladı, bir de tren yoluna gelemezdi bizimle. Kesinlikle yasaktı… Birkaç kez kaçarak kısa süreliğine yakın mesafelere kadar gelmiştir, hepsi o… Bu durum daha da pekiştiriyordu lakabını.
Babasının aktif bir AP’li olduğunu biliyorduk da, anne tarafında çok daha önemli bir siyasi figür olduğunun o yıllarda farkında değildik. Hoş bilsek de bizlere hiçbir şey ifade etmeyecekti ya… Babası AP'li deyişimiz "Benim babam memur, benimki mühendis, benimki tamirci, benimki doktor…" kapsamındaydı tamamen. Çocukluğun zirvesini yaşadığımız o günlerde ne umurumuzaydı siyaset, ne derdimizeydi politika.
Ailesinde süregelen bu eğilimden Ahmet de uzak kalamadı, siyasete atıldı ve önemli figürlerden biri oldu.
İşte, bu iki Ahmet’le benim aramadaki meseleden çıkmıştı ‘Kafa Atma’ geyiği.
O çocukluk hallerimizle itişip tepişir, güreşirdik falan. Benden daha çelimsiz Tatar Ahmet’i alt ederdim hep ama bana göre daha iri yapılı olan Hanım Evladı Ahmet tuttuğu gibi yere indirirdi beni. Gelgelelim Kabak Ahmet’ten korkar kaçardı. Bunu anlayamazdım, daha çok da yediremezdim kendime, ‘Tatar’dan korkuyor, benden korkmuyor…’ diye yerdim kendi kendimi.
Muhtemelen yine beni yere yıktığı bir gün canıma tak etmiş olmalı ki, 'Hanım Evladı' durumundan da gaz alarak “Kabak Ahmet’ten korkuyorsun, ben onu deviriyorum, benden neden korkmuyorsun?” diye patladığımda:
O tarihi sözü etmişti: “Ama o kafa atıyor…”
İtiraz edecek halim yoktu, böylece her şey netleşmişti; Hanım Evladı beni devirmeye, Tatar Ahmet’ten korkmaya devam etti.
Tabii Tatar Ahmet de kabak kafasının hakkını vermeyi sürdürdü.
Bütün bunların diğer etkisi ise 'Hanım Evladı'nın yerini 'Ödlek'e bırakması oldu. Onca yaşanandan sonra 'Ödlek Ahmet' olarak anılmaması imkansızdı zaten.
Bilmiyorum o günleri nasıl hatırlıyor kendisi, bu satırları okuduğunda tepkisi ne olur? Benim için hiç unutulmayacak müthiş güzel günlerdi onlar. Büyük ihtimalle 'Ödlek Ahmet' için de böyledir, diğerleri için de… Öylesine trajik değilse de bizler 'Pal Sokağı'nın Çocukları'ydık.
Çocukluğumu çok sevişimin nedeni belki de kalanının sevimsizliğindedir.
"Neyse ne…" diyelim en iyisi.
Tabii o günlerde hiç birimiz farkında değildik “Kafa atarım bak” lafının ne müthiş bir geyik olarak yerleşeceğinin.
İşte budur ‘Kafa Atma’ hikayem.
Eyüp ŞEKER
17-19 Ağustos 2010
.