ANTREYE SU NASIL BOCA EDİLDİ
On gün önce çok tuhaf bir olayla karşılaştım.
Gece dışarı çıkmış saat dört civarında eve dönmüştüm. Hiçbir terslik yoktu. Tam bilemiyorum, yaklaşık bir saat kadar sonra çok sıkışıp kalktığımda karşılaştım su birikintileriyle. Antre suya batmıştı…
Üç dört metre uzaktaki minik gece lambasının zayıf ışığında parıldıyordu yerdeki öbek öbek su birikintileri. 'Eyvah su borusu patlamış, karoların arasından sızan su, birikintiler oluşturmuş' diye geçirdim aklımdan önce. 'Bir bu eksikti, şimdi kim uğraşacak bunun tamiriyle' diye içten içe söylenerek paspası almaya gittim.
Yalnız bir tuhaflık vardı yerlerde biriken sularda. İrili ufaklı damlalarla her boydan öbek öbek birikintilerin bir ucu mutfağa, diğeri daha uzak olan banyoya doğru uzanıyordu. Her boyutta su vardı, küçücük damlasından tepsi büyüklüğünde gölleşmişine kadar. Yalnız, birkaç karoya yayılmış çok büyükler dışındakilerin hepsi karoların ortasındaydı. Tuhaf bulmamın asıl sebebi buydu. Oysa yere su dökülecek olsa, daha çok, çukurda kalan karoların birleşme aralarına giderdi. Karoların ortasında irili ufaklı bir yığın damla çok tuhafı. Hele de bu sayısız birikintinin L şeklinde uzanması daha da tuhaftı.
Boru patlayıp su sızacak olsa yerin eğimine göre bir yerlerde birikirdi, L şeklinde uzanmak da neyin nesi oluyordu? Bu tuhaflık bir su kaçağı olamayacağını akıla getiriyordu. İnşaat zamanından hatırladığım kadarıyla bu L şeklinde yayılım, zeminden geçen su borularının tam üzerine denk geliyordu.
Şehir şebeke suyunun en basınçlı olduğu saatlerde ortaya çıkmıştı bu manzara ve su tesisatlarındaki patlama benzeri arızalar genellikle su tüketiminin en alt düzeye düşüp suyun basıncının en yükseğe çıktığı gecenin ilerleyen saatlerinde meydana geldiğinin farkındaydım gerçi ama 'Bu birikintilerde bir tuhaflık var…' diye düşünmeden edemiyordum. Hem akan sızan bir şeyler görmediğimden hem de 'Tuhaflık var…' kafama fazlasıyla yerleştiğinden ana vanayı kapatmaya gerek duymadım sanırım. Emin değilim, belki de sarhoş kafaya eklenen uyku sersemliği yüzünden gelmemiştir aklıma.
Artık neyse…
Tuhaflık meselesinde daha sonra haklı çıkacaktım.
İyi su çeken sünger paspasla birkaç seferde ancak temizleyebildim yerde biriken suyu.
Tahminen 2-3 bardak su birikmişti yerde. Tabii antredeki kilimin bir ucunun emdiği su bunun dışında. Epeyce ıslanan kilimin payına da bir bardak rahat düşerdi.
Yerleri sildim ve yattım. Ne sabah uyandıktan sonra ne de sonraki günlerde bir daha suyla karşılaşmadım. Yani su borusunda kaçak olmadığı kesin şekilde açıklığa kavuşmuştu. İyi de onca su nereden gelmişti?
Düşündükçe, sorunun yanıtının, birkaç unsurun bir araya gelmesinde yattığını fark ettim.
En önemli neden havadaki anormal miktarlara ulaşmış nemdi.
İkinci etken, o gece dışarı çıkmış olmamdı.
Üçüncü etken, evde olmadığım süre içinde hiç su kullanılmayışıydı.
Dördüncü etken, evin iki tarafında az sayıda pencerenin açık veya aralık olması yüzünden yeterince hava akımı olmayışıydı.
Sonuncu ve aslında en önemli etken ise, gece eve geldikten sonra sifonu çekip lavaboda elimi yüzümü yıkamamdı.
Bu etkenlerden birinin eksikliği muhtemelen antrede su birikme tuhaflığına engel olacaktı.
Eve geldiğimde hiçbir anormallikle karşılaşmamam getirdi aslında bu tuhaf olayın açıklamasını.
Olan şuydu: Aşırı nemli havada yerler dahil her yanı iyice ısınmış eve gelip suyu kullanınca aniden borulara giren soğuk su, nemli havadaki su zerreciklerinin yer karoları üzerinde yoğunlaşmasına ve bu tuhaf su birikintilerine sebep olmuştu.
O gece evde olsaydım bu olay gerçekleşmeyecekti sanırım. Çünkü en az 10 kez mutfağa su içmeye gidecek, bir o kadar da içtiklerimden kurtulmak için de banyonun yolunu tutacaktım. Bu da borulardaki suyun sık aralıklarla yenilenmesi ve betonla yer karolarının belli ısı aralığında kalmasına sebep olacaktı. Oysa eve girdikten sonra sifonu çekip musluğu açmamla birlikte soğuk su, borulara hücum edip birkaç santim üstündeki karoları aniden soğutmuş, buzdolabından çıkmış meşrubat şişesi gibi üzerinde damlacıklar oluşturmuştu. Damlacıklar birleşip küçük öbekleri, onlar da birleşip büyüklerini meydana getirmişti. Eve girdiğimde hiçbir tuhaflık yokken daha sonra uyandığımda antreyi suya batmış bulmam bu yüzdendi. O bir saatlik aralıkta olup bitmişti her şey.
Evdeki hava akımının azlığı da etki etmiş olabilir bu su yoğunlaşmasına. Eğer daha güçlü bir hava akımı olsaydı evin içinde, yerlerde bu kadar çok su birikemeyebilirdi. Her ihtimale karşı sonraki gece arka pencerelerin panjur aralarını daha fazla açıp, öndeki balkon kapılarından birini daha açtım. Pencere ve balkon kapısının açık olması, arkadaki panjur aralıklarının büyüklüğü yeterli hava akımını sağladığından aynı birikintiler tekrarlanmadı belki de. Daha doğrusu, ya birikintiye dönüşmeden buharlaştı, ya da sürekli kullanılmak yüzünden borulardaki su tazelenip durduğundan ani soğuma meydana gelmediği için hiç yoğunlaşamadı.
Zaten bugünlerde en çok konuşulan konulardan biri; nem öylesine fazla ki, bir keresinde dikkat ettim, akşam bardağa su doldururken mutfak tezgahına dökülen ve silmeye üşendiğim su sabah neredeyse hiç eksilmeksizin duruyordu. Buharlaşamıyor açıktaki su… Biraz daha artsa kulaç atıp yüzebileceğiz yani… Sahillere akın edemeyenler olarak dişimizi biraz daha sıkarsak evlerde yüzüp deniz keyfi yapabileceğiz. Az sonra yani…
Bu olay bana Fethiye'yi hatırlattı. İlçe merkezinin içlerinde esintinin pek uğramadığı bir pansiyonda kalıyorduk. Akşamdan yıkanıp asılmış bir iki parça incecik giyecek o kavurucu sıcağa rağmen sabah kalktığımızda sırılsıklamdı. Ancak güneş vurduktan sonra kurumuşlardı. Aşırı yoğunluktaki nem buharlaşmaya engel değilse bile yavaşlattığı malum.
Evde karşılaştığım bu olay tamamen havadaki nemin soğuk yüzey üzerinde yoğunlaşıp suya dönüşmesiyle ilgili. Bu olayın serin toprağa yapışık bodrum katlarda oturanların başına gelme ihtimalinin daha yüksek olduğunu sanıyorum. Bodrum kattaki kiracının dairesinde de sık sık tekrarlandığını düşündüğümden üşenmeyip gidip sordum ama pek bir sonuca varamadım.
Özellikle yazları, yer hep serin ve havada da nem çok olduğu sürece yerlerin ıslanması, insanlara sürekli bir su sızıntısı olduğunu düşündürebilir. Tabii eğer yazın çok sıcak günlerinde ortaya çıkarsa…
Bu kadar üstünkörü bakışla yargıya varmak doğru değil tabii ama ciddiye almamak mümkün değil bodrumlardaki yoğunlaşma yaklaşımını.
Evet, karşılaştığım tuhaf olay buydu. En az 2-3 bardak su toplanmıştı yerde. Birikintiler L şeklindeydi ve banyoya giden doğrultudaki daha kısaydı. O taraftaki kilimin ucu iyice ıslanmıştı, muhtemelen kilim emdiği için görünür birikintiler kısa kalmıştı.
Uzun yıllar önce Bilim Teknik Dergisi’nde okuduğum bir çeviri yazıyı hatırlattı bana karşılaştığım bu tuhaf olay.
Yanılmıyorsam ‘Salt Lake gölünün tıpasını kim çekti?’ydi yazının başlığı. İnsanları şaşkına çeviren bir olay meydana gelmiş ve gölün suyu aniden boşalıvermişti. Olayın yarattığı şaşkınlığı tahmin etmek zor değil. Araştırmalar sonrasında bulunan yanıt hayli ilgi çekiciydi. Uzun yılar işletilip epey zaman önce terk edilmiş tuz madenlerinin kollarından bazıları gölün altına kadar uzanıyormuş. Ve bir gün gölde sondaj çalışması başlatmış birileri. Şimdi anımsamıyorum, sanırım doğalgaz aramak içindi. Sondaj deliği tuz madeninin galerilerinden birine denk gelince gölün suyu madenin içine akmaya başlayarak boşalıvermiş. Yani tam anlamıyla gölün tıpası çıkartılmış.
Pek çok kişinin aklına hemen çok büyük bir yeraltı mağarası falan geliyorsa da aynı işi bir madenin de yapabileceği anlaşılmış sonuçta.
Salt Lake gölü olayında da pek çok etken bir araya gelmiş. Gölün altına dek uzanan tuz madeni galerileri, bunlardan birine denk gelen sondaj matkabı, tuzda açılan deliğin hızla büyümesi falan. Delici matkap daha öteden geçecek olsa muhtemelen gölün suyuna bir şey olmayacaktı. Veya sondaj sırasında bir şey olmayacak ama yavaş yavaş eriyen taban bir gün aniden galerilerden birinin üzerine çökecek ve yine ‘Salt Lake gölünün tıpasını kim çekti?’ sorusu kafaları kurcalamaya başlayacaktı.
Nem meselesiyle ilgili bunca laf edip de yaptığım buharlaşma deneyinden söz etmesem olmaz. Soğuyan havanın büzüşmesinin etkisinden, buzdolabında yumurta pişirmekten, sebze meyve kurutmaktan falan söz etmiştim daha önce. İşte yine aynı mesele...
Benim buzlukta 5-6 tane buz kabı var, ancak bunların sadece bir ikisi kullanılıyor, diğerleri öylece kalıyor. Birkaç ay duranların içinde buz muz, yani suyun zerresi kalmadığını görünce buzdolabında yumurta pişirme mevzuuna takıldım yine. Buz kaplarından ikisini doldurup plastik poşete yerleştirerek ağzını sıkıca bağladım.
Ve şu oldu; torbanın içine kar yağdı. Evet kar yağdı.
Su buharlaşıyor ama poşete sıkışıp gidecek yeri bulamadığından hemen oracıkta donuyor ve buz kaplarının üstünde tuhaf karımsı birikintiler oluşturuyor. Bildiğimiz kara benzemiyor, buzla kar arası kristalimsi kubbe kubbe öbekler.
Bilmiyorum dikkat edenler oluyor mu, marketten aldığımız dondurulmuş sebzelerin içinden buz tanecikleri çıkar bazen. Buzlukta uzun süre tuttuğumuzda da aynı şey olur. İşte burada da aynı olay gerçekleşiyor. Yeteri kadar uzun süre buzlukta tutulan dondurulmuş gıdaların bünyesindeki su emilip poşetin içindeki karları meydana getiriyor. Tabii bunun için en az 4-5 hafta falan geçmesi gerekiyor. Sırf bu nedenle buzlukta belli bir süreden fazla tutmayın deniyor sanırım. Çünkü belli bir süreden sonra o sebze meyvelerin saman gibi olup çıkması kaçınılmaz. Bunun diğer anlamı; marketten aldığımız dondurulmuş sebzenin içinden kar çıkmaması, paketleme tarihinin yeniliğini ve stokta beklemediğini gösterir.
Nemli günlerin bendeki izleri böyle.
Eyüp ŞEKER
07-16 Ağustos 2010
.