LEAR JETİMİN HAYALİ BİLEM HAYAL OLDU




Hazır ileri demokrasinin nimetlerine “Du bakali…” çekme durumsalındayız, bari dalayım canım paracıklarım sorunsalına…

Soyulduk soyulmasına da, soyulmakla kalsak gene iyi… Caaanım emekli maaşlarını da iç etti haşmetli SGK ve de böylece Lear Jetimin hayalleri bilem uçtu gitti.

Israrla ben kullarına “Ölüsün sen ölü kal” demektedirler. Ne edeyim, gelmez elimden ölü kalmaktan gayrısı.

Yoksa yoksa yüce SGK’nin derin çarkları arasında tarumar mı edilmektedir benim “Hata ettiniz, verin benim caaanım paracıklarımı geri”  içerikli arzuhalim? Bu yoksa yoksa, ne olmaktadır ben cahil kullarının yaşama dair hallerine?

Dediler ‘Yaşar yaşamaz’ olmadığına dair kağıt eklenmiş arzuhali göndercen Ankara’ya. Denkledik yüce devletin kapı gibi ‘Yaşıyorsun’ yazılı kağıdını, iliştirdik arzuhale, yolladık Ankara’ya.

O arada baktık o ayki maaş yatmış, afiyetle ezmek için derhal çektik parayı. Dedik mesele yoktur, birikmişi iç etmişlerdir amma yatacaktır maaşlar. Nah yatacaktır… Yüce SGK, ben ‘Yaşar yaşamaz’ının yeni yıl hediyesini hazırlamaktaymış meğer, müjdeyi alacakmışım yeni yılda.

Yanicime çok beklermişim, ne para yatar, ne de yatacağına dair işaret gelir.

Vardır yüce SGK’nın bir bildiği deyip koyulduk beklemeye. Çat kapı, baktık mektup vardır resmi resmi. Açtık; ‘Yönetmelik değişmiş olup bundan böyle bu işlere İstanbul Unkapanı bakacaktır. Arzuhalinizi oraya havale ettik’ yazılı bir kağıda iliştirilmiş havale makbuzu.

Demek mesele yoktur, yürümektedir işler deyip geçtik bekleme durumsalına amma bir yandan da ufaktan ufağa kurt düşmeye başladı içime. Yoksa dedim, yüce SGK, karakol dümenini mi çekmektedir ve de o şubeden şu şubeye, oradan bilmem neredekine havale edilen dosya durumsalına mı muhatap kılmaktadır ben yurdum koyununu?

Olmaz olmaz denmeyeceğini bilmez misin demez miyim kendime!

Bilenler bilir, aslında hiçbir şey hiçbir yere gönderilmemektedir, sadece sen dolandırılmaktasındır oradan oraya ve dört beş yere gittikten sonra aklın başına gelir ve de kovalamaman gerektiği kafana dank eder ya, işte o durum.

Çarşı’dayken (Bu Çarşı Kapalıçarşı) başıma gelmişti böyle bir şey:

Aklıma gelmesi mümkün mü, ben dahil kimsenin ciddiye almadığı benim gibi bir saftiriği polisin dinleyeceği. Nasıl gelsin! Telefonumun iblis dediğim bir komşum tarafından dinlendiği şüphesiyle dilekçe vereyim dedim yüce devletime. Zaten ilk ve sondur bu durumsal.

Çok haklı gerekçelerim olmasa buna kalkışır mıyım hiç!

Bu iblis komşum arada bir çay içmeye gelir, telefon görüşmelerinde geçen, özellikle de karşıdakinin söylediği bir takım kelimeleri sokuştururdu laflarının arasında. Bende kafa mı kalır! Nasıl kalsın… Ne tanır o konuşmadakini, ne de yaşamına yakındır. O kelimeler ise ne birikimine ne de dünyasına uygundur, kabak gibi sırıtmaktadır ağzında. Ne oluyor, bu ne haltlar karıştırıyor alarmları vermem bundandı. Tutup savcılığa şikayet edeyim demiştim.

Aslında konuştuğum kişiler de konuşmalar da çok çok önemsiz, laf olsun laflarıydı. Mesele bunları nereden bilebileceği meselesiydi. Yıllar sonra işin içinde çok başka bir işler olduğunu öğrenecektim. Neyse, oralara girip mevzuu dağıtmayalım.

Üç beş hafta sonra dilekçem ne oldu diye uğrayıp bir sorayım dediğimde, karakol karakol dolaştırılma faslı başlatılmıştı. Sanırım dördüncüye gitmemiş, üçüncüde uyanmıştım, yanicime mesajı alıvermiştim…

Polisin ‘Karakol dolandırmalarıyla uyandırma servisi’ dümeni sayesinde mesajı ziyadesiyle almıştım almasına da, zaten karmakarışık olan kafam daha bi acayip karışmıştı.

Nasıl karışmasın? Nur topu gibi bir “Ben iblise ‘Du bakali…’ çekiyorum, polis neden bana ‘Karakol dolandırmalarıyla uyandırma servisi’ dümeni çeviriyor?” sorunsalım olmuştu.

Bilmem anlatabildim mi!

Biz dönelim “Caanım Lear jetimin paracıkları…” sorunsalına.

Farkında değilim, belki de hata düzeltilmiş, paralar yatmıştır hesaba. Son günlerde kontrol etmedim.

Zaten buradaki mesele “Gitti caanım paracıklarım...” meselesi değil, “Du bakali, seyredelim halleri...” durumsalında takılma halleridir.

Benim gibi binlerce emekli olduğunu öğrenince düşüncelerimi bankadakilerle paylaşayım dedim: “Banka neden engel olmuyor bu anlamsız ve gereksiz iş yüküne? Bilgisayar sistemi otomatik şekilde uyarır, bunun için birilerinin görevlendirilmesine bile gerek yok. Sıfır maliyetle azımsanmayacak bir yükten kurtulmak mümkün. Bunları üstlerinize aktarırsanız dikkate alabilirler.”

Sonuç mu? Bu anlamsız ve gereksiz iş yüküyle gayet mutlu mesut yaşanmaya devam ediliyor gibi görünüyor.

SGK’ya binen işlem yükü bankalarınkinden kat be kat fazlayken bu saçma yapının sürdürülmesi hepsinden beter değil midir? Kurumun bilgisayar sistemi çeşitli bilgilendirme araçlarını kullanarak “Bak yurdum emeklisi, duydum ki pintilik edip yatan maaşlarına dokunmuyormuşsun. Şu kadar gün/hafta daha ilişmezsen ‘kalk gidelim’ yapacağım, haberin olsun” diyebilir.

Geçtik sıfır maliyetli elektronik haber sistemlerini, bu uyarılar mektupla yapılsa bile o binlerce dosyanın getirdiği anlamsız iş yükü maliyetinin yanında hiç kalır. Özetle, başını kaşıyacak fırsatı olmayan kuruma sağlayacağı getiriler azımsanamaz sanırım…

Şurası çok açık ki, kirliliğe en iyi çare, kirletmemektir.


Eyüp Şeker