BAYTLARI YOK EDEN BİLGİSAYARLARDAN HESAP SORULMALIDIR
CD yazıcıyla yeni tanışmaya başladığım günlerde kullandığım CD'lerde bir hastalık peydahlanmıştı. Koca 700 megabaytlık CD'ye 15-20 Mb veri kopyalıyorum doluyor, imkanı yok başka kopyaya izin vermiyor, 680 küsur Mb boş kalıyor.
Bir türlü aklım almıyordu ne olduğunu. Çok komik sayılacak bir miktarla kocaman CD doluyordu.
Bu ne iştir bir türlü anlamıyor, saç baş yoluyordum.
Herhalde CD'ler kalitesiz, bozuluyor, fazla veri veya kayıt işlemi kabul etmiyorlar falan diyordum ama bu gerekçeme de pek aklım yatmıyordu. Çünkü 600-700 Mb'lık bir veriyi, örneğin bir filmi yedeklediğimde sorunsuzca kopyalanıyordu. Veya birer kez yazdırmak koşuluyla bütün CD'yi dolduracak kadar çok sayıda dosyayı yazdırabiliyordum.
Yazılarımı, notlarımı yedeklediğim CD'ler ise bir süre sonra yeni kayıt kabul etmez hale geliyorlardı. İşte söz konusu hastalık bu tür CD'lerde hüküm sürüyordu. Her taraf, en fazla 30-40 Mb kayıt yapılmış CD'lerle dolmuştu.
Bakıp kontrol ettiğimde "Kullanılan alan 38 Mb, Boş alan 0 Mb" anlamındaki mesajları görünce, "Ne oldu 662 Mb'ta, nereye uçtu onca boş yer? Kullanılan alan doğrudur, anca o kadardır koydettiklerim. Peki, boş alan neden 0 Mb gözüküyor?" diye saç baş yoluyorum.
Aslında tam bir kafayı yeme durumu.
Azıcık bir şeyler kaydetmişsin 700 Mb'lık CD dolmuş.
CD'lere musallat olan hastalık öyle böyle değil, akıl almaz acayip bir hastalıktı.
Ve ben bilgisayardan çakmamakta direteninin jetonu kolay düşmeyecekti.
Başımın belası bilgisayara soruyorum:
"Göster bakayım CD'de ne var ne yok olduğunu?"
"Başım üstüne" deyip derhal harekete geçiyor Windows:
"Kullanılan 38 Mb, boş alan 0 Mb" diyor.
"Ülen Windows, manyak mısın, bu CD'nin kapasitesi 700 Mb değil mi, ne yaptın benim 662 Mb'ımı, hesap ver bakiiim…" diye şarlasam da bir işe yaramıyor, aval aval bakıp burnundan kıl aldırmaz tavırlarla ve de diklenerek, "Kör müsün, raporluyoruz işte" :
"Kullanılan alan 38 Mb, boş alan 0 Mb" diye dayatır durur Windows.
"Ne yaptın 662 Mb'ı bakiiim" diye sual edecek olsam çıtı çıkmaz ama kafamı çevirdiğim anda duyarım "Buuuyııııııııır…" çektiğini.
Klavyeyi mi tepesine geçireyim, yoksa gidip iri bir balyoz mu bulayım kararsızlığıyla oturur kalırım.
Kaçınılmaz şekilde takarsın kafaya megabaytlarının nereye uçtuğunu, dolarsın diline "Şeytan aldı götürdü…"yü. Bilgisayara pis pis bakar, arada bir narayı patlatarak "Bak kafa atarım, çabuk söyle baytları ne yaptığını?" diye üzerine çökmek istersin.
Beş altı yıl önce en önemli sorunsallarımdan biri buydu işte:
"Nereye uçtu benim güzelim megabaytlarım?"
Bütün bunları neden mi anlatıyorum? Üç satır bir şeyler yazsam, 50 yerini düzeltir, 390 kere ilave yapar, 115 kere noktalamaları ekler ya da silerim.
Ne olmuş yani, ne var bunda demeyin!
Herkes gibi yazdıklarımı yedekliyorum. Eski dönemde 360-720 Kilobaytlık, 1.44 Megabaytlık disketlerdi sıradan kullanıcılar için yegaane yedekleme aracı. CD yazıcılar dünyamıza girdiğinden beri disketlere kıyasla uçsuz bucaksız gibi duran bir depolama aracına kavuşmuş olduğumuzdan, ben de yedekleme için CD kullanmaya başladım.
Gerçi artık CD'lere burun kıvırmaya sebep olacak kadar çok kayıt seçeneği söz konusu… Ah ah, zamanında neler çektik biz di mi mirim… Neyse artık, ağıt yakmanın sırası değil.
Her değişiklikten sonra CD'ye de kopyalıyorum ki, bilgisayarın başına bir şey gelirse orada bulabileyim yazdıklarımı. Üç satır bir şeyler karalasam, daha sonra 750 kere değişiklik yaptığımdan ve de sağlama bağlama işini hiç aksatmadığımdan, her değişiklikten sonra muhakkak CD'ye kopyalıyorum. Zaten yapacak daha iyi bir işim yok, kendime uğraş yaratıyorum böylece. Elli kere değişiklik yapmak demek, o üç satırlık yazı elli kere CD'ye kopyalanıyor demektir. O üç satır 10 Kb'lık bir yazıysa, CD'de oluyor 500 Kb. Ama ben uyanamıyorum bir türlü mevzuya.
İşte zurna da burada fena halde zırt diyormuş. Benim CD'lere musallat olan hastalığın kaynağı meğer burasıymış. Sonunda aklım başıma geldi…
Manyetik bantlı 360-720-1.44'lük disket döneminde bir dosya tekrar kaydedildiğinde eski dosyanın üzerine yazılıyordu. Tıpkı sabit disklerde olduğu gibi… Oysa CD'de bu durum geçerli değil. Hesapta eskisinin üzerine yazılıyor ama aslında aynı dosya boş alana yazılıyor, yani ilave ediliyor. Böyle olmak zorunda, çünkü eskisini silmesi imkaansız. Ukala dümbeleği Windows'a sorsan eski dosyanın üzerine yazıyor.
Nah yazıyor…
Sıkı mı yazabilsin…
Ukala Windows sabit disk veya flopy muamelesi çekiyor CD'lere de.
Adama, pardon Windows'a "Sabit disk mi sandın, nereye üstüne yazıyorsun? Hadi bakiiiim anca gidersin" demezler mi sonra..! Derler… Derler de Windows aldırır mı? Uyuz ne oleceeek…
Windows "Eski dosyanın üzerine mi yazayım, yoksa farklı isimle mi kaydetmek istersiniz?" diye sorduğunda "Üzerine kaydet"i seçtiğinizde sanıyorsunuz ki CD'deki eski dosyanın üzerine yazacak. Öyle diyor ama aslında üstüne yazmıyor. Çünkü yazamaz, çünkü imkaansız…
Windows'a "Üzerine yaz" diyorsun, "Başım üstüne" deyip yazmaya girişiyor ama eskisini saklayıp yenisini eklediğini açık etmiyor, bilgisayardan çakmamakta direten ben saftiriğini uyandırmıyor.
"Ülen Windows adisi niye söylemiyosun, inbelik yapıp niye açık etmiyosun mevzuyu? Sen bu dosyayı gidip başka yere yazmadın mı? Öt bakiiimm…" diye tepinmenin yararı yoktur. Zira Windows ukala mı ukaladır.
“Sen kaydettiğin dosyayı bir tane sanıyorsun ama aslında bir değil, kaç kere kaydetmişsen o sayıda aynı isimli dosya var. Seni kandırıyorum. Tamamen mecburiyetten tabii, eskisini silemeyince başka yere yazıyor, bu sebepten kısa sürede CD'nin dolduğunu da söylemiyorum...” dese, çıtımı çıkartırsam şuradan şuraya gitmek nasip olmasın. Demiyor ukala dümbeleği inbe Windows.
"Ülen kandırıkçı Windows, bu sabit disk değil, disket değil, CD bu CD, niye açık etmiyorsun mevzuuyu, niye uyandırmıyorsun ben bilgisayardan çakmazını, CD'de durumun farklı olduğunu neden söylemiyorsun? Megabaytları, gigabaytları yutmak zorundayım, çünkü eskisini silmem mümkün değil, çünkü bunları tek yazımlık üretti mühendisler, benim suçum değil desene. Niye demiyorsun?"
Demez, çünkü ben bilgisayardan çakmamakta diretenine kafayı yedirtecek, "Nerede benim baytlarım, hüüngüüür, kim çaldı baytlarımı, hüüngüüür " halleriyle telef oluşumu seyredecek.
Onun için diyorum ki:
"Dünyanın bütün megabayt kaybedenleri birleşin, kaybedecek megabaytlarınızdan başka şeyiniz yoktur"
Neyse, mevzudan kopmayalım.
Günler ve günler sonra benim jeton langadank diye düşmüştü ama jetonun gerisin geri çıkması için çok beklemeyecektim. Meğer kader ağlarını örmeye devam ediyormuş.
Evet, düşmek bilmez jeton düşmüştü düşmesine amma ve de lakin çilesiz kalmaz başımı bekleyen yeni çileler yolumu gözlemekteymiş.
Ne kadar çakmamakta diretsem de çakmıştım meseleyi; CD'ler tek kayıtlık olduklarından eski kayıt silinemez, yenisi ancak eklenebilirdi. Ve Windows adisi de sır olmayan bu sırrı açık etmez, kendine saklarmış.
Vay be bütün mevzuu bundan ibaretmiş, hastalık saydığım şey meğer buymuş demeye kalmadı, aynı "Bayt telefatı hastalığı" silinip yazılabilir CD'lerde de ortaya çıkmasın mı? Al başına belayı bir daha.
"Ülen neler oluyor, biz bu meseleyi halletmemiş miydik, konu kapanmamış mıydı? O zaman silinip yazılabilen CD'lerdeki bu bayt kayıpları nereden çıktı? Neden bunlarda da hortladı 'Baytlarımı şeytan aldı götürdü' sorunsalı? Üzerine yaz dediğimizde eskisi silinip yenisi yazılmıyor mu? Bu ne biçim yeniden yazılabilir CD'dir?" demelerle yeniden kafa yeme moduna giriverdim.
"Ülen Windows hasta etme adamı, çabuk çıkart çaldığın baytları! Yemem bende değil ayaklarını, burası senden soruluyor. Çabuk söyle ne yaptın koca koca megabaytları? Hesap ver bakiiiim? Hiç boşuna mırın kırın etme, tek yazımlık CD'yi anladık, silinip yazılabilen CD'lerdeki baytlara ne oluyor sen onu söyle" içerikli fırçaları ne kadar atarsan at, aval aval bakar gıcık Windows.
Uyanmıştık, tek yazımlık CD'lerde yapılmış kayıt değiştirilemez. Ne yazılmışsa o kalır. Üzerine yazabilmesi için eski kaydı silmesi gerek, fiziken mümkün olmadığından gerçekleşemiyor. Durumu açık etmeyen Windows bilgisayarın mantığı doğrultusunda işlem yapıyor ve de silip yazdığını zannettiriyor. Tabii bu arada dosyanın kapladığı alan her seferinde dosyanın son boyutu kadar büyüyor. Kısacası üzerine yazmıyor, yanına ilave ediyor… Dosyanın kapladığı alan büyüse de Windows bu dosyayı son halindeki boyutuyla raporluyor. Doğru olan da bu ama sürekli kaybolmakta olan alanı raporlamıyor. Çünkü dosyanın asıl boyutunu göstermek zorunda, kayıt ortamından kaynaklanan nedenlerle dosyanın kapladığı alanı değil.
Windows burada zırt demeyip kayıp alanı da raporlasa ben bunca lafı etme fırsatını bulamayacaktım. Tabii yıllar önce de saç baş yolmayacaktım.
Ukala şey "Kullanılan alan şu kadar, boş alan bu kadar, tekrar kayıtlar yüzünden telef olan alan aha bu kadar" dese akan sular duracak. Demiyor namıssız…
Disketlerden kalan alışkanlıkla yeni kaydın eskisinin üzerine yazıldığını zannediyor insan. Oysa yazılmıyor… Bu yanılgıyı, Windows'un "Üzerine mi yazılsın yoksa farklı isimle mi kaydetmek istersin?" içerikli mesajı büyütüyor.
Bir kez kayıt kabul eden CD'nin yapısından kaynaklanan bir sorun diye düşünmek de doğru değil. Çünkü tekrar yazılabilen CD'lerde de aynı durum geçerli. Onlarda da eskisinin üzerine değil, farklı bir dosya gibi başka alana yazılıyor aynı dosya.
Tekrar yazılabilen CD'ler de tıpkı tek kez yazılabilen normal CD'lerle aynı şekilde Windos'un raporlamadığı/bildirmediği şekilde doluyorlar. Büyük ihtimalle, yazılabilen CD'ler ilk tasarlandığında kullanılan bu mantık, daha sonra çıkan tekrar tekrar silinip yazılabilen CD'lerde değiştirilmemiş, öylece bırakılmış. Sonuçta yazılabilen CD'lerden farkı kalmamış silinip yazılabilenlerin de. Özetle, bir kez kayıt yapılabilen CD'ler için hiçbir anlam ifade etmeyen bir işlem, silinip tekrar yazılabilen CD'lerde göz ardı edilmiş. Her iki tür CD için de farklı dosyaları ilave etmek sorun değildi, sorun aynı isimli dosya birçok kez kaydedildiğinde ortaya çıkıyordu ve bu bakımdan aralarında hiç fark yoktu. Duruma bakılırsa, silinip yazılabilenler için yazılıma CD'yi komple silebilme ve istenen dosyaları tek tek silme komutu konulmuş ama kopya işlemi sırasında eski dosyayı silme komutu unutulmuş. İşte zurna da burada fena halde zırt diyor.
Bu yüzden yeniden yazılabilen CD'leri arada bir silip yeniden sürekli kayıtlar için kullandım bir ara. Dolmaya yakın CD'deki tüm içeriği bilgisayara aktardıktan sonra CD'yi siliyor, ardından bilgisayara aktarmış olduğum dosyaları tekrar kopyalıyordum. CD'deki boş alanı büyük tutmanın yolunu böyle bulmuştum. Bunun sakıncalı tarafı ise, silme-kopyalama işlemi sınırlı olan CD'nin daha kısa sürede kullanılmaz hale gelmesiydi.
Yeniden yazılabilir CD'lerdeki alan kaybı meselesinde asıl yanlışlık Windows'tan kaynaklanıyor. Çünkü bu durumu görüp raporlamıyor. Kullanıcıyı uyarabilir, kullanılan gerçek alanı bildirebilir "Siz 100 Mb kayıt yapıyorsunuz ama üst üste yedi kez kayıt yaptığınızdan CD'de 700 Mb alanı doldurdunuz. Bu yüzden yer kalmadı mesajı veriyorum" demesi gerekirdi Windows ama demiyor.
Üzerine yaz seçildiğinde Windows eskisini silip yeni dosyayı kaydeder. Sabit diskten, disketten böyle biliriz, hiç aklımıza gelmez CD'de silmek diye bir şeyin olamayacağı, "Üzerine yazıyorum" dese de yazamayacağı.
Diyelim, 38 Mb'lık yazımız var, yaptığımız değişikliklerden sonra 38.2 Mb olmuş; sabit diske, diskete veya flash belleğe kaydedersek tutacağı alan 38.2 Mb, CD ye kaydettiğimizde ise 38.2 Mb gözükmesine rağmen 76.2 Mb oluyor.
CD'de 38+38.2=76.2 Mb alan kaplayan yazının daha sonra bazı yerlerini sildik ve 37.3 Mb'a indirip kaydettik diyelim. Dosya diğer kayıt ortamlarında 37.5 Mb, CD'de ise 113.7 Mb alan kaplayacaktır.
Dosyanın kapladığı alan her kayıtın ardından son kaydedilen kadar büyümesi kaçınılmazdır.
Ne var bunda, ne şaşırıyorsun, gayet normal desek de, şartlanmışlıklar, alışkanlıklar yüzünden, CD'nin yapısı gereği aslında üzerine yazılmadığı ve sürekli ilave edildiği hiç aklına gelmiyor insanın. En azından ben bilgisayardan çakmayanının uzun süre gelmedi…
Topu topu 40-50 Mb veri var zannedilmesine rağmen koca 700 Mb'lık CD'nin veya 4.6 Gigabaytlık DVD'nin dolmasına uyanmak kolay değildir. En azından ben bilgisayardan çakmayanı uyanmaz…
Hadi buradaki meseleyi çaktık ve de CD'lere musallat olmuş hastalığın sebebine uyandık diyelim, silinip yeniden yazılabilir CD'lerde de aynı kayıpla karşılaşırsak ne düşüneceğiz? Tıpkı sabit diskte olduğu gibi eski kaydı silip yenisini yazması gerekirken silmeyip yeni dosyayı eklemesi durumunda ne yapacağız?
"Ukala Windows çabuk çıkart geri ver megabaytlarımı" diyeceğiz.
Demesine diyeceğiz de çok umurunda olacaktı sanki.
Pis Windows ne olceeeek, boz…
Eğer CD yazıcıların yazılımıyla ilgisi yoksa Windows'un "Bana ne şarlıyorsun, git yeniden yazılabilir CD'yi tasarlayanlara anlat derdini, yazılımı geliştirenlere çat" diye dayılanacaktır.
"Bana ne ya, ben ne anlarım donanımsal-yazılımsal araştırma-geliştirme faaliyetlerinden, ben gariban bir kullanıcıyım, gidin birbirinizle hesaplaşın ve de gerin verin baytlarımı" derim, derken de acayip horozlanırım. Tamam mı!
Aslında hiçbirine bir şey demeye hakkım yok: Nerden bilsinler üç satırlık metni seksen kere değiştirip her değişiklikten sonra CD'ye kopyalayan ben işgüzarını! Kırk yıl düşünseler akıllarına gelmez beş satırlık şeyin 983 kere kaydedilebileceği.
Bırakın Megabaytlık dosyaları, zırt pırt değiştirilen 50-100 Kilobaytlık yazıların her seferinde kaydedilmesiyle bir CD'nin ne kadar kısa sürede dolduğunu görseniz şaşırırsınız.
Ben saç baş yolmayayım da kim yolsun!
Yıllar önceydi, biri "Disketlerin kapasitesi neden yükseltilmiyor? 1.44'ten daha büyük disket çıkmadı, uzun zamandır bunlar kullanılıyor, niye yapmıyorlar?" diye sormuştu.
Çünkü yazılabilen CD'ler geliştiriliyordu. Çıktığı andan itibaren CD kullanımı almış başını gitmişti. Oysa disket cephesinde ise tık yoktu. Yoldaydı yazılabilen CD'ler.
Sonunda gelmişler ve de ben işgüzarına tebelleş olmuşlardı.
Artık uyanmış durumdayım ya, birkaç yıldır dosyayı her seferinde değil, artık değiştirmeyeceğime kesin karar verdikten sonra CD'ye kaydetme kararını uyguluyorum. Bu kesin tavra rağmen en az iki üç kez daha kaydetmeden edemediğimi belirtmeme gerek yok sanırım.
Diğer dikkat çekici durum ise; artık kayıt kabul etmeyen bu CD'lerin büyük kısmının aynı zamanda okunamaz hale de gelmesi. Yazmayı geçtik, daha önce yazılan verileri bile göremiyor, hiç birine erişemiyorum. Anımsayabildiğim kadarıyla, arada derede bir boş alan görüp "O kadarcık yer var galiba… Sığar…" diyerek zorlamam sonucunda bu durum ortaya çıktı.
Nerede bu yetkililer, uyuyor mu bu yazılımcılar, kayıp bayt sorunsalına neden çare bulmuyorlar, neden tekrar okunur hale getirmiyorlar benim güzel CD'lerimi?
Onun için diyorum ki:
"Dünyanın bütün megabayt kaybedenleri birleşin, kaybolmuş megabaytlarınızı geri getirmekten başka çareniz yoktur"
Tavuklu pilavı nasıl yaptığımı yazmaya karar vermiştim. Başlığı attım, tek kelime yazamadan gidip gidip önceki yazıda 362 kere değişiklik yapınca bu yazıyı yazmak kaçınılmaz hale geldi. Bunca lafı bu yüzden ettim işte.
Böyle titizleniyorum, yanlışlarımı düzeltmeye çalışıyorum da neye yarıyor sanki?
Okunduğumun kanıtıyla ilk kez karşılaştım internette geçen gün. Biri tarafından okunmuşum ve de bir yazıma link verilmiş.
Kim nerede nasıl link vermiş sayfama diye koşturdum hemen.
Meğer kader ağlarını örmekte, yanlışımı yüzüme fena halde vurmaya hazırlanmaktaymış.
Bir inç 2.57 santimetredir demekteymişim meğer. Birkaç gün öncesine kadar farkında değildim böyle dediğimin… Bir inç 2.54 değil 2.57 santimetreymiş meğer. Sayemde, yani şahsımdan öğrendim ben de... Nereden çıktı 2.57 cm deyip baktığımda farkına varmış oldum.
Önceki yazılarımdan birinde 1 inç 2.57 cm diye yazmışım. Büyük ihtimalle, hata yapmış olabileceğimi hiç aklına getirmeyen biri tutup bir forumda, bir inç’in 2.57 cm olduğunu iddia etmiş, dayanak olarak da benim yazıyı göstermiş.
Böylece yazılarımı okuyan biri olduğuna dair kanıt bulurken, ilk kez sayfama link verildiğini de öğrenmiş oldum.
Kasılmadan kasılma beğenerek "Vay be, demek beni okuyan varmış. Bir tane mir tane ama olsun, okur okurdur ve de velinimettir" gazıyla "Heeyt üleen, okur sahibi olmuşum" narasını patlatacağım da, patlatamıyorum.
Çünkü bir inç 2.57 cm dediğimden dolayı okunmuşum meğer.
Kahpe felek, kimine kavun karpuz, kimine yamru yumrukluk…
Neyse.
Mesele doğru bilip bilmemem de değil aslında. Yanlış bilebilirim ve bu benim için şaşılacak bir durum değil kesinlikle. Diğer taraftan, doğru düşünüp yanlış dillendirmek gibi bir huyum da var. Ama adım gibi eminim ki 4 yerine hemen üstündeki 7’ye basmışım. Bundan en küçük kuşkum yok…
Aslında kimse de aldırmamıştır bu yanlışlığa.
Yazımı referans gösteren kişi elinin altında sayısız kaynak varken, inçin değeriyle/birimiyle hiç ilgisi olmayan öylesine verilmiş bir örneğe bakarak bir inç 2.57 cm'dir dememesi gerektiğini akıl etmeliydi.
Etmemiş, edememiş…
Neyse.
Gördünüz işte, 80 kere düzeltip, 560 defa değişiklik yapmam hiçbir şey değiştirmiyor. Yurdum milletinin kafasına yine yalan yanlış fikriyatlar sokuyorum.
"Yaşasın bir okuyucum varmış" sevinçleri yaşayıp kıvanç dolu olmam gerekirken, "Hatasız kul olmaz" derinliklerinde takılmaya mahkum oldum.
Tavuklu pilav tarifi verecek, şöyle lezzetli, böyle güzel, parmaklarınızı geçtik elinizi kolunuzu bile yersiniz diyerek kendime methiyeler düzme fırsatları yaratacağım derken CD sorunsalı üzerine 80 çuval laf ettim.
Gelelim asıl meseleye, yani pilava.
Pilav işte, ne olacak…
Pilav yapmak öyle önemli bir şey değil. Bakmayın siz "Aşçının iyisi pilav yapmasından bellidir" bilgiçlikleriyle gözünüzü korkutmaya çalışanlara.
Az biraz tuz eklediğiniz ılık suda pirinçleri yarım saatten az olmayacak kadar bekletirsiniz.
Bir kaşık arpa şehriyeyi bir kaşık tereyağında kahverengileşmeye başlayıncaya kadar kavurursunuz. Ardından suyunu süzdüğünüz pirinçleri ekler kavurma işine devam edersiniz.
Pirinçlerin ıslaklığı kaybolmaya yüz tutup taneler belirgin hale gelmeye başladığında kavurma işlemi tamam demektir. Üstte belirinceye kadar su koyarsınız tencereye.
İşlem tamamdır. Bir saniye, bir saniye, tuzu unutmayalım...
Kısık ateşte pişmeye bırakır, pişme işleminin sonuna doğru tencerenin kapağını biraz aralarız. Bunun zamanına karar vermek o kadar da önemli değildir, pirinçler ıslaklığını yitirip belirgin taneler haline gelmeye başladığında kapağı aralama zamanı gelmiş demektir.
Eğer arpa şehriye koymak istemiyorsak doğrudan pirinci kavurur, suyunu tuzunu koyarız.
Her pirincin su çekmesinin farklı olduğunu unutmamak gerekir. Verdiğim ölçü Baldo pirinç içindi. Eğer Basmati olsaydı iki kattan fazla su koymak gerekirdi.
Pirinçler suda bekletildiğinden epeyce su çekmiş oluyor. Sonradan konulan su ise tam pirinç miktarı kadar ve bu ölçü baldoya yetiyor.
Bu mudur, budur işte gözünüzü korkutmaya çalıştıkları pilav yapma faaliyeti. Öyle bir anlatırlar ki, sanki mikroskop başında tüp bebek yapacakmışsınız gibi hissedersiniz kendinizi.
Benim için hazır çorba yapmaktan daha karmaşık olmayacak yemek dediğin.
Hoop doldur tencereye, boşalt indir mideye. Hiç gelemem uzun ve de tafsilatlı işlere. Mesela hiçbir güç patlıcanları artık közletemez bana. O nedir öyle, çakıl ocağın başına, elin yansın, kolun kopsun… Manyak mıyım, ne işim olur… En yüksek ayarında ısıtırsın fırını, patlıcanları dizdiğin tepsiyi atarsın içine. O arada gider başka işleri halledersin.
Tamam mı güzel kardeşim, hazır çorbadan zor olmayacak, anlaştık mı!
Hani tavuklu pilav ne oldu demekte haklısınız.
Tavuklu pilavın tek farkı tavuğu… Tamam mı? Vay be ne zekiyim, ne acayip, ne müthiş espriler yapıyorum.
Pirinci koyduk suya, beklesin, biz gidelim tavuğu halledelim. Hayır, kümese gidip tavuk kovalamayacağız, market rafından avlayacağız tavuk göğsünü.
Tavuk göğsü dedik diye sazanlık yapmasın kimse, muhallebiciyle işimiz yok. İstersek pilav üstüne yeriz tavukgöğsünü. Tavuk filetodan söz ediyoruz burada. Bir veya iki adet yeter; kaç kişiyi doyuracağınıza ve de etçilliğinize göre tüm özgür benliğinizle karar vereceksiniz tavuk miktarına…
İyisi mi gevezeliği bırakıp iki bardak pirince bir fileto yeter diyelim. Veya hazır satılan piliç kuşbaşılardan almışsak 250-300 gr kadar…
Kuşbaşından daha küçük parçalara böleriz tavukları. Küçük bir tencerede çok fazla olmayan suda haşlayacağız tavukları. Suyu az tutmakta yarar var, çünkü haşlama işi bittikten sonra hepsini birden pirincin üstüne dökeceğiz. Suyu az tutup gerekirse haşlama sırasında az az ilave etmek daha akıllıca.
İki bardak pirinçlik pilava 1 tatlı kaşığı yeter deyip tuzu ekler, karıştırır, tavukları haşlanmaya bırakırız. Şekilde görüldüğü gibi tavuklu pilavda tuzu tavuk haşlama aşamasında atıyoruz. Böylesi daha pratik.
Tavuklar pişsin…
Biz geçeriz pirincin başına, suyunu süzeriz. O sırada tencerede 1 kaşık tereyağı erimektedir. Pirinci tencereye döker kavurmaya başlarız.
Tavuklar haşlanmışsa, ki, anlamak için bir parça tavuğu kaşığın kenarıyla böleriz. Kolayca bölünüyorsa tamam demektir. Pirincin üzerine dökeriz suyuyla birlikte tavukları. Eğer su pirinçlerin üzerine erişmemişse gerektiği kadar ilave ederiz. Güzelce karıştırır, kısık ateşte pişmeye bırakırız.
Pilavın piştiğini nasıl mı anlayacağız? Taneler ıslaklığını tamamen yitirip kurumaya yüz tuttuğunda bir kaşıkla pilavın birazının kaldırıp dibinin tutmaya başlayıp başlamadığına bakarız. Arada bir böyle kontrol ederek yanma sınırına kadar dibini tutturup tutturmamak size kalmış.
Çok severim basit ama güzel tavuklu pilavımı.
Onun için diyorum ki:
"Dünyanın bütün megabayt kaybedenleri deneyin tavuklu pilavımı, kaybedecek megabaytlarınızdan başka tavuklu pilavım vardır"
Afiyet olsun.
Eyüp Şeker
09-11 Mayıs 2009
(Yok kontrol montrol, bunları yazana kadar geberdim. Yanlıştır bozuktur dinlemem, ne kontrolü. >>>> Biraz+biraz daha+az biraz daha+yeter be sıktın dedikten sonra 2 kez daha göz attım, sayısız yamuk yumukluk düzelttim… Kaldı 981-5-1-1-2=972 parti değişiklik… Yazının nihai olduğuna ve de bir daha ne olursa olsun kesinlikle değişiklik yapmayacağıma karar verip mümkünatı yok elimi sürmem artık dedikten sonra yaptıklarım yüzünden DVD'ye 3 kez yedeklemek zorunda kaldım. Ayrıca son halinin yazıcı çıktısını muhakkak aldığımdan şimdiden nur topu gibi 3 çıktım oldu)
.