26.07.2011 18:44 / 18.08.2011 15:27 / 17:49 / 20.08.2011 18:23
Biz sıradan dünyalılara bilgisayarın uçsuz bucaksız everenini açan ilk büyücüler olmasaydı eğer, araştırma merkezleriyle büyük kurumların kullandığı aletler olarak kalmaları çok muhtemeldir.
Başını Wozniak’ın çektiği ilk bilgisayar büyücüleri ilk kişisel bilgisayar sayılan Altair 8800’le karşılaştıklarında, “Kullanabileceğimiz bir alete çevirebilir miyiz, bundan nasıl yararlanırız?” dediklerinde başlamıştı her şey ama ilk büyücülerin asıl yapılandırdıkları, bilgisayarın kendisinden de değerliydi belki de.
Evet, kişisel bilgisayarları biz sıradan dünyalılara armağan etmişlerdir ama bundan çok daha değerli bir armağanları vardı; yardımlaşma ve paylaşmaydı bu.
O günlerde “Ben şunu yaptım, sen onu nasıl çözdün. Geliştirdiğim yöntemle şu sonuçları aldım” alışverişleriyle günümüz kişisel bilgisayar evreni yapılandırıldı. Çoğumuzun bildiği ama dillendirmediği bu anlayış sayesinde bilgisayar kullanımı böylesine yaygınlaşıp basitleşmiş durumda. Herkes birbirinden öğrenerek kendisini geliştirmese, sadece firmaların teknik destek servislerinin eline kalsaydı bilgisayar kullanımı, belli çevrelerin ve büyük kurumların tekelinde kalırdı.
Beleş telefon etme hergeleliğinin bir araya getirdiği ilk büyücüler döneminde yapılanan yardımlaşma meselesinde ilk kıllığı yapan inbe Gates olmuş. Paylaşımlarla ufuklar genişletilirken inbe büyücü Gates, haklı gerekçelerle gibi gözükse de grup paylaşım ruhunu dinamitleyerek “Ben bu yazılımdan para kazanmaya çalışıyorum, kopyalanmasına izin veremem” şarlamasıyla ilk hırı çıkartıp kendi yolunu çizmeye koyuluyor. Adam olacak çocuk şeyinden belli olur durumu yani.
O günlerde kendiliğinden yapılanan bu yardımlaşma anlayışına çok şey borçlu olduğumuzun pek farkında değiliz.
Bunca gelişmişliğine rağmen günümüz bilgisayarlarını kullanmak halen çok güç ve karmaşıktır. Kullanım sorunlarını çözmek teknik destek birimleriyle sınırlı kalsaydı kimse doğru dürüst bilgisayar kullanamıyor olurdu. Çözümler büyük oranda kişisel yardımlaşmalar sayesinde gerçekleşiyor. Ancak son nesil telefon ve tabletlerin kullanımında teknik desteğe pek gereksinim duyulmuyor. Bilgisayarlar ise olanca karmaşıklığı ve içinden çıkılmazlığıyla karşımızda durmaktalar halen. Yeni bir yazılım veya donanım aldığınızda bir başınıza üstesinden gelemiyorsunuz öyle kolayca. Ayarları halletmek, neyin nasıl olacağını anlamak pek mümkün değildir. Bu yüzden hemen bir arkadaş, bildiğini düşündüğünüz tanıdık aranır çözüm için, ya da internetten bilgi edinilmeye çalışılır. Bunlar işe yaramadığında ise teknik desteğe başvurulur.
Uzun yıllardır ‘Tak kullan’ diye pazarlanan donanımların küçük bir kısmı ancak kastedildikleri şekilde kullanılabiliyor. Onlar da fare klavye gibi nispeten basit donanımlar. Gerçi bunlarda da halen daha en son sürücüyü edinmemekten kaynaklanan sorunlar yaşanmıyor değil. Özetle, bilgisayarın karmaşık dünyasında ‘Tak kullan’ sıkı bir palavra gibi durmakta haalaa.
‘Bulut’ sistemi yapılandırıldıkça bu teknik sorunlar geride kacak gibi gözüküyor. Ancak o zaman yeni bir bilgisayar aldığımızda, ‘Bulut’ üzerindeki otomatik yapılandırma ayarları sayesinde bilgisayarımız kullanıma hazır hale gelecek ve yine oradaki yazılımları uğraşmadan, didinmeden kullanmaya başlayabileceğiz sanırım. Yalnızca kişisel tanımlamaları yapacağız ve yazılım yükü çok azaldığından performansı yükselen bilgisayarımızı kullanmaya başlayacağız.
Bilgisayar kullanırken sıklıkla kapıldığım bir izlenim var; yazılımcılar basit ve pratik çözümler için çaba harcamayı unutarak hep daha marifetli şeyler geliştirmeye çalışıyorlar. Bunun sonucu da içinden kolay çıkılmaz programlar oluyor.
Aslında, süregelen bu hatalı yapının barındırdığı yanlışlıklara rağmen işlemesinin en büyük sebebi, bilgisayar dünyasına yerleşmiş kullanıcı yardımlaşması sistemidir. İnsanların tek başlarına bilgisayar kullanmaları neredeyse imkansız gibi şu anda. Çünkü kullanım kolaylığı ve pratikliği hiç akıla getirilmeden yazılıyor hemen hemen bütün programlar, üretiliyor bütün donanımlar. Zaten işlerliği ayakta tutan ana unsur, teknik destek servislerinden ziyade yerleşmiş olan yardımlaşma sistemi. Herkes birilerine sorup öğreniyor, birbirlerinin deneyimlerinden yararlanıyor. Ve bence, eğer kullanıcı dostu pratik çözümlere kafa patlatılmazsa, hem üreticiler hem de kullanıcılar çok yorulup çok hırpalanmaya devam edeceklerdir.
Evet, herkes ister satın aldığı cihazın marifetlerinin sonsuz olmasını ama kullanmaya kalktığında içinden çıkamazsa, o marifetleri bir kenara atıp “Canı cehenneme” diyecektir.
Bilgisayarla tanışıklığımın başladığı yıllara dönmem gerekiyor:
Machintosh için paraya kıyamayınca gidip aldığım Atari 520’nin illet halleri yüzündendi sanırım sıkça Apple konusunu açmam. Bir gün yine yakındığım yazılımcı çocuk “Steve Jobs’un ön plana çıktığına bakma, asıl bilgisayar daahisi Steve Wozniak’tır” dediğinde Steve’ler hakkında en küçük bilgim ve fikrim yoktu aslında. Sonraki yıllarda neyi kast ettiğini anlayacaktım.
Machintosh muhteşemdi, aklımı alması boşuna değildi. 3 parçadan ibaretti; monitör, klavye ve fare. Disket sürücü, anakart, adaptör, dünya sevimlisi monitörün altına yerleştirilmişti. Benim Atari 520’de ise, işlemciler yani anakart monitöre değil klavyenin altına yerleştirilirken, disket sürücü kabloyla bağlanan harici ayrı bir ünitedeydi. Bununla bitse yine iyi, adaptörler de ayrı parça halindeydi. Bunun nedenini çok geçmeden öğrenecektim; adaptör monitörün yakınına konulduğunda ekrandaki görüntü titrediğinden mümkün olduğunca uzak tutulması gerekiyordu.
Şekilde görüldüğü gibi, bol parçayla, bol kabloyla ve kıllıklarla cebelleştikçe aklımın Macintosh’a gitmesi çok doğaldı.
İlk hekırlar kabul edilen ve bilgisayarı biz sıradan dünyalıların kullanımına açarken kişisel bilgisayar kavramını getiren bir grup üniversiteli, ilk kişisel bilgisayar kabul edilen Altair 8800’le tanıştıklarında, “Biz bu aletten nasıl yararlanırız, hangi işlerde kullanırız, bununla neler yaparız?” diye kafa patlatmaya başlayıp kendi bilgisayarlarını tasarlamaya koyuldular. Aslında bilgisayarın ne işlerine yarayacağına dair hiçbir fikirleri yoktu. İşe yarayacağına inanıyor ama neler yapabileceklerini bilmiyorlardı. Aralarında Atari’nin büyücüsünün de olduğu bu büyücüler grubundan en öne çıkan ise ilk Apple bilgisayarı tasarlayıp yapan Steve Wozniak oluyor. İki iyi arkadaş olan Steve’lerden Jobs, “Ben bu aleti satarım” deyip harekete geçtikten kısa süre sonra Wozniak’ı arayıp “2 tane sattım…” müjdesini verdiğinde Apple doğmuş oluyor.
Kuşkusuz, bilgisayar büyücüsü Wozniak’a kalsaydı ve işin mühendislik kısmından çakmayan büyücü Jobs’un eşsiz görüşleriyle pazarlama yetenekleri olmasaydı, büyük olasılıkla Apple doğmayacaktı. Bilgisayardan pek anlamayan Jobs’un büyücülüğü, Apple’ı ve eşsiz ürünlerini sunup durmaktadır o gün bugündür.
Bir grup büyücünün yaşamımıza armağan ettiği yardımlaşma ve paylaşım ruhu, para kazanma kaygısı yüzünden daha başında kurucularınca terk edilse de, biz sıradan dünyalılara güzel bir miras olarak kalmıştır.
Eğer bugün birazcık bilgisayar kullanmanın ardından her birimiz ‘Bilgisayar piri’ havalarıyla kasılarak ortalıkta dolanabiliyorsak, bunu o bir grup üniversiteli büyücüye borçlu olduğumuzu da unutmamamız gerekiyor.
Ve sanki, bilgisayarın kendisinden daha değerli bir armağan ‘paylaşım’.
Eyüp Şeker
NOT: Windows Media Player’a rahmet okuturcasına “Aman aman, sistemden ırak…” dedirten ‘Quick Time Player’ denen illet oynatıcıyı kendilerine nasıl yakıştırıyor Apple’dakiler çok merak ediyorum.