SANAL MI ? NE SANALI !




SANAL MI ? NE SANALI !

İNTERNET PANDORA’NIN KUTUSU MU ?


Zavallı Paris Hilton, gerçek hayatın küçücük bir parçasıyla yüz yüze gelmek dehşete kapılmasına yetti. Bu Dünyanın öylesine dışında bir Dünyada yaşıyor ki, tamamen yabancı gözlerle, duvarlar ve camlar ardından bakıyor dünyaya. Aslında durumu tam anlamıyla Jerzy Kosinski’nin Bir Yerde’sinin kahramanınkine benziyor. Büyük ihtimalle “Biri bir kumanda verse de karşıma çıkan, ortasına düştüğüm bu görüntüyü değiştirsem, buradan kurtulsam…” diye geçiriyordur aklından. Yeryüzündeki milyarlarca insanın yaşadıklarını TV görüntüsü gibi algıladığından kuşku yok. Uzaktan kumanda verecek biri var mı diye çaresizlikle bakınıyor etrafına, hemen basıp değiştirecek kanalı… Bu yüzden gerçekten hapse atılmaması gerektiğini düşünüyorum. Tedavi amaçlı Dünyayı algılama gezilerine çıkartılmalıdır… Benzerleri de…

Afrika’da çekilmiş ödül alan o, çocuğun ölümünü bekleyen akbaba fotoğrafı büyük ihtimalle çizgi romandan öte bir anlam ifade etmeyecektir ona ve benzerlerine… Vicdansız olması mümkün değil, sadece algılama sorunu var gibi gözüküyor… O görüntüdeki gibi bir gerçekle karşılaşacak olsa allak bullak olmanın çok ötesinde bir dehşete kapılacağından eminim… “Anlamıyorum, nedir bu… Kim yapmış, niye yapmışlar… Bunları neden gösteriyorlar insanlara…” düşüncelerinin baskısı altına girecek beynindeki bütün kavramlar altüst olacaktır. O fotoğrafa hiç bakmayacak, gösterilecek olsa bakamayacaktır… Fotoğrafa bakmak zorunda bırakılsa ve sorulsa, o görüntülerin milyarlarca insanda uyandırdığı düşüncelerle ilgisi olmadığı görülecektir duygularının… Hemen basıp kanalı değiştirecek veya tıklayıp başka sayfalarda gezinmeye devam edecektir. Böylesine sanal bir dünyada yaşamasaydı, çok sıradan bir yasal sonuç böylesine dehşete kapılmasına sebep olmazdı. Belki de bir şeyler yapardı o Afrikalı çocuk için ve benzeri milyonlar için… Bono gibi Bob Geldof gibi… Dünyadaki yiyeceklerin herkesi doyurmaya yetip arttığından, sorunun, yiyeceklerin her yere herkese ulaştırılamamasından kaynaklandığından ve bu yüzden milyonlarca insanın açlıktan, yani bir parça yiyecek bulamamak yüzünden öldüğünü bildiğini sanmıyorum.

O fotoğrafı çeken kırk yıllık gazetecinin bugünlerde ne halde olduğunu, neler hissedip neler yaşadığını duymuş mudur acaba! Hiç sanmam…

Yaşananlar gerçek… İnsanlar Matrix’teki oyuncular değiller. O akbaba, gazeteci uzaklaştıktan bir süre sonra çocuğun etlerini koparmaya başlayacak. Büyük ihtimalle de haalaa canlıyken yapmaya başlayacak bunu… O fotoğrafa bakmak bile allak bullak ediyorsa, o an’a tanık olmak ne hale getirir acaba insanı?

Sirkteydim… Sirk çalışanlarından biri sevimli maymununu kucağına almış seyircilerin arasında dolaşarak isteyenlerle fotoğraf çektiriyordu. Kiminin yanına geçip poz veriyor, kiminin de kucağına veriyordu maymununu… Yanımızdaki çiftin yedi sekiz yaşlarındaki çocuğu büyük bir dikkatle ve her halinden belli olan bir sevinçle maymunuyla yaklaşan adamı izliyor, sabırsız hareketlerle elini kolunu sallıyor, bıcır bıcır bir şeyler söylüyordu. Her şey çok normaldi, çocuk büyük merakla bakıyordu maymunlu adama. Ne zaman ki görevli, fotoğraf çektirebilmeleri için maymunu çocuğun babasına vermek için uzattı, çocuk büyük bir çığlık kopartıp babasına sığındı, arkasına saklanmaya çalıştı. Çünkü canlı olduğunu bilmiyordu, çünkü peluş oyuncak sanıyordu, çünkü maymun kavramı oyuncaktan ibaretti onun için…

İnternet yaşamda köklü değişiklikler yapıyor. Herkes birkaç dakikalığına da olsa ünlü olacak diyen Andy Warhol‘du sanırım. Pek çok kişinin “Görüntülerim bir yerlerden ortaya çıkar mı?” korkusunu yaşadığı söyleniyor. Özellikle Gamze Özçelik olayı bu kaygıları epeyce büyüttü. Filmini seyretmedim, çünkü “Seyretmeyin, çok rahatsız edici…” diyenler vardı… Söz dinlerim… Gamze Özçelik’in bir gazetedeki haberinin altında “Ne tecavüzü ya…” yorumuyla karşılaşınca, aklımdan “İzin veremeyecek haldeki bir insana bir şeyler yapmanın tecavüz olduğunu anlamayana, bir insanın çok özel görüntülerini izinsizce ortalığa saçmanın da tecavüz olduğu nasıl anlatılabilir?” düşüncesi geçti.

Geçenlerde Helen Hunt’ın oral seks filmiyle karşılaştığımda “Bir benzeridir…” deyip kestirip atacakken dayanamayıp indirdim. Benzeri falan değil oydu… Ne kadar benzerse benzesin, ne kadar iyi oyuncu olursa olsun hiç kimse Helen Hunt’ın hüzünlü bakışlarını taklit edemez. Neyse… Sandalyede oturan erkeğin başı gözükmüyor… Adamın bacaklarının arasında dizlerinin üzerine çömelmiş H.Hunt arada bir başını kaldırıp çekim yapan diğer kişiye dönerken “Yeter mi...” dercesine hüzün dolu ürkek yüz ifadesiyle baktığında, insanda ister istemez “Aaaa, tecavüze uğruyor…” düşüncesi uyandırıyordu. Epeyce eski bir film olduğu açıktı… Pek çok ünlünün ünlü olmadan önce benzer şeyler yaşadığı bilinmeyen şey değil. Eskiden beri böyle görüntülerin çekildiği ve elden ele dolaştırıldığı, özel koleksiyonlarda saklandığı hep konuşulur yazılır çizilir. Ama artık gerçek anlamda ışık hızıyla her yere yayılıyor, herkes seyredebiliyor… Helen Hunt’ın kendi isteğiyle bu görüntüleri dağıttığı söylenebilir mi? İmkansız… Özetle, o günkü şartlarda kabul etmesi, yani oral seks yapışının filme çekilmesine izin vermesi, yaptığına razı olduğu anlamına gelmiyor, bu da tam anlamıyla tecavüzdür ama söz konusu görüntüleri herkesin görebileceği yerlere saçmak daha büyük tecavüzdür, çok daha acı vericidir.

Salma Hayek’in filmini ise tersi duygularla seyrettim. Onun için aynı şey söylenemez, hatta tam tersi, eğlendiğini düşünüyor insan onun filmini izlerken. Bu görüntülerin ortalığa saçılması onu rahatsız etmiş midir, yoksa en azından umurunda bile değil midir bilemiyorum ama Helen Hunt’tın aksine filmin çekilmesinden en küçük rahatsızlık duymadığı da açık.

Amacım “İkiz yatak” muhabbetleri yapmak değil. Bilmiyorum ne kadar farkındayız, bir süredir çok ünlüler arasında çok özel görüntülerini ortalığa saçma merakı başladı sanki. Öyle gözüküyor ki, Paris Hilton’un başlattığı bu moda sayesinde hiç ihtimal vermediklerimizin bile en yatak odası hallerini göreceğiz. Epeyce süredir sıradan insanların yaşadığı çok özel görüntüleri herkesle paylaşma aktivitesi, çok ünlülerin de eğlencesi olmaya başladı gibi gözüküyor. Evet, yetişkin eğlenceleri hiç böylesine paylaşılmamıştı. İzinsizce zorla olmadığı sürece kim ne diyebilir son yetişkin eğlencesine?

Evet internetin gerçekleştirdiği en çarpıcı devrimlerden biri de bu bence: Herkes her şeyi herkesle paylaşabiliyor artık.

Ve bir iki gün önce yeni bir tecavüz olayını öğrendik. Fulin Arıkan’ın iç çamaşırlı fotoğraflarını internete saçılmasından söz ediyorum. Bana göre fotoğrafları herkesin göreceği şekilde ortalığa saçmak tam anlamıyla tecavüzdür. Fotoğrafları sağa sola gönderen pislik, nasıl iğrenç bir tecavüz gerçekleştirdiğinin hiçbir zaman farkına varamayacaktır büyük ihtimalle. Olayın diğer boyutu ise Fulin Arıkan isminin bir anda en çok arananlar arasına girmesidir. Fulin Arıkan, yatak odası halleriyle bir anda herkesin karşısına gönderilmiş oldu. Hem de ışık hızıyla…

Bilmem haalaa sürüyor mu internetin ilk yıllarında yapılan tartışma, daha doğrusu algı yanlışı. Sanal aalem kavramını kast ediyorum. İnternete giren sanal aaleme girdiğini zannediyordu, hiç aklına getirmiyordu sanal aalemin bu demek olmadığını. Matrix filmleri büyük çoğunluğa öğretmiştir artık sanırım gerçek sanal aalemin ne olduğunu. İnternetten mesaj gönderdi mi sanal sanıyor, aynı mesajı telesekretere bırakırsa kağıda yazarsa gerçek sayıyordu, değişen tek şeyin kullandığı aletler olduğunu aklına getirmeksizin… Bu bakışa göre, banka işlemleri telefonla veya şubeye gidilip yapılırsa gerçek, internet üzerinden yapılırsa sanal sayılacak… Bakkaldan satın aldığı gazete gerçek, internetten okuduğu sanal… Mantık bu… Sanallık, bilinen işleri bilgisayarda yapmak değil, bilgisayarın içine girmek, bilgisayarın yarattığı dünyada dolaşmaktır. Oysa internet, gerçek dünyada dolaşmaya ve iş yapmaya yarayan yeni bir araçtan başka şey değildir. Yoksa telefonun veya bankamatiğin tuşlarına dokunmakla, bilgisayarın tuşlarına basmak arasında hiçbir fark yoktur.

Yanlış ve tamamen gerçeğe aykırı bu bakışlılar, internette yaptıklarının yaşamla ilgisi olmadığını düşünmeye devam ediyor olmalılar ki, internet dışında yapamayacakları, yapmaya cesaret edemeyecekleri şeyleri kolayca gerçekleştirebiliyorlar. Fulin Arıkan’ın fotoğraflarını internete saçan iğrenç pislik, bu yaptığının, fotoğrafları şehirdeki bütün duvarlara yapıştırmakla eş anlamlı olduğunun, hatta daha da beter olduğunun farkında mı acaba? Çünkü duvarlardan kolayından sökülüp alınamaz ama internette yayıldıkça yayılır, her an herkesin karşısına çıkar, çıkartılabilir o görüntüler… Bu pislik sokak sokak dolaşıp fotoğrafları duvara yapıştırabilir miydi acaba?

Ücretli üyelikle yetişkinlerin girilebildiği bir cinsellik sitesinde üyelerden birinin, uzaktan habersizce ve gizlice çekildiği belli mayolu birkaç kadının fotoğraflarını sergilediğini görünce “Bu yaptığınız doğru değil. İzin almadan habersizce insanların fotoğraflarını amacı içeriği belli olan, yani insanların bilerek ve isteyerek girdiği, en yatak odası hallerindeki görüntülerini paylaştığı böyle bir sitede yayınlayamazsınız. Belki de bu fotoğraflardakiler çok daha açık görüntülerini bu tarzdaki bir sitede kendileri yayınlıyorlardır, hatta bu sitede bile olabilir, bunu bilemeyiz ama sizin bunu yapmaya hakkınız yok. Aile bireylerinizden birinin izinsiz çekilmiş görüntüleriyle, amacı ve içeriği belli bu sitede veya benzeri cinsellik ortamında karşılaşsanız ne düşünürdünüz, tepkiniz nasıl olurdu? Hiç olmazsa yüzlerini kapatın kimlikleri belli olmaz hale getirin…” diye karşı çıkmıştım. Cinselliğin en açık şekilde sergilendiği görüntülerle dolu o sitede mayolu birilerinin görüntülerini yayınlamaya çalışmak tuhaftı aslında. Herkes kendi görüntülerini yayınlıyor, ben de bir şeyler yapayım diye düşünüp mü bir yerlerden bulduğu o fotoğrafları göndermişti bilmiyorum ama nasıl bir tecavüz gerçekleştirdiğinin farkında bile değildi.

İnternet yaşamı o kadar hızlı değiştiriyor ki, yaşamda yaptığı köklü değişikleri anlama algılama sorunu yaşıyoruz.

Aslında önemli bir gelişme daha oluyor. Tıklamacı blogcu yorumcu okur, internet yüzünden gazetelerde önemli bir değişiklik gerçekleştiriyor. Bunun ne kadar farkında olunduğu belirsizliğini korumakta. Yakın bir gelecekte, TV’lerdeki “Halk bunları istiyor” tartışması gazetelere taşınacak. Zira okurun hangi haberlere ilgi gösterdiği anında gazetelere yansımakta… Bu da ister istemez ve epeyce de sessizce “Halk bunu istiyor” haberlerinin ve yazılarının yapılmasını getirecektir/getiriyor. Oysa basılı gazetelerde okurun müdahalesi zaman alırdı ve çok sınırlıydı. Dolayısıyla sunulanla yetinirdi okur. Özetle, sıradan insanlar yalnızca her şeye maydanoz olmuyor, pek çok anlayışı değiştiriyor, yeniden biçimlendiriyor. Tabii kendisini yansıtarak…

Kronikleşmiş şiddetli yalnızlık çeken biri, Herman Hesse’nin Bozkır Kurdu’nu ne kadar zorlasa da okuyamaz. Başkalarının kötü veya eğlenceli hallerini seyrederek rahatlamayı seçecektir. Bunu yapamıyorsa ve başka çaresi de yoksa, kesinlikle “Dava”yı değil, “Salako’yu seyredecektir. Bilinmeyen şeyler değil bunlar… Ekonomik sosyal gerilemeyi hatta çöküşü bunalmayı bıkkınlığı göz önünde bulundurmayanlar da en ciddi tavırlarla “Ya abi bu millet manyak gibi Kemal Sunal filmleri seyrediyor ya… Dün gece Hamlet en dipte kalırken, Çöpçüler Kralı en fazla reytingi almış ya...” geyikleri yapmaktan bıkmayacaktır, hem de büyük bir zevkle Salako seyrettiklerini birbirlerine açık etmeyerek…

Gazetelerin büyük çoğunluğunun nasıl bir dönüşüm yaşadığı/yaşayacağı meydanda aslında.

Şu anda karşımda 6 kitap duruyor ve aylardır tek satır okuyamadım. İçeridekilerin sayısından söz etmek bile istemiyorum… İş halinden ev ya da dinlenme haline geçtiğimde tek yaptığım eğlence avcılığı özellikle de cinsellik avcılığı oluyor. Ta ki bıkıp bilgisayarı kapatarak TV haline geçinceye kadar…

Zorluk içindeki baskı altındaki insanların, ne kadar iyi ve önemli olursa olsun ciddi ve ağır konulardan uzak durduğu göz önüne getirildiğinde insanların isteğinin beklentisinin hiç de gizemli falan olmadığı kolayca netleşiyor. Örneğin, tepemizdeki uzay istasyonunda görev yapan astronotlar, Dostoyevski falan değil, pembe dizi okumak istiyorlarmış. Bu yüzden “Eğitim şart…” ahkâmları kesmeye niyetlenenler, bunalmayı çeşitli nedenlerle baskı altında kalmayı göz önüne almazlarsa halkın gözünde “Ukala dümbeleği…” olmaktan kurtulamayacaklarını unutmamalıdırlar. Yaşam zorlaşırken, düzey yukarı çekilemez… Parasızlıktan çaresizlikten çözümsüzlükten yalnızlıktan kazıklanmaktan türlü çeşitli olumsuzluktan kıvranan insanlar “Yüksek düzeyli..!!!” şeyleri yiyemezler. Bünye meselesi bir yerde… Gebermemek için kıvrananlara pestili çıkmışlara bunalımı mesken tutmuşlara “Yüksek düzeyli…” şeyler verilebileceğini sananlar ise kendilerini ve birbirlerini tatmin etmekten öteye gidemezler. Duvarına Picasso asan işçi romantiklikleri ancak dantelli masalarda yapılır ve oradan da bir gıdım dışarı taşamaz. Dergiden kesilmiş Picasso’yu duvara asmamanın sebebi ne eğitimsizliktir, ne de yol yordam öğrenememek… Birileriyle İstanbul Modern’i saatlerce konuşup fırsatını bulduğu an uzun saatler boyunca cinselliğin sanatsal olanının olmayanın peşinde gezer insanlar ve sonra gidip yine İstanbul Modern sohbetine kaldığı yerden devam eder… Bunun da eğitimle ekonomik durumla zerre ilgisi yoktur. Tamamen duygusal falan değil, tamamen rahatlamasal…

“Dengeyi nasıl korumalıyız? Ölçüyü kaçırmamak için ne yapmalıyız?” soruları artık yalnızca TV’lerin sorunu değil. Nasıl ki, seyirci TV yönetir yere oturduysa, okuyucu da gazeteyi hazırlama konumuna yerleşmekte. Hem de TV’lerdekinden çok daha etkili araçlarla, olanaklarla…

Gazetelerin internete taşınmasından ve okuyuculara yorum yapma olanağı sunulmasından sonra ilginç hatta fena halde enteresan bir durum çıktı ortaya. Yorum yapın dendi ya, sanki her habere yorum yapmak mecburiymiş hallerinde yazılmaya başladı. Öyle anlamlı veya manalı ya da ince mesajlı şeyler değil sözünü ettiklerim. Her habere yorum yapılıyor, hiç boş geçilmiyor ve sıra bazılarına geldiğinde hoşluklar ilginçlikler ortaya çıkmaya başlıyor. Bir trafik kazası haberi, alttaki yorum “Vah vah, yazık olmuş”, bir ölüm haberi, “Allah rahmet eylesin”, piyango vurdu haberi “Ne şanslı ya…” gibi…

Mesele şudur; sıradan insanlar artık kendilerinin adam yerine konulabildiğini düşünerek varlıklarını göstermek için interneti doldurmakla meşguller. Herkes mesajcı yorumcu blogcu kesildi… Hem de fena halde.

Michelle Pfeiffer ve Bruce Willis’in, evlilikleri çatırdamakta olan bunalımlı çifti oynadığı o filmde (Filmin adı Bizim Hikayemiz’di sanırım) Michelle, Bruce’a “İnsanlar neden bulmaca çözer biliyor musun?” diye soruyordu ve “Çünkü, bir şeyler başardıklarını göstermeye çalışıyorlar, en başta kendilerine..!” diye ekliyordu.

Çok sıkıcı bulduğum o filmden sonra anlayabilmiştim ucuz gazetelerin bulmacaya neden o kadar önem verdiklerini ve banliyö trenlerinde neden herkesin harıl harıl bu gazetelerdeki bulmacaları çözdüğünü. Hepsi bir şeyler başarıyordu… Özetle, hiçbirimiz E=mc2 gibi bir şeyleri değil bulmak, açıklayan olsa anlayamayacağımız için fena halde bulmacacıydık ve artık yorumcu blogcu e-mail’ci kesilmiş durumdayız. Durum bundan ibarettir ve de duruma bakılırsa yorumculuk blogculuk e-mailcilik başını alıp gidecektir. Öyle görünüyor ki, bir süre, sıradan insanlar programları yapacak, gazeteleri hazırlayacaktır.

Belki de sıradan biri olmak hiçbir zaman bu kadar etkili olmamıştı.


Eyüp Şeker