Ne zamandır kuru fasulye nasıl yapılır bir güzel tarif edeyim de herkesler mutlu mesut olsun diye geçiriyordum aklımdan. Ne mümkün... Ne fırsat çıkıyor ne de beklenmeyen hesapta olmayan işler eksik kalıyor, ne de kafama takılanlar rahat veriyor.
İşte böylesi engelleyicilerden birini, yani çok uzun süredir hesapta olan, yani aklıma takılan bir işi hallettim sonunda.
Çıkarın kağıdı kalemi yazılı yapıcam. Şey pardon, 24 saatin 16 saatinde ders ve kurs cenderesine alınıp 365 günün 221 günü sınava sokulmak yüzünden zombilere dönüştürülen bahtı kara gençlere gitti aklım. Konuya dalarsak çıkamayız… Neyse, herkes not alsın bakiiim:
GEREKLİ MALZEMELER:
1 adet 35-40 cm boyunda sert plastikten çatı oluğu parçası.
1 adet eskiyip tedavülden kaldırılmış kadife gömlek.
1 adet lastiği pörsümeye yüz tutmuş don.
Mutfak dolaplarından artmış 20x25 cm sunta parçası.
2 adet 8 cm cıvata.
Sunta ölçüsünde 1 tabaka ince sünger.
Yapıştırıcı.
10 kadar büyük başlı ayakkabı çivisi.
Tren değilim, bakmayın öyle.
"Bunlar da neyin nesi!" diye sual eylemek yerden göğe kadar hakkınızdır. İzah edeceğim efendim, izin verin iki soluk.
Neden mi söz ediyorum?
Gidilemeyen Yürüyüşlerin Yapıldığı Alette ter dökerken kitap okuyabilme sorunsalını aylar önce uyduruk şekilde de olsa halletmiştim, fakat bilgisayar kullanamama sorunsalım tüm görkemiyle karşımda durmaya devam ediyordu. Sonunda o esaslı kararı verdim ve de yapmaya giriştim Gidilemeyen Yürüyüşlerin Yapıldığı Alette Bilgisayar Kullanma Aparatını.
İsim bile acayip di mi! Duyan şey falan zanneder sanırsam; CERN laboratuarındaki parçacık hızlandırıcısının ekipmanlarından biri. Yanicime acayip bir aparat icat etmiş durumdayım. Buluş böylesine acayip önemli olunca yazının başlığı da bilimselliğe yakışır olmalıdır diye düşündüm. Fazlasıyla haklıyım di mi! Şekilde görüldüğü gibi insanlık bir daha eskisi gibi olmayacak. Ehem, ehem... Kasılmayı sevmem aslında ama müthiş bir buluş yaptığımdan bir kereliğine tevazuuyu bir kenara bırakabilirim herhalde diyorum.
Ve de gerçekten işe yaradığını kanıtlayan bu üçüncü yazıyı yazmaktayım şu anda. Okumak zaten sorun değildi, 5-6 km hızda Dostoyevski bile rahatça hatmedilebildiğinden, Gidilemeyen Yürüyüşlerin Yapıldığı Alette aylardır epeyce kitap devirdim zaten. Hatta başka yerde kitap okuyamaz hale geldim neredeyse.
Bilgisayar kullanma boyutumsusuna geçtiğimde okumaktan yana hiç sorun yaşamadım. Ancak dizüstü bilgisayarın faresiyle bırakın işlem yapmayı, TouchPad denen zımbırtıya alışmanın bile çok zor olduğunu görür görmez hemen bir fare tablası yapmaya giriştim. Zaten farklı sistemli IBM ThinkPad’ler sonrasında kendimi bildim bileli dizüstüleri harici fareyle kullandığımdan üzerlerindeki fare sistemine alışamadım bir türlü, nerede kaldı yürürken kullanabilmek.
Döktüğüm terler, harcadığım emekler sonucunda fare kullanamama sorunsalını da tarihe gömdüm. Ve de artık keyiflerim acayip kekaa.
Gidilemeyen yürüyüşlerimi, hatta koşularımı, kültürlerden kültür edinerek, düşüncelerden düşünce sebeplenerek, yontulmalardan yontulmaya maruz kalarak ve de eşsiz fikriyatlarımı siz kıymetli okurlarımla paylaşmak için yazarak yapabiliyorum artık.
Bütün yaşasınlar, bütün bravolar, bütün alkışlar bana olmasın da kime olsun di mi?
Yazma hızım biraz düşük, 3-3,5 kilometre falan... Büyük ihtimalle şimdilik... Azmedersem kısa sürede 4’e 5’e çıkartacağımdan eminim. Flash bellek gibiyim amma ve de lakin onlar gibi sabit sanılmasın hızım, tez zamanda birbiri ardına kıracağım rekorlarımı. Birkaç haftaya kalmaz bana dayanamayan makinenin motorunu bilem yakarım be. Kiminle raks ettiğini sanıyor bu kıtipiyoz gidilemeyen yürüyüşlerimin aleti! Heyt ulaaan, dağıtırım motorunu, parçalarım bandını...
Gelelim sadede. Öyle sanıyorum benim gibi işgüzarlar vardır ve de “Ya bu gidilemeyen koşuları yaparken bilgisayar kullanabilsem ne iyi olurdu” falan diye dertlenip duruyorlardır. İşte onların dertlerine de derman olmak istiyorum. Hasetliğin aalemi yok di mi? Başkaları da yürürken bilgilensin, kültürlensin, yontulsun ve de iş yapabilsin di mi? Tıpkı son günlerde kültüre bilgiye boğulan, yontuldukça yontulan ben gibi.
Entel boyutumsu yanlarım olsun isterken iyiliksever yanlarım neden olmasın diyorum yani.
Geçelim tarife:
Fırını 120 derecede ısıttıktan sonra sert plastikten yağmur oluğu parçasını içine koyup 15-20 dakika yumuşamasını bekleyeceğiz. “Tamamdır, iyice yavşamış pelte gibim yumuşamış...” dediğimizde çıkartıp masanın üzerine yayarak raf tahtası gibi düz bir şeyle soğuyup katılaşıncaya kadar bastırıp düzleştireceğiz. Bunun için ansiklopedi gibi bir şey de kullanılabilir, fırın tepsisi de. Düzleştiriyoruz ki daha sonra amacımıza uygun şekilde kıvırabilelim, kesip biçebilelim.
Yağmur oluğu da ne ola diyenleriniz hemen karşılarındaki binanın çatı kenarlarına bakarlarsa anlayacaklardır neden söz ettiğimi. Herkes nereden bulacak çatı onarımından artmış oluk parçasını diye itiraz edenlere kim ne diyebilir! Ben de 50x60’lık fotoğraf kağıtlarının banyosunu yapmak için birkaç yıl önce gidip bir tesisatçıdan almıştım bu çatı oluğu parçalarını.
Çiçek saksısı yapacağımı zanneden tesisatçı, neden gidip çiçekçiden almadığımı sormuştu. Saksı iyi fikirdi aslında ve hiç aklıma gelmemişti. Deliğini tıkamak yeterdi, uçlarını kapaklarla yapıştırarak kapatma derdi yoktu. Gelmişken alayım demiştim, bir de çiçekçi çiçekçi saksı aramakla mı uğraşacaktım. Demek ki kader ağlarını daha o günden örmekteymiş ve de günü geldiğinde ne yapacağımı belirlemekteymiş amma Gidilemeyen Yürüyüşlerin Yapıldığı Alette Bilgisayar Kullanma Aparatı yapacağımı kesinlikle açık etmemekteymiş.
Kader bu, belli mi olur sağı solu… Kavunu da boldur keleği de icabında…
Koca fotoğraf kağıtlarını rulo halinde sürekli çevirerek banyo etmek çok zahmetli ve kaliteli sonuç elde edebilmek de çok zor ama hem az solüsyonla iş halledilebildiğinden, hem de kırk yılda bir bu boyda baskı yapmaya kalkıştığımdan katlandım. Belki de bir daha hiç kullanma durumu çıkmayacak bu uyduruk banyo kaplarını. Sirkeci’ye gidip koca küvetlerden almayı gözüm kesmemişti, "Şuralardan bir yerden oluk bulayım, yeter bana" demiştim demesine de yine tabakhane yönteminin kurbanı olduğumu anladığımda çok geçti artık. Hep olduğu gibi çektiğim eziyetler yanıma kalmıştı.
Hepi topu bir kez kullanmıştım. İki taneydiler birini doğrayıp işte bu dizüstü aparatını yaptım.
Yağmur oluklarını tercih etmemin nedeni, evde bulunabilecek leğen tepsi gibi eşyalara kıyasla daha sağlam ve katı olması, ısıtıldığında şekil verilebilmesi.
Neyse, dizüstünün ölçülerine uygun şekilde bükmek için denk kalınlıkta çıtalar tahtalar gerekiyordu, arayıp buldum. Uygun ölçülerde tahta falan bulamayınca bir Ana Britannica cildini kullanmak zorunda kaldım. Görüyorsunuz işte, daha imalat aşamasında bilim kültür atomlarına işledi aparatın, bilgilenip kültürlenmemi sağlamasın da ne yapsın?
Çıtaları tahtaları, artık ne olursa hazır edip geçtik mutfak ocağının başına. Ölçülerimi güzelce alıp en uygun şekilde kıvırmaya başlayabilirdim artık.
Meret plastik kolayca yanabildiğinden gezdire gezdire evire çevire ısıttıktan sonra gereken yerden büküp tahtalarla çıtalarla sıkıştırarak soğuyup katılaşıncaya kadar bekledik. Geçtik, başka tarafını ısıtıp büktük...
Düzgün olmadı, ölçüsünde bükülmedi diye tekrar tekrar ısıtıp yeniden şekil vermek gerekti, yaptık. Hem koşu bandında hem de hem de dizüstünde prova ettik, eh artık tamamdır dedikten sonra da geçtik kesip biçme faslına. Dizüstünün fiş girecek kısımlarına denk gelen veya düğmelerin yerlerini kestik, deldik falan.
Ayrıca iki de ayak yaptık ki, yukarıda dursun, hem dizüstü kullanıma uygun açıda olsun, hem de koşu bandının gösterge panosunu eğilerek de olsa görebilelim, uzanıp tuşlarını kullanabilelim.
Ayakları yapıştırıcı ve vida marifetiyle monte ettikten sonra eğe ve zımparayla giriştik. Artık ne denk gelirse; elektrikli zımpara makinesi, el frezesi, taşlama motoru, eğe, törpü, kağıt zımpara... Şekle şemaile girdiğini düşündüğümüzde dizüstünün oturduğu bazı yerlerine keçe veya sünger falan yapıştırdık ki, hırpalamasın...
Bu mudur, kabaca budur ve de acayip işe yaramaktadır.
Alttan görünüşü de şudur. Koşu bandına vidayla bilmem neyle tutturulmasına gerek yoktur, kolayca çıkartılıp takılabilmektedir.
Arada bir, 13.3” değil de 15” dizüstü daha mı kullanışlı olurdu diye düşünmüyor değilim. Tuşların biraz daha büyüğü sanki daha hatasız yazılar çıkartmaya yarar diye geçiyor aklımdan. Sanırım alışınca yandaki tuşa dokunma sorunsalı da tarih olacaktır. Zaten en sonunda oturup nihai haline getirerek tamam ediyorum yazıyı.
Eski kadife gömlek, pörsümüş don, sunta parçası neyin nesiydi diyenler kesinlikle haklı. Zaten ben de tam onu anlatmak üzereydim. Fare tablası yapılacak bunlarla.
Fare tablası yapacağımız sunta parçasını yürüme bandının koluna gerektiğinde çıkartılabilecek şekilde vidalarla tutturma işini halledip ince bir tabaka sünger koyduktan sonra kadifeyle kapladık.
“Ya pörsümeye yüz tutmuş don” diye sual edip duranlar, patlamadınız ya, anlatıcaz işte. Lastik kısmını kesip aldık donun, kadifeyle kaplayıp fare tablasının çevresine yapıştırıcı ve çivi marifetiyle tutturup esnek bir bariyer yaptık ki faremiz zırt pırt yeri boylamasın.
Tablanın üst kısmından 1 santim kadar bir yükseklik fareyi kesinlikle tablada tutuyor. Esnekliği sayesinde ele kola engel de olmuyor, eziliyor, ele kola batmıyor. Yani demem o ki, pörsümeye yüz tutmuş don lastiğinin faydası muhteşem oldu, ne farenin uçmasına izin veriyor ne de bariyerlik yaparken ele kola batıyor.
Gidilemeyen Yürüyüşlerin Yapıldığı Alete çıkıntılık olsun diye bağlamadım bilgisayarı.
Sorun günlük işlere yetişememek… Çoğunlukla hangi birini yapacağımı şaşırıyor, kimi zaman bazı ev işlerini ihmal ederken çok kere de egzersiz yapmaya fırsat bulamıyorum. Kilo vermem de gerekiyor, patates çuvalı hareketliliği kıvamında yaşamaktan kaynaklanan ufak tefek sağlık sorunlarından kurtulmam da gerekiyor. Malum, bütün günü evde en fazla bir sandalyeden diğerine yürümekten ibaret bir hareketlilikle geçirmenin getirileri öpülüp başa konulacak şeyler değil.
Günümün en önemli kısmı bilgisayar başında geçtiğinden egzersizle birleştirebileceğimi düşündüm aylar önce.
Diğer yandan yürüme bandında sıkılmak gibi önemli bir sorunsalım var. TV çoğunlukla sarmamakta, benim gibi bir kafaya sahipsen eğer öyle her kitap da çekilmemekte, zorlanarak ve de mecburi hizmet duygusallığında yapılmaktadır kilometreler. Bu yüzden de çoğunlukla kaytarılmaktadır...
Yapılacak tek şey vardı onu yaptım ve de önce kitapla, ardından da bilgisayarla egzersizi birleştirdim. Ve gerçekten çok iyi oldu.
Şimdi de fazla kilometre yapmak gibi bir sorunsalım var, yakındır haşatımın çıkması. Farkına bile varmıyorum ne kadar tepindiğimin.
“İmdat, biri beni indirsin bu aletten” diyebilirim yakında.
Egzersiz sorununu halletmek çok iyi oldu olmasına da diğer bir sorunsalımsı/sorunumtırakımsı aynen olduğu gibi durmaktadır ve de tabakhane yöntemi tutsaklığım yüzünden çözülmemekte direnmektedir.
Ne midir?
Şudur...
Kitap okumakta işe yarayan aparatın daha eli yüzü düzgün, daha kullanışlı hale getirilmesi gerekmektedir. Bugüne kadar yaptığım üç girişim başarısızlıkla sonuçlandı ve de bu yüzden alelacele idare etsin diye yaptığım ilk aparat egemenliğini sürdürmeye devam etmektedir. Çünkü yenisini baştan tasarlayıp yapmak yerine eskisine yaylı kol sistemleri eklemeye çalışıp durdum.
Neden mi bu kadar üzerinde durdum? Yürürken elde okunmuyor kitap. Sabit zeminde durduğunda sorun halloluyor.
Kitabı bir yere koymak da yetmiyor. Kitap okumakta karşılaşılan en önemli mesele, sayfaların sallanması... Çünkü sarsıntılardan daha fazla etkilenip kitaba göre çok fazla sallanıyor sayfalar. Çözüm çok basit; sayfalara bastıran küçük yaylı kollar. Alt kısımdan bastıranlara daha kolay çözüm getirdim fakat sayfanın üst tarafına bastıranlara pratik bir çözüm üretemedim. Bir kağıt mandalını sayfayı çevirirken çıkarttıktan sonra tekrar takarak idare edip duruyorum.
Oysa epeyce pratik çözüm getirilebilir buna. Çıkartılıp takılan mandalı fırlatıp atmam şart...
Sayfaların üst kısmına basan kollar alt taraftan kontrol edilmeli. Alt tarafta basılan minik bir manivela sayfanın üst tarafındaki yaylı küçük kolların kalkmasını sağlayabilir. Sayfayı çevirdikten sonra bırakırız, yaylı kollar iner sayfaya bastırırlar. İşlem tamamdır...
Sayfalara alttan bastıran yaylı kollara hiç ilişmeye gerek yok; sayfa çekilip çevrildikten sonra öbür tarafa sürülerek yerleştiriliyor. Bir de yeni kitaplarda açılmamış sayfalar yapışık kaldığından üstten bastırılması gerekmiyor. Bu yüzden sadece sol üste yapılacak bir yaylı kol bile yetecektir. Kitabın dayandığı aşağıdaki yükselti kısmına yumuşak sünger (Pencere bandı) yapıştırınca sayfaların sallanması engelliyor.
Seksen çuval lafı neden mi ediyorum? Bir işgüzar çıksın kitap okuma aparatını yapsın, biz de satın alıp kullanalım. Çünkü benden hayır yok, 20-30 yıl sonra bile yapamam aparatı, bu uyduruk şeyi kullanmaya devam ederim.
Haklısınız, kuru fasulyenin aalaasının tarifini verecektim.
Şöyle yapacaksınız:
Gidip bir yerden İspir fasulyesi bulacaksınız ama hakikisinden, mümkünse hakikisinin de iyisinden. Hepsi bu.
Afiyet olsun.
Ne var, ne bakıyorsun? Neyini tarif edeceğim?
Pişirmesinde ne var! Herkes bilir nasıl kuru fasulye pişirileceğini. Marifet fasulyede...
Ne sandın, budur işte.
Bulamazsan iyisinden hakiki İspir fasulyesini, pişirdiğin takır tukur bir şey olur, karnını doyurur ama tat vermez.
Tıpkı benim aparatlar gibi.
Eyüp Şeker
2-5 Temmuz 2009
.