Üşüyor, acı çekiyor, kıvranıyordu...
Ara ara yumruk yaptığı ellerini uzun hırkasının ceplerine sokarken daha da büzüşüyor, omuzlarını yükseltip kollarını iyice bedenine yapıştırırken adeta kendi içine girmeye çalıştığı zannını uyandırıyordu. Ürkek ve tedirgin bakışlarla çevresine göz atarken ellerini hırkasından çıkarttığında, bakışlarındaki tedirginlik hızla akarak kollarına, peşi sıra da ellerine geçiyor, bir süre ne yapacağını bilemez şekilde sallıyor, bilinçsizce indirip kaldırıyordu. Titreyişine tanıklığa hazırladığınızda, büzüşürken yumruklaştırdığı ellerinin tekrar hırkasının ceplerinde kayboluşunu izliyordunuz. Bir an gözünden süzülen damlaları gördüğünüze inanır hale gelirken, bir an da öfkeyle kaldırdığı yumruğu kime savuracak tedirginliğiyle irkildiğinizi fark ediyordunuz.
Hüzünlü şarkıyı bitirdiğinde rahatladığını gösteren derin bir soluk verdiğine hiç düşünmeden yemin edebilirdiniz.
Gençliğinin beslediği tedirginlikleri, kalıcılaşacağı izlenimi veren naif tarzını iyiden iyiye büyütüyordu.
Söylemiyor, yaşıyordu...
Ve seyrediyordunuz…
Emin Fındıkoğlu ve öğrencilerini dinlerken kapılıp Kibritçi Kız’ı izlerken bulacaksınız kendinizi.
Ben izledim…
Ve diyorum ki, en iyisi gidin izleyin ve siz karar verin Kibritçi Kız’ın Kibritçi Kızlığına…