BİZİ GÜTME LÜTFUNDA BULUNANLARIMIZINKİ KADAR DAHİYANEMSİ FİKİRLER
Sağda solda sürtüp serserilik yaramazlık yapmasınlar diye öğrencileri gün boyu kapalı bir mekanda tutmaktan başka işe yaramaz hale getirildi okullar.
Dershanelerde sınav kazanmayı öğreniyor, nasılsa mezun olacakları okullarda sıkıntıdan geberiyor çocuklar.
Nasılsa dershanelere bağlandı eğitim öğrenim: Ya kapatılsın bütün okullar ve de çocuklar dört duvar arasında telef olacaklarına daha en başta kafadan girsinler hayata, kaportacıya tornacıya çırak olsunlar, yemek pişirip temizlik yaparak tez elden kocaya verilmeye uygun hale gelsinler, ya da tıkıştırıldıkları okullarda elişi, dikiş nakış, yontmacılık, tesfiyecilik, overlokçuluk, yağcılık, yalayıcılık gibi işe yarar işler öğretilsin hepsine.
Bahtı karalar iş güç sahibi olur, para kazanırlar, fena mı!
Bunlar yapılamıyor mu, o zaman başka çareler üretilmeli di mi?
Yazık oluyor onca gencin enerjisine.
Boşu boşuna kapalı kapılar ardında nefes tüketeceklerine işe yaramaları sağlanabilir gençlerin.
Mesela örneğin: Elektrik üretiminde kullanılabilirler.
Nasıl mı?
Şöyle: Tersi mantıkla çalışan yürüyen merdivenler yerleştirilir okullara. Yani yürüyen değil döndürülen merdiven. Basıldıkça aşağı inecek basamaklarlardan, indikçe jeneratörü çevirecek merdivenlerden bahsediyorum.
Al sana dönüşümlü enerjinin kralı. Tek atık nefesleri, arada bir pırtlarlarsa idare edilir artık. O kadar kusur olsun di mi! Kurudan, lahanadan uzak tutulabilirler veya pırtlamaların eseri metan gazı ifrazatı enerji üretimine yönlendirilebilir. Sonuna kadar üretim, dibine kadar üretim… Durmak yok pırtlayarak da üretmeye devam.
Hele de verilirse birer öğün hamburger patates kola, tut tutabilirsen artık. Döndürür de döndürürler merdivene bağlı jeneratörü.
Etraf ışıl ışıl olmakla kalmaz, fazlasını da satarız artık. Şunlara bak hele, peşin parayı görenlerin nasıl da ağzı kulaklarına erdi.
Üst katlara çıkmak yerine merdivenin basmaklarına bastıkça döndürecekler jeneratörü. Döndürdükçe de sistemin elektrik üretmesini sağlayacaklar.
Yok öyle haybeye in çık di mi? Merdivene adımını attımı ağırlığıyla aşağı itecek basamağı. Bir değil iki değil, ortalık zibil gibi öğrenci dolu; doluştularmı merdivene, görün bakın nasıl çeviriyorlar jeneratörü. Çuvalla elektrik üretmezlerse ben bu işi bilmiyorum demektir. Yakarlar o jeneratörü be, kavururlar bobinlerini... Hele de hergelelikleri tutarsa, ne jeneratör dayanır onlara, ne de döner basamak sistemi. On dakikada haşatını çıkartıp darmaduman ederler...
Bu fikir tamamen bana aittir tamam mı? Siz bakmayın çekemeyenlerin “Edison’un kapı fikrini araklamış, bize kakalamaya çalışıyor” dediğine. Yalan, tamamen iftira. Bir kere fikri ben vermiştim Edison’a.
Anlatayım:
Baktım geleni gideni çok Edison’un. Misafirler öyle kolayından gitmiyor, atölyenin her yerini görmek istiyorlar. Yahu kardeşim sen bu misafirlerin enerjisinden yaralansana dedim. Avel avel (Aval değil avel tamam mı… Düzeltme kardeşim, nesini düzeltcen, neresi düzgün ki?) yüzüme bakarken “Yine ne yumurtlayacak, kaçırmayayım, not alsam...” telaşıyla kaağıt kalem aranıyor sağda solda.
Baktım telef edecek kendini, telaşını yatıştırmak için devam ettim.
Senin şu bahçeye çıkan kapı yok mu, işte onu döner kapı yap, kollar dişliler kayışlar marifetiyle bağla kuyudaki tulumbaya. Ondan sonra gezdirirken misafirleri illa bahçeye de çıkartırsın, kapı da her dönüşte yukarıdaki depoya su pompalar. Çaktın mı köfteyi dedim. Bu yapıştı ellerime, “Aklınla bin yaşa. Bu ne müthiş fikirdir. Sağ olasın, var olasın” diye, bırakmıyor şap şup öpüyor. Zor kurtardım elimi...
Sonra gitti ödül üstüne ödül, paye üstüne paye aldı, paraya para demedi, o gasteci senin bu radyocu benim röportaj üzerine röportaj verdi. Benden hiç söz etmedi, tek kuruş koklatmadı namıssız. Yattı fikrin üzerine. Ben de ilişmeyeyim dedim, sevinsin garip.
İşte böyle olmuştur. Sanırsam artık mesele açıklığa kavuşmuştur.
Şimdi durum meydanda: Sıfır alıcı haybeciler olarak yetiştirilen öğrencilerin mecburi olarak kapalı tutulduğu binalar haline getirildi okullar.
Yeni gelenlere yer açılsın diye, sıfır alanı almayanı mecburen mezun edilip ortalığa salınıyor. Hiçbir şeyden çakmadıkları için de “Ne iş olsa yaparım abey...” divaneliğiyle işsiz güçsüz dolaşarak telef olup gidiyorlar.
Okullara doldurulmuş milyonlarca öğrencinin enerjisi havaya gitmesin, okulların hepsi elektrik santraline dönüşsün di mi. Zebahtan akşama kadar yürüt hepsini döner merdivende, enerjilerini boşaltarak semtin aküleri şarj etsinler. Böylece hem hergelelik yapacak güçleri kalmaz, hem de semtteki evlerin işyerlerinin elektrik ihtiyacını karşılayarak vatana millete hayırlı evlatlar olduklarını hissederler.
Tamam tamam, abartmayın. Bu kadar alkış kıyamet yeter. Önemli değil yani, bende fikirden bol ne var? Yeter ki ihtiyaç olsun, yine salıveririm ortalığa.
Gelelim diğer müthiş eşsiz fikrime:
Nabucco madem gaz falan taşıyamayacak, insan kaçakçılığında kullanılabilir.
Sorarsın kaçaklara bir bir “Hemşerim nerden gelir nereye gitmek istersin?”, isteklerine göre postalarsın gariban kaçakları. Yerleştirirsin doğudaki uçtan, basarsın basınçlı havayı, şıppadanak bulur garibanlar kendilerini Sofya’da Viyana'da...
Bundan daha iyi hizmet mi olur? Ortalığa boşa hava basacağına bu iş kaçaklara yarasın, doldur doldur gönder di mi? Garibanlar hem yollarda telef olmaktan kurtulurlar, hem de boş boru bir işe yarar.
Daha sonra bu hizmet genişletilir, isteğe göre büyükbaş veya küçükbaş hayvanlar postalanır. Doldur gönder, doldur gönder… Bundan kral hizmet mi olur?
İnsan kaçakçılarının aldığının yarı parasını alsan yeter... Hazine de iki günde ihya olur, fena mı!
Mal mı gönderilecek, koy gönder. Kaçak mı gönderilecek, yerleştir postala.
Büyükbaşlar mı gidecek Avrupa'ya, yerleştir buradaki uçtan, bas havayı çıksın taaaa çıktığı yerden. Yerleştir gönder, yerleştir gönder…
Müdahale etme hakkını yabancı güçlere vermek dışında bir işe yaramayacak Nabucco borusu için madem nutuk üstüne nutuk patlatılıp destan üstüne destan yazılıyor ve de boyuna gaz üzerine gaz veriliyor, heba olmasın koca boru, kapağı Avrupa’ya atmaya çalışan garibanları ve de her türlü malı taşımakta kullanılsın.
Ayrıyetten yol boyu hoparlörlerden verilir Verdi’nin Nabucco’su, varıncaya kadar arya manyağı olup çıkar kaçakların her biri. Eminim varır varmaz soluğu opera binasının önünde alır, hemen kurulurlar artık ne temsili varsa onun salonuna.
Tabii bu arada pek çok fikir geliştirilecek ve de borudan Nabucco’nun ne müthiş bir iş olduğu cümle aaleme gösterilecek ve de çekemeyen beceriksiz kıskançlar morartıldıkça morartılacaktır.
Zırıldayıp durmayın, gaz bulunursa gaz da taşınır, taşınmasın diyen mi var?
Bu dahiyanemsi fikri Bond’dan arakladığımı söyleyenlerin alnını karışlarım. Bir kerem onlar benden yürüttüler. İnanmayan gitsin Ian Fleming’e sorsun.
Karayipler’deydim, oturmuş kafa çekiyorum, bir yandan da etraftaki fıstıklara kesik atıp “Toprağından suyundan herhal bu güzelliğin, memleket nere hemşerim?” etkili girizgahıyla muhabbet başlatarak fikirlerime fikir katma fırsatını kolluyorum.
Üstat geldi elime yapıştı, “Konu sıkıntısı çekiyorum, ne olur bir fikir ver, bir türlü senaryo yazamıyorum” diye iki gözü iki çeşme zırlıyor. Duymuş şöhretimi, ne esaslı yazılar yazdığımı, bir türlü bırakmıyor yakamı. Dayanamadım, daha fazla üzülmesin dedim, işte o filmin hikaayesini anlattım. Gitti yazdı senaryoyu, çuvalla para götürdü filmden, tek kuruş koklatmadı. Olsun, sevinsin garip dedim geçtim.
Kim o, ne diyo ne diyo? O film çevrildiğinde çoktan terki diyar eylemişti adam diyen kim bakiiim! Nereden çıkartır, nereden uydururlar böyle şeyleri akıl sır ermez yav. Yalan, külliyen yalan… Geldi yapıştı ellerime diyorum. Benden iyi mi bilecekler, daha ne konuşurlar! Hadi bakiiiim, naaş, ense tıraşlarını göreyim... Rahmetliymiş... Hadi be, resmen sizi yiyor ne zamandır. Keyif yapıyor Karayipler’de, keyif... Numaradan öldüm demese yakasını bırakırlar mı hiç! Hem bir eli bir fıstıkta diğeri ötekinde yan gelip yatıyor, hem de boyuna senaryo yazıyor. Onca Bond filmi nasıl yapılıyor sanıyorsunuz? Fleming üstat hem fıstıklarla keyif yapıp hem de ikide bir benden fikir alarak yazmasa nah yapılırdı...
Zaten zırt pırt aramadan edemez. Alıştım artık, ses etmiyorum, eşsiz fikirlerimden boyuna yararlandırıyorum garibi. Çok yaşlandı zaten, iki fıstık koluna girmese yürüyemiyor, neredeyse adını bile unutacak, nereden bulsun yeni fikirleri.
Böylece her şey açıklığa kavuşmuş ve de mesele iyice anlaşılmıştır sanırım.
Gördünüz işte bende dahiyanemsi fikirden bol şey yok. Yerde zibil bende fikir...
Bir tek yurdum İstanbul’unun dahi etkili yetkilileriyle aşık atamıyorum. Aşık atmak ne kelime yanlarına bile yaklaşmam mümkün değil. Çünkü acayip dahiler. Ben kim o dahilere fikir vermek kim.
Şimdi bu dahiler hepi topu 16 km metro inşa ettiler, üç parça halinde çalıştırmayı başardılar.
İnsanlık tarihinde kaç kere görülebilir böyle başarı? Mümkün mü? Mümkün değil kardeşim, mümkün değil. Kimse bu dahilerin eline su dökemez.
Bence bütün üniversiteler araştırma konularının en başına koymalıdırlar bu eşsiz başarının nasıl başarıldığı konusunu. Hemi de derhal...
Yaptıkları hepi topu 16 km uzunluktaki metroyu üç parça halinde çalıştırabilen dahi etkili yetkilerimize akıl fikir vermek hangi yiğidin harcı olabilir?
Ve de tüm dünyada metro olarak bilinen ulaşım aracını kurnametro haline getirdikleri için derhal ödüle boğulmalıdır dahi etkili yetkililer.
Hepi topu 16 km.lik metroyu 3 bölüm halinde çalıştırmak çok özel, hatta özelden de özel bir başarıdır.
İzahı şudur, açıklaması budur diye başlamaları durumu daha dahiyanemtrak yapmaktan başka işe yaramaz. Böyle bir şeye imza atmış olmak bile başlı başına çok özel bir başarıdır.
Bölümlerin yapımları arasına çok uzun yıllar girmesi bir gerekçe olabilir.
Teknolojinin çok önemli bir sıçrama yaparak değişmesi bir bahane sayılabilir.
Öncekilerle sonraki vagonlar arasındaki fiyat farkı muazzamdır dense belki yatar gibi olur insanın aklı.
Ama yapımını sürdürdükleri ve her şeyiyle kendilerinden sorulan bir metro hattında birkaç yıl arayla farklı sinyalizasyonlu trenler çalıştırmaya başlamak, işte buradaki müthiş başarı mümkünatı yok açıklanamaz.
Ne oldu, oto sanayideki bilmem kim ustanın işi çoktu da gelemedi mi? E birader, usta gelemiyorsa sen götür vagonları sanayiye. "Biz bunları uydurur, çalıştırırız. Önemli değil alalım…" diyen o kafanın kafası basmadı mı işin bu kadarına?
O kafanın kafasından hep geçen "Götürürüz sanayiye, uydurur, hallederiz… Olmazsa Kayseri'deki, o da olmadı Antepli falanca ustayı çağırırız…" eşsiz fikri nerededir, izne mi çıkmıştır? Derhal haber gönderilmeli, izne çıkan eşsiz fikirlerin üreticisinin izni yarım bırakıp işin başına geçmesi sağlanmalıdır. Çünkü biliyor işi, o yüzden alıyor farklı sinyalizasyonlu vagonları, almakla kalmıyor, düzenlemeyi/uyarlamayı yapmadan raylara indiriyor, yolcu taşımaya başlıyor.
Ve işte eşsiz başarıların eşsiz ürünü eşsiz şaheser kurnametro karşımızdadır.
Aynı hatta aktarmalı gidilebilen üç parça 16 (Yazıyla: on altı) kilometre.
Boru mu be, 16 kilometre. Buraya dikkat, metre değil kilometre.
Bu müthiş eşsiz başarı alkışlanmazsa çok ayıp olur.
Herkesi bir dakikalık alkışa davet ediyorum.
Bu yüzden diyorum ki, zibil gibi olsalar da dahilerimizi sevelim, sevdikçe sevelim.
Onları biz çıkarttık tepemize, ne kadar sevsek azdır.
Eyüp ŞEKER
18 Temmuz 2009
.