Görünüş şu: Bağış ve rüşvet kurumsallaşmış durumda. Kurumsallaşsa yine iyi, resmileşmiş ve fazlasıyla doğallaşmış.
Rüşveti kapan, bağışları toplayan, parti havuzuna gerekli miktarı attıktan sonra kimse karışmıyor, kimse dönüp bakmıyor ne yaptığına. Ondan sonra gelsin Ferrari’ler, jipler, humerlar, yalılar, dubleksler, tripleksler, yazlıklar, yatlar katlar, pırlantalar, çantalar, şallar, kat kat giysiler.
Eee bu paraların harcanması gerekiyor, harcanıyor da. Aşırı lüks markalar mallarını satamasalar gelip bu ülkede bir bir peşi sıra mağaza açarlar mı? Kazanıyorlar ki geliyorlar. Gelsinler, kim ne der.
Mesele, böylesine kazandıranlar kimlerdir meselesidir, kaynağı nedir oluk oluk akıtılan bu paraların meselesidir. Bir yandan işsizlik büyümeye devam ederken, ortalarda yatırım falan gözükmezken, bu paraların nerelerden geldiği meselesi önemli meseledir.
Ne “Duraktaki türbanlıya çamur sıçratan jipteki türbanlıya bak” tepkilerinin her çevrede gittikçe artması yersizdir, ne piyasalara fazlasıyla aşina yılların ekonomistlerinin şaşkınlıkla “Bu mağazalardan kim alışveriş ediyor?” diye sorması boşunadır, ne de Prada başkan yardımcısı Sebastian Suhl’ün “İstanbul lüksün yeni başkenti” lafını etmesi laf olsun diyedir.
Alışverişlere, kimin nasıl yaşadığına kimsenin lafı olamaz, olmamalı da ama ölçüsüzce harcanan bu paraların nasıl kazanıldığı, ne şekilde elde edildiği, karışılması gereken bir konudur aklı başında ülkelerde. Fakat burası cebelleziistan.
Yapılandırılan sisteme yanaşıp yapışmış birine bağlanmış boru arada sırada kazara patlayıp cebellezi edilenler ortalığa saçılmasa, hiçbir şey görüp öğreneceğimiz yok. Görüyoruz da ne oluyor sanki, anında örtüler serilip etten duvarlar örülüveriyor her şeyin önüne. Görüp göreceğimiz o kadarla kalıyor.
Ve dönmeye devam ediyor çarklar, yapılıyor ballı ballı ihaleler, yaratılıyor olmaz denilen fırsatlar, akıyor döşenmiş oluklardan oluk oluk paralar.
Yanaşan götürüyor, götüren yanaşıyor, burası cebelleziistan.
Durmak yok, yola devam!
Yaşasın cebelleziistan.