Ve dahi denilen başgüdücünün dahiliklerini seyrederken biraz soluklanalım en iyisi.
Takalım mutfak önlüğünü yine, ZDHÇ yemeklerine dalalım.
Bir süre önce ilk kez zeytinyağlı enginar yaptım. Hep çok daha karmaşık olduğunu düşünürdüm. Ne kadar basitmiş meğer dememin nedeni yine dondurulmuş mucizesinden kaynaklanıyor aslında. İşin ilginç yanı, kutunun üzerindeki iki satırlık tariften yapmamdı zeytinyağlı enginarı.
İnsan daha ne ister; alıyorsun 1 paket dondurulmuş enginarı, zeytinyağı, limon ve tuz eklemek dışında hiçbir şey yapmıyorsun. Ondan sonra geçiyorsun birilerinin karşısına aşçılık havaları atıyorsun. Ne kıyak iş…
Zeytinyağlı fasulyeyi zaten yıllardır dondurulmuştan yapıyordum.
Gıda dondurma yöntemi olmasaydı halim ne olurdu bilemiyorum. Satın almakla kalmıyor, ne bulsam buzluğa atıyorum.
Örneğin, Mihaliç, Kaşar, İzmir Tulumu gibi katı peynirler gayet güzel durabiliyor dondurucuda. Beyaz peynir ise katılığını yitirip ufalanıyor. Tadı değişmedi ya, ne olmuş ufalanıyorsa diyenlerdenseniz sorun kalmıyor.
Sakladığım bir diğer kahvaltılık ise sucuk. Bir kangal sucuğu bir oturuşta yiyecek halin yok, dolapta fazla durmuyor, ne etçen kalanını?
Birkaç gün üst üste sucuk yiyecek kadar kafayı yememişsen, tamamını doğrarsın, bir öğünlüğünü mideye indirirken, kalan iki öğünlüğü poşete koyup buzluğa atar, canın çekip sucuk keyfi yapmaya karar verdiğinde çıkartıp tavaya atarsın öğünlük kadarını. Böylece donmuş sucuğu doğrama sorunsalıyla karşılaşmak durumsalını yaşamaz, “Bu bozulacak, en iyisi mideye indireyim” diye dertlenmezken haftalarca saklayabilirsin.
Bu arada müthiş bir keşif yaptım sanırım:
Dondurucuda saklamak karalahanaları pek etkilemiyordu ama pazı yapraklarında müthiş sonuç veriyor.
Ne kadar üşensem de dayanamayıp pazı sarması yapmaya soyunmuştum yine, fakat iş güç yüzünden fırsat kalmadığını görünce “Sarma yapamazsam yemeğini yaparım” düşüncesiyle yıkayıp hazırlamış buzluğa kaldırmıştım yaprakları. Sonunda fırsat bulduğum gün yaprakları çıkartıp çözülmeleri için suya koyduğumda büyük ikramiyeyle karşılaştım; öyle yumuşamışlardı ki, kaynar sudan geçirmeye gerek kalmamıştı. Hatta çok daha iyi yumuşamışlar, parmak kalınlığındaki en sert damarlar bile kolayca ezilir hale gelmişti.
Bundan böyle ne yapacağımı biliyorum; pazı yapraklarını en az bir gün buzlukta tuttuktan sonra yapacağım sarmayı. Kısacası, kes temizle yıka, koy poşete at buzluğa. Çıkarttığında en yumuşak kumaş
bile yaklaşamaz yaprakların yanına.
Belki merak eden çıkar; barbunya fasulyeli pazı yemeğinde, bir bağ pazıya, bir kutu büyük boy (700 gr.dı yanılmıyorsam. Bu da 300 gr kadar kurusuna denktir herhalde) haşlanmış barbunya konservesi kullanıyorum.
Yıllardır kafamı kurcalardı. ‘Dı’ diyorum, zira sonunda yanıtını öğrendim:
Bütün barmenler rakı kadehini sola, suyu ise hep sağıma koyuyordu. Ben de her seferinde yerlerini değiştirip rakıyı sağa suyu sola alıyordum.
Geçenlerde, artık bundan vazgeçmeye, kadehlerin yerlerini değiştirmemeye karar verdiğimden söz ettim bir barmene sonunda. Çok şaşırdı… Hiç dikkat etmediğini söylerken iki boş kadehe uzanıp nasıl yaptığını anlatmaya başladı. Kadehleri önüne koyup sağ eliyle rakı şişesine uzanıyordu. Böylece sağdaki kadehe rakı konulmuş oluyor, ardında ikisini alıp müşteriye servis yapıyordu. Böylece onun sağı, benim solum haline geliyordu.
Yıllardan beri kafamı kurcalayan sorunun cevabını umudu kesmişken buluyordum, çoğunluğunun sağlak olduğu barmenler dünyasındaki son barmenden.
Konuyu noktalayan ise garson oldu: “Demek ki, solak bir barmen beklediğiniz şekilde verecek rakınızı”
Garson deyince aklıma geldi. Eğer servisi barmen değil de bir garson yaparsa rakılar beklediğim gibi gelecektir. Zira barmen, kadehleri garsonun tepsisinde rakıyı sola suyu sağa koyacak, garson ise müşterinin sağına rakıyı soluna suyu servis yapmış olacaktır. Tabii eğer tepsiyi çevirmezse.
Bu yüzden diyorum ki, kafayı boşaltmanın yolu lüzumsuz işlere kafa yormaktır.
Eyüp Şeker